- 472 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KOMŞULUK
Güllü, sabahın ilk ışıklarını kaçırmıştı. Pencereyi açtığında yine geç kalan kuzey rüzgârıyla birlikte hoş bir rüzgâr doldu içeri. Rüzgâr gibi “Dünya varmış.” dedi. Elinde ev halkının, sabah artıklarını, bir bezin içinde sokağa boca etti. Bezi çırpıp toplamaya başladığında karşıdaki barakanın yola bakan camlarını; tombul, orta boylarda, başındaki mavi benekli eşarbı saçlarının yarısını kaplayacak şekilde olan kadının, elinde halen irili ufaklı taşlar vardı. Camlar birer ikişer kırılıp yere yığılıyordu. Sonunda elinde avucunda bir şey kalmayınca, sağ eliyle sol göğüs kafesini okşar gibi yaptı. ‘Oh olsun!’ diyor olmalıydı. Sonra etrafına bakındı bir keseli sıçan gibi.
Güllü olup bitenleri anlık şaşkınlıkla izlemekten başka bir şey yap(a)madı.” Buda neyin nesiydi?” dedi içinden. Bu şaşkın bakışlar arasında tombul kadın top misali yuvarlanarak yoldan hızla uzaklaştı.
Komşuları Recep Bey henüz tatilden dönmemişti. Elindeki mavi benekli sofra bezini masaya bırakarak tavşan hızında yerinden fırladı. Onu gören komşularından Hanife “Hayrola Güllü Hatun, pek acelen varmış gibi iniyorsun.” dedi.
Güllü, sesin kimden ve hangi taraftan geldiğine bakmaksızın adeta uçuyordu. Komşusu da arkasından daha yavaş adımlarla, indiler. Barakanın sokağa bakan bölümünde sağlam cam kalmamıştı. Güllü, elleri belinde bir resme bakar gibi tabloyu detaylı inceledi. Hanife’de çok geçmeden yanına vardı, elini ağzına götürerek “Aaaa Güllü Bacı bu da neyin nesi şimdi?” dedi.
Güllü, “Ben de senin gibi uzağım bütün bu olup bitenleri anlamakta. Biraz önce sağanak gibi yağdırdı taşları kadın. Sonra bir gök gürültüsü şeklinde buradan uzaklaşıp gitti.” dedi.
“Bacım bu senin akraban değil miydi? Bir düşmanı falan mı vardı?” dedi.
“Hanife, ben onun akrabasıyım dert ortağı değil! Şimdi onu düşünecek durumda mıyım?” dedi kırgın, kızgın bir dille. Cam kırıkları gibi sözcükleri de acıttı Hanife’yi.
O da; “Bacım konuşup kanatayım mı, susup acıtayım mı bilemedim. Anlamaya çalışmak benimki; başka bir şey değil.” dedi sert bir tonla.
Zaman aktı. Camcı geldi, etrafı derledi topladı ve gitti. Güllü akşama kadar olayı sordu soruşturdu. Recep’i aradı. Recep gelen bu telefonla ne diyeceğini şaşırdı ve başladı anlatmaya: “Ablam sorun eski zamanlara dayanır. Kısaca anlatmak gerekirse; hayatta insanların ikili bir sapağa geldiğinde tercihleri olur. İşte ben orada başka bir sapaktaki yolu seçtim. Biraz daha açmak gerekirse o yıl kardeşim üniversiteyi kazandı. Ya ben evlenecektim masrafa girecektim ya da kardeşim okuyacaktı. Benim okuyamadığım üniversiteyi kardeşim okumalıydı. Bu da hayatımızın önemli bir dönemini aldı. Fatma da o kadar beklemedi.”
Güllü telefonu diğer eline aldı. Elinin terlediğini, yüreğinin daha hızlı attığını hissetti. Bu olaydan böyle bir dramın çıkacağının hesabını yapmamıştı. “Sonra ne oldu Recep?” diye sordu.
…
Hava kapandı. Kuşlar yuvalarına tünedi insanlar evlerine. Yolun öte tarafındaki barakaların bacalarından yer yer isli bir duman yükseliyordu. Akşam yemeğini yapmak için ateşi harlamış olmalıydılar. Güllü tüm hazırlığını bitirip en son fırına verdiği patlıcan oturtmayı da çıkartıp; ev halkının sofraya dizilmesiyle, masaya koyduğunda kocası söze girdi. “Eline sağlık, uzun zamandır bu oturtmayı yapmamıştın. Sanırım sana dokunan ve oturan bir şey olmuş gülüm,” dedi.
Veli, eşine hep aynı şekilde hitap eder ve onun her davranışının evde bir karşılığı olduğunu uzun süredir yaşadığı ilişkilerinden bilirdi. O gün de ruh durumu akşam yemeğine mutlaka yansıtırdı. Güllü, kısaca olanı biteni anlattıktan sonra Veli Bey, kendine sorduğu soruları ortaya da sordu. Ama olayı aydınlatacak tatmin edici sonuçlar bulamadı ve masadan da alamadı. “Okulların açılmasına da az zaman kaldı, o vakit anlarız.” dedikten sonra “Sahi akşam apartman sakinleriyle yapılacak toplantıda durumu gündemimize alsak nasıl olur gülüm?” dedi.
“Bilmem ki, olayın bir tarafı ya da onların gündemine girmenin gereği var mı ki?” dediğinde;
Veli; “Olmaz mı? Recep akrabamız ama onların da komşuları. Buradaki saldırı tüm komşulara yapılmış sayılır diye düşünüyorum.”
“Neyse inelim çardağa gelenlerle bir değerlendirme yaparız. Belki birilerinin başka duyumları vardır.” diyerek etrafı topladıktan sonra bir tepsinin içine kupaları koyarak indiler.
Kadınlar her zaman ki gibi çardakta hazırlıklarını bitirip, erkeklerde gelince minik bir kalabalık sesi ortamı çınlattı. Çekirgelerin sesleri sinek sesi gibi kaldı ortamda.
Komşulardan birisi, “Bak çekirgeler iyice azaldı. Oysa ağustosta burada da çok sesli koro gibi ortalığı velveleye verirlerdi. Şimdi tek tük var birbirimizi daha iyi anlıyor ve duyuyoruz. Yazdan arta kalmış günleri yaşıyoruz ya da uzatma yazı. Kovaladık baharı, şimdi yazı kovuyoruz.” dedi.
Kamelya bu akşam biraz daha kalabalık. Zemin katta ki müzik öğretmeni Selma’nın kayınpederi Hacı Amca da geldi. Sakince köşeye geçmiş elinde bir dergi onunla ilgileniyordu. Güllü’nün alt komşusu Musa Hoca bankadan emekliydi. Müsaade isteyerek yanında oturdu.
“Hacım nasılsın? Bir şey içer misin getireyim” dedi.
“Bekle Musa bekle. İnsanlar bir toplansın sonra içeriz. Hep yaptığımız şey değil mi?”
“Haklısın hacım haklısın nereye kadar hadi uyalım buna.”
“Yahu Musa Efendi emekli oldun halen şehri terk etmedin.” dedi Hacı Amca. Sonra semaverin başında bir bayan kalabalığı oradakileri çay içmeye çağırdı.
“Hacım doğru söylersin de bizde köy mü kaldı! Şimdi yerinde otlar bitiyor. Belki otlar da bitmiyordur. Taş üstünde taş kalmadı. Eskiden yine bir barakamız vardı yılda on gün falan kalıyorduk şimdi o da yok.” dedi.
…
Güllü Hanım da gün içinde yaşanan olayı gördüğü kadarıyla anlatıyordu. Semaverin başındaki kalabalık ondandı. Tabii ki herkes kulak kabartmıştı.
Herkes ortadaki kenarları kömür karası tahta masanın üzerindeki çeşitli boy ve renkte bardakları alarak çaylarını doldurup köşesine geçti. Yine ev yapımı kekler ve pastalarla çaylarını tatlandırdılar.
Musa Hoca elindeki kaşığı bir çan gibi bardağa vurdu. Herkes gözlerini o tarafa dikti. “Sevgili komşularım, yazdan kalma bir sonbahardayız. Sanırım bundan sonra bu ortak mekânımızı aynı sıklıkla kullanamayacağız. Taa ki bahara kadar. Sevgili eşlerimizin emeğine sağlık. Sohbetimize yaptıklarıyla katık oldular. Kulağıma kadar gelen bir olumsuz durum hakkında komşumuzdan bilgi almak istiyorum sizin de müsaadeniz olursa.” dedi.
Bu kez tüm gözler Güllü’ye döndü. O da akşamın tüm ışığını üzerine alarak başladı konuşmaya; “Sabah saatlerinde Bizim Recep’in evinin camını indirdiler. Tüm camları, kadın gözümüzün önünde paldır küldür indirdi, sahip çıkamadık. Bu cezalandırmayı kendinde bir hak görerek ve onun yarattığı mutlulukla ve erinçle arkasına bile bakmadan çekip gitti.” dedi.
Kamelyanın köşesinde hırıltılı bir ses çıktı. Hafifçe komşular başını o yöne çevirdiler. Hacı köşesinden kalkıyor gibi yaptı ama sadece ayaklarını divandan aşağıya sallandırdı ve “Bu komşuluğa sığmaz. Komşu komşunun külüne ihtiyaç duyar ve bu ayrıca karşı bir korumayı ve kollanmayı gerektirir.” dedi. Diğer komşular ağızlarında akşam ziyafetindeki kırıntıları mideye indirmek için çaylarını yudumlamaya devam ettiler. Herkeste bir merak bu sözler nereye kadar gidecek. Ama kimseden de ses çıkmıyordu. Konuya nereden başlayacaklarını bilemediler.
Komşuluk hukukuna göre davranılmadığı aşikârdı. Güllü bunların baş sorumlusu ya da ilk hukuka sahip çıkmayanlardandı. Kendini bir suçlu gibi hissetti. Açıkçası konuşacağı şeyi de çoktan unuttu. Hanife Hanım söze girdi. “Bu olay göz açıp kapayana kadar oldu. Kim ne yapabilirdi? Bu olay bizim için bir ders olmalı,” dedi.
Musa Hoca sözü tekrar aldı. “Komşular görüyorsunuz. Olaylar bir göz uzaklığında ama yapacak bir şey yok. Elimizde bardaklar hayatı kovalıyor, çayları boca ediyoruz karanlıklara. Bugün daha güzel şeyler konuşmak isterdik. Bazen biz tercih etmeyiz bize sunulanı yaşarız ve yaşatırız değil mi?” diyerek orada bulunanlardan onay almak istiyor gibi davrandı.
Güllü, Recep’le geçen konuşmasının bir bölümünü aktardı. “Biz bir yol çizeriz, hayat ise kendi yolunu. Ya denk geliriz ya da düşeriz farklı yollara. Tercihlerimiz diye yaşadıklarımız bazen güçsüzlüğümüzdendir. Onun için güçsüzlüğümüz kaderimiz olur. Biz de kalanı yaşarız. Anlayacağınız, yaşatamayız ne kendimizi, ne aşkımızı. O da bir gün körün taşı gibi seni bulur. Ben kapattım dersin de birileri için o hep açık bir yaradır. İşte, apse yapar günün birinde akıtır bütün irinlerini. Tercihlerimiz değil aslında terk edilişlerimiz bulur, gelir, sorar ve sarsar hayatımızı. Kırılan cam olsa yerine konur oysa kalp kırıldığında yıllar geçse de o unutulmaz.” dedi ağlamaklı bir sesle.
Musa Hoca, “Hımmm zor bir o kadar da basit bir yaklaşım. Burada yaşadıklarımızdan hareketle şöyle diyebiliriz. Biraz önce masamın üstünde farklı renk, ebat ve biçimde bardaklar, fincanlar vardı. İlk giden kendine ve bize göre en şanslımızdı. Bu ilk nezaket icabı Hacımıza bırakıldı. Dışında ise rastgele bardakları ve fincanları aldık. Çaylarımızı doldurup içtik. Neden böyle tercihler yaptık sizce? En son kalan bardaklara baktığımda kaba, renksiz sadece bir suyu hacim olarak içine alabilecek kadar olanlardı. Elbette ki kendimiz için en iyi ve güzeli aldık elimize. Oysa biz sadece çay içecektik. Çayın tadını tuzunu etkileyecek bir şey değildi bu tercihi yapmamız. Şimdi hepimiz bir yudum çekelim, bakalım ‘bardaklar’ çayın tadını değiştirmiş mi? Ya da renkli olan, ince olan bardakla içmenin çayımızın tadına değil ama dudaklarımızın keyfine uygun olduğunu fark edeceğiz. Oysa çay içmeyi değil onun öncesi bir başka şeyi tercih etmeyi seçtik. Görselliği göze hoş geleni tercih ettik. ” dedi.
Hacı, semavere yaklaşmış çayını dolduracaktı ki bardağına baktı. Renksiz ve kulpsuz bir bardağı tutuyordu. Sonra diğerlerinin ellerindeki bardaklara baktı. Rengârenkti. Oysa tek kulpsuz bardak da onun elindeydi. O geleneksel davranmış tercihini yine geçmişten yana yapmıştı. Çayını doldurdu küçük bir gülümsemeyle ayrıldı oradan. Tercihiyle kendisi arasındaki biçimsel ve içerikli bağlantıyı düşünerek oturdu yerine.
Musa Hoca kaldığı yerden devam etti. Çünkü insanlar halen bitirmemişti konuşmayı ve insanlar bu konuşmanın sonucunu dinlemeyi istiyorlardı.
“Sevgili komşularım, daha ilerisini söyleyeyim. Birbirimizin tercihlerini aldığımız bardakları gözetleyerek yaptık. Neden böyle bir şey yaparız ki?” dedikten sonra herkesin elindeki bardağı tekrar incelediğini gördü. Kiminin yüzünde hınzır bir gülümseme, kiminin ise asık bir suratın renk tonlarına bıraktı…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.