- 674 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BU DA BENİM HİKÂYEM (I)
Adından daima söz edilen, havasının insanları cezbettiği, sadece ülke insanlarının değil dünya insanlarının da gözdesi olan bir şehrin yeşili, suyu bol, berrak; ama bir o kadar da tenha, köhne bir köyüydü burası. iki tarafından nehirlerin aktığı, kış yağmurlarıyla taştığı ve insanların mahsur kaldığı bir yerdi ayrıca. Buradan günde bir otobüs çalışırdı o hayal edilen hep ilerde gidilmek ve hep orada yaşanmak istenen şehre.
Umutla beklenirdi akşam otobüs dönüşü ve şehirden, hayal beldesinden, dönenlerde farklı bir yüz, farklı bir koku fark edilirdi hemen. Çantalar taşınırdı şehirden gelenlerin çocuklarca, tabi boşuna mı? Değil elbette çünkü boş gelinmezdi herhalde koca şehirden gelinirken pazar ekmeği getirilirdi yanında bir de bisküvi ve lokum falan… hemen tutuşturulurdu ellerine çocukların el kadar ekmek ve bayram ederlerdi bütün çocuklar.
Bir de düğünlerde, mevlitlerde bayram ederlerdi çocuklar çünkü bakkalı çakalı olmayan, tenha kuytu yere seyyar bakkal gelirdi. Varsa ellerinde birikmiş parası çocukların birikmişleriyle yoksa da yumurta çalınıp evlerden takasla paraya çevrilerek alışveriş yapılırdı Lidyalılara inat.
Orda doğal oyuncaklarla oynarlardı çocuklar: çam ağaçlarının kabukları bir zanaatkar edasıyla yontulur; taksi, otobüs imal edilirdi isteğe göre. Kaya diplerinde evler tutulur evcilik oynanırdı her zaman. Yemekler bile hazırlanırdı evden çalınmış ve tasarrufla kullanılan yarım jiletlerle. Modern oyuncaklar da yok değildi hani eskimiş bir traktör lastiği ve bunu yönlendirecek iki sopa; bundan iyisi Şam’da kayısı.
Okul belki de bura insanının yurda açılan tek kapısıydı. Engebeli dağlar içine dağılmış evlerden bir sürü çocuk birikirdi iki saat yol yürüyerek ve sabah beşte yatağından çıkarak. Kadersizdi çocuklar; iştahla gün doğmadan geldikleri okulda daha öğretmenleri bile uyanmazdı ama iş sabahındı bu köyde, büyükler tarlaya giderdi erkenden, çocuklar okula. Beklerlerdi öğretmenleri uyanacak, kahvaltı yapacak, okulu açacak, ders başlayacak. Bazen çok soğuk da olurdu hani evden getirilmiş bir parça odun yakılıp ısınılmak istenirdi ama okul kapalıydı, öğretmenin kapısı binbir korkuyla çalınıp anahtar istenirdi hatta öğretmen bu yolla uyandırılırdı.
Ders bitince yollarda oynanarak bazen kavga edilerek gidilirdi diğer köyün çocuklarıyla, Arap sabunu torbasından da güzel okul çantası olurdu, bir de sırta asacak ip iliştirdin mi, en iyi çanta bu olurdu.
Köye Kıbrıs adası da denilirdi çünkü bir kış günü buraya misafir olan birisi eğer bir yağmurlu zamana denk gelirse köyün bir tarafından Aksu diğer tarafından Kırkgeçit nehirleri taşardı ve gelenler en az bir hafta mahsur kalırlar ve ağırlanırlardı bol bol.
İşte imkânlarıyla garip ama insanı ve doğasıyla zarif ve içten olan bu köyde çocuklar hep o hayal edilen şehre ilkokulu bitirince giderdi, kimileri zanaat öğrenmeye kimileriyse ilim öğrenmeye. Çünkü meslek öğrenmek kutsal gibiydi bura insanına göre. Meslek sahibi olanlar kurtulur bir ekmek kapısı açardı kendine. Hepsi kazanamazdı bu savaşı ve dönerdi köyüne ve ayıplanırdı köylülerce bir adam olamadan geldi diye.
Osman da bu kuralları değişmez, bazen insanı boğan ama bir o kadar da kendine bağlayan; köyün içine kapanık, dış dünyayla kontağı az fakat iç dünyası geniş bir çocuğuydu. Okullar açılmasına rağmen tarla takka işlerinden kaydı geciktirilmiş, bir fırsatta kaydı yaptırılarak geç de olsa okula başlamıştı .
Okulu uzak olmasına karşın büyük bir çantası vardı Osman’ın. Köyün diğer çocuklarından farklı olarak ve her gün eşeğe sarılmış yük gibi zorlana zorlana da olsa taşırdı hep onu. Bilmiyordu gün içinde hangi ders kitaplarının ve defterlerinin lazım olduğunu, bunu ancak dördüncü sınıfta öğrenebilmişti, ne bilsindi o gün öğretmenin hangi dersi yapacağını.
Evin en küçüğü olması Osman’ ın biraz şanslı tarafıydı çünkü ona ayrı bir değer verilir, bir dediği iki edilmezdi; bundan dolayı herkesten farklı olarak arapsabunu çuvalından devşirme çanta yerine şehirden, şehirli çocukların çantalarından alınırdı hep. Birleştirilmiş sınıflarda okuyan Osman, okulda bazen başarılı bazen başarısızdı; Sedat öğretmeni ona ilk okumayı öğretmişti ve severdi öğretmenini o da. Gerçi öğretmeni ihtiyaç için şehre gidince diğer sınıfın öğretmeni gelirdi derse, bazıların kulaklarını çeker, bazılarını tokatlar, bazılarını döverken yazı tahtasını da göçürür korkuturdu Osman’ı. Daha sonra sevdiği öğretmen okuldan gitmiş yerine başka bir öğretmen gelmişti, onunla da yarı anlaştı yarı anlaşamadı; son sınıfta ortaokul okuyacağım dedi öğretmenine ve diploma notu yüksek olsun diye pekiyi ile geçti ve o derece ile bitirdi okulunu.
Onun için yeni bir macera başlıyordu hayal ettiği beldede …
(27 Ağustos 2011)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.