- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-11
Medrese, Müslümanların en önemli eğitim-öğretim kurumu...Müslümanlar çağlar boyunca hayata kültür ve düşünce anlamında buradan boy vermişler..İnsanların sistemli olarak bir şeyler öğrenmek adına, bir araya gelebildiği en azından bir dönem, neredeyse tek kurum. Tekkelerden, zaviyelerden söz etmeyeceğim. Medreselerin ünlü kılınmasında Nizamülmülk’ün payı büyük. Özellikle bizim kültürümüz açısından önemli. Nizamülmülk sonuçta da canı ile bedel ödeyen bir Selçuklu veziri.
Cumhuriyet çoktan ilan edilmiş; eğitim kurumu olarak mektepler çoktan devreye girmiştir. Dini eğitimin de bir tür gerçekleştirilmesi, halk çoğunluğunun önemli arzusudur. Anlaşılan o ki, eski medreseler örnek alınarak dini eğitim de bir taraftan imkanlar ölçüsünde yürütülür. Müslüman bir aileden, eskilerin molla tabir ettiği, o çevre için dini otorite kabul edilen bir aileden gelmemiz nedeniyle bizim aile de kayıtsız kalmadı. Beni de köyümüzde bulunan bu medreseye, dini eğitim almak üzere küçük yaşta gönderdiler. Küçük yaş diyorum çünkü, altı yaşımda, karları yarmaya gücüm yetemediğinden sevgili ablamın sırtında, gidip, geldiğim çok olmuştur. O soğuk anları şimdi sımsıcak hatırlıyorum, ah ablacığım, bir elinde Kur’an, koltuğunda tezek ve sırtında ben...
Medrese, köy camisinin yakınında, biraz yüksekçe bir yerde, biraz diyorum, çünkü, onun az yukarısında Ermeni kilisesi bulunur. Medrese İki bölümden oluşan, toprak damlı, iki pencereli bir kerpiç yapıdır, zannedersem halen mevcut. İçeri girdiğimiz de sol köşede bir at arabasını dolduracak tezek yığını olurdu. Her gelen çocuk 25 Cm2 büyüklüğünde bu tezekten getirmek zorundadır, yoksa içeriye alınmaz. Duvara 3 m.mesafeden odun parmaklıklarla kesilen bir bölüm; zemin, hasır ve kilimlerle kaplıdır. Kilimler üzerinde yine çocukların evlerinden getirdiği minderler..Bunlar çok önemliydi, biz çocuklar kavga ettiğimizde çok işimize yarardı, biri birimize fırlatırdık...Pencere dibinde yüksekçe bir sedir, sağ köşede hocaya ait bir kalın minder (Şilte), köşeye dayalı fındık çubuğundan 2 m.lik bir sopa, her kıyafet ve biçimden ,her yaştan erkek, kız çocuklar, yani karma eğitim. Gelinlik kızlar, damatlık oğlanlar ve benim gibi altı yaşında çocuklar, aslında yaş sınırı gözetilmezdi demek daha doğru. Sorumlunun yaşından dolayı bir müracaatı reddetmesinin bir gerekçesi yok. Bu bize aslında, neyin, nasıl, ne kadar öğretilebileceğinin de mantığını veriyor.
Bu sistemde saat gözetilmez; sabah, öğlen ve ikindi kavramları zamanı belirler. Hoca kuşluk saatinde gelir. Zaten pencereden takip edilmektedir sürekli hafızlar tarafından; bir an gelir ve ansızın bütün sesler tık! diye kesilir. Belli ki gelen Hocadır. Hani bazen yanılgılar, şakalar da olmuyor değildi. ! Hoca sessizce içeriye girer, paltosu varsa alınır, usulca bağdaş kurarak mütena köşesine oturur. Önce hafızlar ezberlerini okurlar, ardından kuran okumaya çıkanlar ve elif-ba’ya yeni başlayanlar sırayla dizilirler. Çoğu zaman hoca herkesle muhatap olmaz; bilenlerin bilmeyenleri eğittiği, sınırsız bağırarak konuşmanın bir tür serbest olduğu hiyerarşik bir yapıdır. Yaş, bilmek; sıra ve saygıyı burada da belirleyen normlardır...
Burada verilen eğitim tamamen bir alfabeyi yüzüne okumaktan ibarettir. Yani Arapça harfler öğretilir ve okutulur. Kesinlikle tahta kullanılmaz. Bir de varsa talipli olanlar, hocalar çok hoşlanmasalar da, hafızlar yetiştirilir...İstemezlerdi diyorum çünkü, çok acımasız dayak atılırdı, ya da ben öyle bir döneme rast geldim. Genelde zeki çocukların görevi bu sopa yiyen hafızların ayaklarını tutmaktır. Bana da nasip olmuştur...Hocalar o yıllarda devlet tarafından atanmaz, nafakası karşılanmak, hayvanlarına bakılmak üzere bir miktar hane başına buğday, imece usulü toplanarak hocalara verilirdi. Ben üç hoca tanıdım; biri oldukça yaşlı, ne gözleri iyi görürdü, ne kulakları iyi işitirdi..Çocuklar kıyameti koparır, o tınmazdı bile...Benim öğrenme konusunda ilk rehberim bu hoca olmuştur. Altı ayda elif-ba’yı yukarıya zor geçtik. İkinci hocamız çok genç bir adamdı. Gözlerini hala unutamadım çok büyük, ela gözleri vardı ,ama, çok dehşetli bakardı. Kanımız kururdu !...Üçüncü hocamız orta yaşlarda, demek ki otuzlu yaşlarda olmalı . Bu da çok dehşetli bakardı, üstelik bunun gözleri kedi mavisi aman Allah’ım...
Ben işte bu hoca zamanında başı okşanan bir çocuktum. Başıma beyaz fes örter çok yakıştığını söylerlerdi..Hafız yapılmak istendiğimi anlamıştım. Fakat hiç niyetim yoktu, mektebe gidecektim. Bu nedenle ortaokula bir yıl geç gönderildim ! Gönderilmedim kaçtım...
Bir gün ahırda yasin suresini ezberliyordum (Ahırlar en sıcak yerlerdir, amonyaktan başınız dönse de şartlar çoğu yerden iyidir) kafama bir soru takıldı; çocuk bu ya,’ Allah’ı acaba kim yaratmıştı?’ Ezberimi yapıp, mavi gözlü hocamın önüne oturdum, yutkundum:
"Hocam bir şey sorabilir miyim?
Hı hı..
Hocam Allah’ı kim yarattı?"
Kıyameti koparmıştım haberim yoktu !..Hocanın önce gözleri büyüdü, sonra yüzü kızardı, eli fındık sopaya uzanırken geri çekilmek istedimse de fırsat vermedi omuz başıma iki iyi sopa indirdi..Sonra bunu sana öğretenlere ...Diye hakaretler etti !...
Ben dersimi almıştım ! Neden bu soruyu hocaya sorduğuma halen hayret ederim , halbuki evde beni dövmeden cevaplandıracak insanlar vardı. Demek, onları büyüğüm kabul edip, hocayı sorumlu mu düşünmüştüm, bilemem. Bu soruyu hayatım boyunca bir daha kimseye sorma cesaretinde bulunamadım. Kendim aramaya koyuldum...
Evet elif-ba, otuz iki farzdan ibaret olan bu sistem, ne kadar anlamlıydı? Bu sistem geçmiş eğitim sistemimizin en azından o bölgede köye uzanan bir kolu muydu? Aralarında ne kadar benzerlik vardı, var mıydı? Bunları bugün halen sormak durumundayız.
Biz eğitimi-öğretimi, bir bilgilenme olarak benimsedik, Bilgilenme bir fotoğraf çekmektir. Resmi incelemek değil. Asırlarca eğitimimize hakim olan bu zihniyet olmuştur. Cumhuriyetle birlikte bu yara asla kapanmamıştır. Halen çoğu sahada resim çekmeye devam ediyoruz ,ama, çektiğimiz resimleri asla anlamıyoruz. Çoğu zaten banyo sırasında kayboluyor !...
Hayrettin YAZICI
Devam edecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.