1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
455
Okunma
Buna gerek yok. Daha fazlası gibi görünmeye çalışmak sende o fazlalıktan eser olmadığına işaret ediyor. Fakat tam tersi, kendini daha azı olarak görmek, fazlalaşmayla nihayet buluyor. Sanki kainatın düzeni de, tıpkı kul ve Allah’ı arasında olduğu gibi, acz-rahmet ilişkisi üzerine kurulmuş. Aç olmadıkça gıdalanmak yok. Muhtaç olmadıkça ihsan yok. Aranmadıkça bulmak yok. Öncesinde acizliği/fakirliği yaşanmadan elde edilen hiçbirşey insanı doyurmuyor. ’Tokmuş gibi’ yapılarak sofraya oturulmuyor. Öylelerinin bahtı farkedilmeden yaşanılan mütemadî bir açlıktır. Tüm zenginliği içinde boşluğu dolmayan intiharlar buna şahittir.
Evet. Kesinlikle. İnsan öncelikle eksik olduğuyla övünmeli. Yokluğunu başına taç yapmalı. Fahr-i Kainat aleyhissalatuvesselam gibi "Fakirliğim fahrımdır!" diyebilmeli. Bunu içinde yaşamalı. Bundan razı olmalı. Barışmalı. Ve şu da var: Bunu ’daha fazlası olmaya’ değil ’daha azı kalmaya’ açık olarak yapmalı.
Yani, hiçbir lokma bu açlığını geçirmeyecek, önce bunu kabullenmeli. Hep daha azı kalacak. Hep az olacak. Az oldukça yükselecek. Boyunu yukarı doğru değil aşağıya doğru atacak. Aşağı, aşağı, daha aşağı... Kök verecek. Göğünden vazgeçecek. Başka ağaçları görmeyecek. Sadece köküne bakacak. Onu görecek. Onu bilecek. Onun sağlığıyla ilgilenecek. Kibirle bozulmasının önüne geçecek. İşler hep içinde dönecek.
Sonrası? Sonrası da öncesi gibi. Allah Kerîm. O Kerîm ona, gözleri ayaklarındayken, dallar ikram edecek. İhsan edildiğini bilmeden ihsanlara mazhar olacak. Mürşidimin "Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır!" dediği gibi, o ademinde/yokluğunda büyüyecek, Allah ona vücud/varlık lütfedecek.
Her kitabın başına "Ne kadar az biliyorum!" diye oturacak. Her seccadenin başında "Ne kadar az kulluk ediyorum!" diye duracak. Her duasının öncesi "Ne kadar az dilendim!" cümlesinin endişesiyle döşenecek. Dışarıya göstermesine gerek yok. Dışarısı tam aksini düşünüyor da olabilir. Olsun. Dışarıyla hiçbir işi yok. Zaten bu ağacın köklerinin dışarıyla bir ilgisi yok. Dışarısı yok. Yokluk ağacının kökleri içerisine doğru büyüyecek. Zıt zıttını yetiştirecek. Ne kadar dibe inerse o kadar yukarıya çıkacak.
Dışarısını unutma meselesini cidden önemsiyorum. Bana öyle geliyor ki, dışarısı unutulmadıkça, ihlasın vücud bulması mümkün olmuyor. Her ne oluyorsa içeride oldukça gerçek oluyor. Fizikî âlemde nasıl birşeylerin somutta olması onu ’gerçek’ kılıyor, fizik ötesi âlemde de bazı şeylerin soyutta kalması onların ’gerçek’ kalmasını sağlıyor. Dışarıya çıkardığınız anda yokediyorsunuz. Belki farkediyor belki farketmiyorsunuz. İkinci niyetler birincilerini böyle öldürüyor. İçeride, hiçbir iddiası olmadan, bir arayış olarak durdukça niyetler yaşamaya devam ediyor. Yoksa canları alınıyor.
"Hayrat ve hasenâtın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıtâ bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ, kıyas et!" diyen mürşidimin sözünü bu penceden bakınca biraz daha anlar gibi oluyorum.
Öyle ya. Neden varolsunlar ki? Neden varolduklarına inanayım? Onların vücudu varlıkta değil yoklukta. Yokluklarına inanıldıkça varoluyorlar. "Ne kadar mütevazıyım!" desem tevazum ölür. "Ne kadar kibirliyim!" desem kibrim ölür. Hatta kendimi uyumaya zorlasam uykum bile kaçar.
Bunlar iradeyle olacak işler değil. Bunlar ancak yokluğuna içten yakınmakla ’ol’acak şeyler. "Ne kadar da yok!" diye dizlerini vurdukça varolanlar. Ah, arkadaşım, yani içeride kalması gereken şeyler var. Dışarı akmaması gereken şeyler. Dışsız şeyler. Fakat, ne yazık, biz ahirzamanda suretperestliğe karşı koyamıyoruz. "Hayâ imandandır!" hadisinin sırrına dokunamıyoruz. Halbuki en doğal karşılanması gereken şey budur. Şeyleri saklamayı sevenlerin ’ancak yokluğuyla varolan şeylere’ sahip olması kolaydır.