- 438 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOBAN ATEŞİ
Güneş ağır ağır terk ederken göğü turuncu renklerle tutuştu ve yaz rüzgârlarının son halkasını önüne katıp gitti. Yakında sonbahara ulaşarak, ağır bir toprak kokusu tüm ağırlığıyla yeniden gün batımına ev sahipliği yapacak ve o kızıl dağların arasından, her kızıllaşan gün sonunda, uyumak için yuvasına çekilecek. Güneşin ardından evlere bir bir çekilir insanlar ve güneşin ilk ışıklarına dek sürer bu serüven.
Olcay o akşam yemeğini yer yemez kalktı. Hızlıca toparlanmaya çalışırken annesi “Evladım, hayırdır daha yemeğini bitirmedin. Dışarıda ne var? Kurtlar kuzular her şey evine tüner bu saatte. Sen, uçmaya çalışıyorsun.” diye serzenişte bulundu.
Olcay “Ana, yahu bir bırak beni Allah’ın aşkına. İşte yedik, içtik; gidiyorum. Yapacağım bir şey var mı? Sen onu söyle.” dedi ve kapıya yöneldi. Ayakkabılarını giyerek üzerine bir şey dahi almadan çıktı; gitti. Annesi ve babası öylece bakakaldı ardından.
Sonra annesi “Bu çocukta bir haller var. Son zamanlarda evde zaman da geçirmiyor. Bütün gün çalıştı, yoruldu ama bana mısın demiyor. Hadi hayırlısı bey” diyerek kapıyı kapattı.
Bakkal Kemal, her zamanki gibi köşesine oturmuş çekirdek çitlemekte. Olcay’ı görünce ayağa kalkarak; “Hayırdır Olcay geceyi nerede ağırlayacaksınız?”
Olcay canı sıkkın bir şekilde “Herkes hesap soruyor yahu! Ağız tadıyla bir akşamı geçiremeyecek miyiz? Sen de laf etme Kemal abi, şuradan her zamanki paketimi yap da zamanını almayım. Daha çitleteceğin çekirdeklerin vardır senin. Onları bekletme.” dedi.
“Ooo, bakıyorum da laf da sokuyorsun… Tamam, tamam. Sert olanlardan mı, soft olanlardan mı? Bilemiyorum arada bir değiştiriyorsun.”
“Bugün sert olsun… Bu kadar laf ancak onunla unutulur.” diyerek paketi aldığı gibi düştü yollara. Sokakta tek tük insanlar. Yorgunluk insanları eve erken sokarken, sokaklarda bizim haytalar gibi az insan var. Bunlar ya kaybolan bir hayvanın peşine düşmüşlerdir ya da geceyi karşılamaya hazırlanıyorlardır.
Buluşma yerine geldiğinde Duran adı gibi orada duruyordu. Bir insan bu kadar mı sakin olurdu! Dünya yansa bir gram üzüntü kopmaz gözlerinden. Şimdi her zamankinden daha suskundu.
Bunu gören Olcay “Hayırdır tarlada bağların mı kaldı? Böyle sus pussun.” dedi.
Duran “Sorma Arif’e canım sıkıldı. Biraz önce buraya geldi. ‘Siz gidin ben arkanızdan gelirim.’ dedi. Bir taraftan düzensizliği, diğer taraftan zamanı kullanamaması… Görüşmelerimize Allah’ın bir günü de zamanında gelse inan kurban yerine bizim çilli horozu keseceğim.”
“Hayırdır gerekçesini söyledi mi?”
“Yok, yok… Gelince anlatırım, diyerek hızla uzaklaştı buradan.”
Köyün en yüksek tepesine doğru bir cılga bularak Ay’ı da arkalarına alıp ışığıyla Kirentepe’ye doğru yol aldılar. Etrafta çekirgelerin seslerinden başka bir şey yoktu. Çıktıkça yukarılara doğru Aya ve yıldızlara daha yakın hatta şöyle bir uzansalar dokunacak gibi hissediyorlardı.
Yıldızlar, geceyi gün kadar ışıttığından yürürken zorluk çekmedikleri için ayaklarına takılan, gözlerine görünen kuru çalı çırpıları toplayarak her zamanki oturdukları yerde eğleştiler.Hemen küçük bir ateş yaktılar. Odun parçalarını yavaşça ateşe atıp harlamaya çalıştıkça da sanki oda yanmanın tadını çıkarıyor gibiydi. Ne esen bir rüzgâr ne de yağan bir damla yağmur vardı. Ne kaynatacak bir aş ne de ısıtılacak ve ışıtılacak bir şey vardı. Yavaş yanmayıp da ne yapacaktı. Gerçi bu haliyle bile geceyi gündüze çevirmişti. Ve en tepeye başka bir hava vermişti. Yıldızlara inat; bak ben de buradayım, der gibi.
En sonunda Arif elinde bir poşetle çıka geldi. “Merhaba çocuklar, kusura bakmayın. Evde bazı sıkıntılar vardı. Onları hale yola koymam gerekti. Biraz konuştuk. Neyse şimdi yanınızdayım. Gecemizi komşunun mısır tarlasından getirdiğim nevalelerle şenlendirelim. Hayde! Tadını çıkaralım. Daha süt bunlar. Böylece sezonu da açmış oluruz. Sizler de ilk defa yiyeceksiniz değil mi?” diyerek poşeti rastgele attı.
Duran, herslendi “Arif iyisin hoşsun fakat zamansız ve dağınıksın be arkadaşım. Her tarafından düzensizlik akıyor.” dedi karşılık olarak.
Olcay, “Evet, mısıra bayılırım. Hele zirvede tadına diyecek olmaz.”
Duran, bir merakla içlenmiş mi ki diyerek mısırların içine baktı. “Eh fena sayılmaz. Bu yoklukta idare eder.” dedikten sonra dışını soymaya başladı.
Çoban ateşinin önemi şimdi bir kat daha arttı. Duran köz olmuş mu diye çoban ateşini biraz daha karıştırırdı. Ateş, mısırları pişirecek kıvama gelmişti. Uzaktan bir köpek havladı. Arkasından dağ meltemi çıngırak seslerini getirdi. Yakından bir sürü geçiyordu. Seslerin geldiği tarafa pür dikkat baktılar. Dağlar halen birilerine barınak ve yatak oluyordu anlaşılan.
Olcay, “Arif geldiğine göre kadro tamam.” diyerek açtıkları şişeleri tokuşturdular. “Dostluğa” derken sessizliği şişelerin tokuşturulmasından doğan o tiz sesler bozdu.
Arif eline aldığı uzun bir sopa ile yeniden ateşi deşmeye başladı. Mısırlar için yatak oluşturmalıydı. İlk soyulan mısırı ateşe attı. Çoban ateşi, yanmasını ağız tadıyla sürdüremedi. Mısırı iyice haşladı. Yakmalı mıydı? Haşlamalı mıydı? Buna yiyecek olanlar karar verecekti.
“Arifçiğim şu olayı anlamadım bir türlü. Bazen mısır bazen darı diyoruz bunlara. Bunun aslı astarı nedir ki?” dedi Duran.
Arif kendinden çok emin, boğazını temizleyerek ayağa kalktı sonra yıldızlara keskin bakarak; “Nereden başlasam ki… Lise ikideyim fen bilgisi hocasına bunu sormuştum. Dün gibi aklımda -İkisi de tıpkı buğday, pirinç, arpa, yulaf gibi buğdaygiller familyasındanmış. Darı ve mısırın karıştırılmaması gerektiğini söyledi hoca. Sadece yapraklı bitki halleri biraz benzemekteymiş. Darı, mısıra göre, buğdaygillerden taneleri epey küçük olan bir bitkiymiş. Buradan hareketle diyeceğim odur ki yediğimiz mısırdır” dedi.
Duran sessizliğini bozdu. “Lan anasını sattığımın darısıyla mısırını ne çok karıştırıyoruz,” dedi. Yıldızların içinden bir ışık huzmesi yeryüzüne doğru bir yolcuğa çıkmıştı ki onu gördü. Yanındaki Arif’i dirseğiyle dürterken parmağı ile gökyüzünü gösterdi.
Duran “Herkes çabuk bir dilek tutsun.” dedi.
Olcay, “Yahu ne yıldız kayması ne dilek tutması? Askerliğini yapmış adamlarsınız hâlâ koca-karı masallarına inanıyorsunuz.” dedi.
Birinci şişeleri bitirip koydular bir taşın dibine. Ardından ilk mısırlarını yediler. Gecenin içinde içkileriyle serinlediler. Arkasından sıcakla ısıttılar bütün bedenlerini.
‘İyi biz böyle öğrendik, öyle biliyoruz. Ya sen nasıl biliyon ki’ dediler. Arif’e tarif gerekmiyor ama Olcay’ın tarifi isteniyor şimdi.
Olcay deyip diyeceğine pişman oldu. Abisinin üniversite yıllarında astronomi mühendisliğinde okuyan bir arkadaşıyla geldiği sene böyle bir olay yaşanmıştı. O da durumu kabaca onlara anlatmıştı. Ama hayli zaman olmuştu. Bunu derleyip toplayıp arkadaşlarının anlayacağı şekilde anlatması onun için çok zordu.
Halk arasında ‘Kayan Yıldız’ ya da ‘Akan Yıldız’ olarak adlandırılan gökyüzündeki bu ışık huzmelerine astronomide ‘meteor’ denmektedir ve meteorların oluşmasında yıldızların hiçbir rolü bulunmuyor. Daha da ötesi gökyüzünde gördüğümüz bu olay, Dünya’nın dışında, uzayda ya da yıldızların olduğu mesafede değil, tamamen Atmosfer içerisinde 80 ile 100 kilometrelik yüksekliklerde gerçekleşmektedir. Yani neredeyse başımızın üzerinde oluyor diyebiliriz.” diye bitirdi.
Arif’in yüzünde hınzırca bir gülümse belirdi. Duran takip etti onu. “Bak! Bizim Olcay da az değilmiş hani.”
Arif ağzına pelesenk olmuş “Ömür, darı taneleri gibidir.” dedi şişenin sonunu getirirken. Yalpalayarak kalktı. Aslında dokunsan iki metre uzanacak haldeydi.
Bu gülümsemeyi görünce Olcay’ın aklına Gülümser geldi ve daldı gitti. Uzun sürmedi bu. Arkadaşları, “Hadi tut tut. Buna içilir. Bilgiye, “Kayan Yıldız”a pardon ışık huzmelerine. Işığımız hep bol olsun. Güneş, Ay, yıldız ve meteorlarımız bizi bunlardan mahrum bırakmasın.” dediler.
Dilek tutamadılar, bıraktılar kahkahayı. “Yahu yıllardır dilek tutuyorduk ama bir türlü gerçekleşmiyordu. Şimdi anlaşıldı, biz yanlış biliyormuşuz. Yanlışın üstüne dilek tutulur mu hiç! Yine güldüler. Geceyi çınlattılar. Onların gür sesi ortalığı bir sahneye çevirdi. Herkes çıkınında ne varsa döktü. Birbiriyle ilgili halen bilmedikleri şeylerin olduğunu fark ettiler ama Arif’in geç kalmasını unutmadılar. Sormadan üçüncü şişeden sonra zaten kendisinin bülbül gibi öteceğini tahmin ediyorlardı.
“Bu meret yerinde olduğu gibi durmuyor. Hep bir yolculuk yapıyor bedenimizde; o da yetmiyormuş gibi beynimizde fırtınalar estiriyor, coşturuyor işte. Unuttum sanmayın ha!” dedi.
Olcay’la Duran, birbirine bakıp “Sanırım konuşma vakti geldi artık bülbül kesilir.” diye güldüler.
Arif sözlerinin kaldığı yeri biliyor ama nasıl olaya girecek onu bir türlü kestiremiyordu. Kendisi için çok basit ve sıradandı ve anlatmanın bile gereksizliğini düşündü. Ama onlar bir olay ve durum bekliyorlardı. Dedesinin ona öğrettiği bir öğreti vardı: ‘Sen sen olmadıktan sonra birileri seni hep bir kalıbın içine sokacaktır.’
Kaldığı yerden başladı; “Ömrümüzün darı tanelerinde kaldım. Sıralı ve basit bir yaşamımız var. Yaşamın ölçüsü, yaşlarımızın üst üste geçişi değil midir ki? Süreçte davranışlarımızı, ruhumuzu mevsimlere göre anlamlandırmaya çalışırız. Tıpkı her sonbaharda kışa hazırlık gibi. Yaşamın kıyısında oturup zaman dizgelerinin dere gibi, ırmak gibi çağlayarak geçişini izleriz. Üstünde taşıdığı sandallar odun parçaları bizim tutunmaya çalıştığımız gayretlerden başka nedir ki? Biliriz ki dün, bugün anı oldu. Ya yarın bir hayalden başka nedir ki? Sevmek bir niyet midir ya da geleceğin hayali mi?” dedi ve sustu.
Sonra Arif “İçimizden bir şarkı sözü geçer biz söylemeden karşıdakinin dudaklarından düşer. Sonra anlam vermeye çalışırken ben bu şarkıyı çok severim, der. Sonra sen de; ben de çok severim, diyemeyiz. Çünkü onun sevdiğini senin sevesin gelmez. Böyle bir şey değil mi arkadaşlar?” der.
Çekirdeklerin çıtırtısı sazın en tiz sesi gibiydi. Arka arkaya gelen bu sesler, rahatsız ediciydi. O sesi, şişelerin tokuşması daha da arttırdı. Ateşin başında tam bir üçgen oluşturmuşlardı. Aynı açıda ve mesafede duruyorlardı tesadüfî bir şekilde. Sustular… Birbirlerine baktılar. İçkilerini yudumladılar. Bu kez ortamda ateşin çıt çıt eden son odun parçalarının yanmasıyla çıkan ses ve ona eşlik eden biraz ötede cırcır böcekleri… Köyün altından Kovalı Göl’deki kurbağaların sesi kulaklarına kadar geldi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.