Sonbahar Yaprağı (Akiha)
Bir sonbahar günü dansa kaldırır rüzgâr, ağacın dalında tek başına duran yaprağı. Ve onu, güçlü kollarıyla sıkıca kavrar... Ardından salınırlar beraber. Tek bir vücut gibi, ateşten kaçan bir pervane gibi… Ama bu dans fazla uzun sürmez ve rüzgârın eski eşlerinin yanına gider bu yaprakta. Sararmış yapraklar mezarlığına…
Unutulan yaprak, kendine bir arkadaş edinir. Hatırlanmak için unutulmayı öğrenir… Gün gelir arkadaşı rüzgârın başka bir oyununa kanıp, gider; düşmanlığı, kandırılmayı öğrenir… Bir gün biri gelir, onlardan farklı biri; bir insan. Alır yaprağı ama onu alabilmek için bir başkasını ezdiğinde; ölümü öğrenir. Sonra biraz önce katil ilan ettiği insan sevgiyle bakınca ona; sevilmeyi öğrenir. Onu alan insan, onu bir başkasına verince; aşkı öğrenir. Ardından ihaneti öğrenir ve camdan aşağı atılır; biri için bir başkasının canını acıtmayı öğrenir. Sonra camdan aşağı düşmekte olan yaprağın imdadına koşar rüzgâr. Rüzgârın kollarında kendini bulunca yaprak, vefayı da öğrenir…
İyice sararmış, çatırdamaya başlayan yaprağı hafif bir esintiyle; kırmadan, ufalamadan uçurur rüzgâr... Uzaklara gittiklerinde, yaprağı bir dağa bırakan rüzgâr, tek kelime etmeden, yaprağın yanından uzaklaşır. Yaprak, öylece durur o dağın eteklerinde. Son demleri olduğunu hafifçe ufalanıp, ondan uzaklaşan parçalarından anlar. Derin bir nefes alır, gökyüzüne çevirir gözlerini.
“Bir rüzgâra kandım, düştüm dalımdan. Salındım, unutuldum; alındım, sevildim; atıldım, üzüldüm; en sonunda yine kaldım beni oradan oraya atan rüzgâra. Önce bir bütün olarak aldı beni benden. Şimdiyse parça parça almakta…”