- 680 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-9
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
[ italik
Unutulsun istemiyorum tandır başında ki uzun kış geceleri ve yaban elması altında ki kısa yaz geceleri...Unutulmasın; ıslıklar, türküler, halaylar ve haylamalar...Haylama deyince de herk aklıma geldi, sahi siz hergi bilir misiniz? Hani beskiler (ön sıra), ortalar, başlardan oluşan üç çift öküzün sürüklediği pulluk ve hayvanlarla onları süren, dudakları haziran sıcağında tam orta yerinden çatlamış iki hodak (iki çocuk) ve pulluğu idare eden majgal ve bu kombinasyonun oluşturduğu çoroş. Bilmezsiniz değil mi? Her haziran ayı geldiğinden bir uğultudur çökerdi; dağa, ovaya, yamaçlara; türküler, ıslıklar ve haylamalar biribirine karışırdı. Bu uğultunun gecesi ve gündüzü de yoktu sanki. Haylama: iki çoroş gurubunun hodaklarının biribirine söylediği bir tür türkü atma, karşılıklı söyleme olmakla birlik, aslında çocuk dünyasının o demde söylemelerin yanı sıra sövgülerini de karşılardı, olabildiğince içlerinde argo söylemlerde geçerdi. Bu aşırı sıcaklardan bunalmış gençlerin bir tür deşarz olması, belki de tek terapileriydi...
Haziran başı geldiğinde, bütün yatak, yorgan hazırlanır yaylaya çıkarmışçasına her şey tam tekmil yola koyulur ve bir tarla başı yapılırdı. Kağnı kullananlar için iş biraz daha kolaydı. Kağnının başı yukarıya kaldırılır, altına bir dayak konulur, tekerleklerin ve arkasının üzerine bir tür oturtulur, gölgelik sağlandıktan sonra, altı düzenlenirdi, hem gündüz yaşamak, gece de yatmak içindir bu hazırlık. Kağnıdan mahrum olanlarsa bir ahlat ağacı, varsa bir yaban elması, bunlar da yoksa bir çalı dibi, yatak serilebilecek şekilde düzenlenir, öyle ki bazen bu düzeneğin derinliği yarım mevzi gibi kazınır yirmi santimlik bir çukur olurdu.
Sabahın ilk ışıkları ile birlik, ıslıklar, türküler, haylamalar başlar, ta güneşin son hüzmeleri de kaybolana dek devam ederdi bu hengame. Majgal, yani gurubun büyüğü hayvanları yarına hazırlık için otlatmaya götürürdü sabah olunca dönmek üzere..Çocuklar artık çoktan yorgun düşmüştür, uykunun dünyada bu kadar tatlı olduğu başka bir yer, mekan ve zaman olamaz...İşte böyle günlerden bir gündü; amcamın oğlu ile birlik hodaklığı biz yapıyorduk. Bir elma ağacının dibini de yataklık olarak seçmiş, döşeğin kaybolacağı derinlikte de kazmış ve yerleşmiştik. Çocuk uykularımız gelmiş ve uyumuştuk çoktan. Gece kıyametler kopmuş ve bizim haberimiz olmamış, inanılmaz bir yağmur yağmış, köpeğimiz de üşümüş olacak ki, gelip ikimizin arasına girmiş ve o da belli ki uyumuş. Bir an gözlerimi açacak gibi oldum, gerçekten gözlerim açılmıyor, dört yanımız çamurla dolmuş, nasıl nefes alabildiğimizi, boğulmadığımızı halen anlamakta güçlük çekerim. O değilde, köpek usulca aramızdan çıktı, biz gözlerimizi yarım açar gibi olurken kendisini temizlemek için bir silkinsin ve gözlerimiz yeniden kapansın iyi mi ! Tabi ki köpeği kovaladık ama bizim tutulacak bir yanımız yoktu. Üzerimizde tek kuru bir nokta kalmamıştı, hava da haziran olmasına rağmen ince ince yağarken inanılmaz da bir soğuk vardı. Yapacak çok şey yok o halimizle öküzlerin yanına gidip koşumları tamamladık ve ho.. dedik. Dedik ama pulluğu işletmek mümkün değil. Ben küçük olduğum için başları sürmekle görevliğim, pulluk toprağa işlemediğinde de ön tekerin üzerine oturmak gibi de bir görevim var. Bir yandan ho dedik, bir yandan denedik ama baktık ki olmayacak. İçimize de bir sevinç yayılmadı değil, oh ne güzel galiba sürüm işi bugün için bitti, köye gönderiliriz ve kuru elbiselerimize kavuşuruz derken, ağabeyimin sesi yükseldi; öküzleri falan, filan yerlerde otlatın, akşam üzeri de bilmem kaçta buraya gelin, ben şehre gidiyorum...O an içimizden geçenleri varın siz hayal edin..Çamurlu elbiseleri merak ettiniz değil mi? Üzerimizde arasıra kendisini gösteren güneşle kurudu, kurumaktan başka ne elbiselerin, nede bizim şansımız yoktu...
Hayrettin YAZICI
Devam edecek... ]
YORUMLAR
Zor yılların anotomisi gibi seri yazınız.
Ortak yaşanmışlıkları olanlara çok daha yakın gelecek bir yazı serisi.
Emeğinize sağlık Hayrettin Bey.
Saygılarımla.