- 592 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Tevhid Allah'a boşluksuz inanmaktır
Bir boşluğun etrafında geziniyor gibiyiz. Şurada yaptıklarımız düşmemek için çırpınmalar. Anlamsızlığın eşiğinde geziniyoruz. Anlamsız olmamalı hiçbirşey. Bunu sezmekteyiz. Fakat? Fakat doğru anlamı bulmak ’kendimizi içinde yitirmemize’ bağlıymış gibi geliyor. Öyle birşey olmalı ki hakikat biz içinde yitip gitmeliyiz. Uçurumun kenarında olduğumuzu unutturan herşey ’doğru’ mudur peki? Her zaman böyle midir? Elbette her zaman böyle değildir. Çünkü bir uçurumun kenarında olmamak da en az bir uçurumun kenarında ama sarhoş olmak kadar tehlikeyi unutturur. Bu ikisi arasında seçmemiz gereken şık ’bir uçurumun kenarında olmamak’tır. Lakin öyle miyiz?
Bütün ’acaba’larımız buradan geliyor bence. ’Tehlikenin yokluğu’ ile ’tehlikeye karşı dalgınlık’ arasında salınmaktayız. Dün geçmişte kaldı. Acaba büsbütün mü hiçe gitti? Aman! Bugün büsbütün mü hiçe yaşayacağım? Aman! Yarın büsbütün mü bir hiçliktir? Aman! Dünyevî dalgınlıklarda teselli arıyoruz. Korkulu ’Aman’larımız ilgisiz ’Amaaaan’lara dönüşüyor. Bu sorularla ciddi bir şekilde yüzleşmeye hazır değiliz çünkü. Sorularla yüzleşmek demek cevaplardan da haberdar olmak demek. Cevapları bildikten sonra ’bilmiyormuş gibi yapabilme’ konforundan uzaklaşırız. İçimizde bir yer yanıtların ödeteceği bedelden korkuyor. Onun gücü tuttuğunu daha sıkı sıkı sarmakta. Bırakmayı sevemez. Sarhoşluğu seçiyor.
Sarhoşluk: Bir tür ’-mış gibi’ yapma imkanı. Ama öyle bir imkan ki bu ’-mış gibi’ yaptığını da unutuyorsun. O zaman sarhoşluk: ’-mış gibi’ yapmadığını sanarak da ’-mış gibi’ yapabilme yeteneği. Evet. İnsanın sarhoş olmaya da yeteneği vardır. Ve çoğu sarhoş edenin azı da haramdır. Çünkü bir alışkanlık başlatır. Nefse bu imkanı öğretmemek gerek. İçimizdeki o yer. O karanlık köşe. Dünyaya tutunan elimiz. Nefsimiz. Onu bu imkanla tanıştırırsan sana karşı bile kullanır onu. Sen uçurumundan uzaklaşmak istersin düşme korkundan kurtulmak için. Ama o uçurumun kenarında olduğunu unutmayı seçer kurtulmak için. Onca bu da bir kurtuluştur zira.
Nefsin tuhaf bir yanı var. Alabildiğine maddeperest olmasına rağmen aynı zamanda maddeye karşı inkârcı. Nasıl anlatmalı? Acılara da en az zevkler kadar inanıyor ama ’-mış gibi’ yapmakla onları yokedebileceğini düşünüyor. Yokettiğini sandığı yerlerde neredeyse nihilist takılıyor. Ama varederken tastamam materyalist. Onun bu çelişik yapısını onaylayan akıl görevini de bırakmış oluyor. Akıl çelişkiyi onaylamamalı. Bunu onaylamaya başladığı anda baştan ayağa inmiştir. Efendi değil hizmetçi olmuştur. Bizde böyle oluyor.
"Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan Sofestaî, hevâ da Bektaşîdir!" diyenin sözüne geliyorum yine. Çelişkiyi kaçışlarımızdan tanımak lazım. Teşhis müthiş. Nefis korktuğu şeylere inanıyor ama ’-mış gibi’ yaparak yokettiğine de inanıyor. İşte başını kuma gömen devekuşu! Şeytan sofestaî. Çünkü kendisi illa ki cehenneme gidecek. Yolu belli. Seçimini mühlet istemeden önce yaptı. Mürekkebi kurudu. Herşeyin aynı kapıya çıktığı bir ’herçi bad abad’ ona yakışmasın da kime yakışsın? Peki hevâ? Hevâ Bektaşî. Yarılarını alıyor. Kullanıyor. Hevâlarına uyanlar da öyle yapıyor. Yarımcıdır hep onlar. Bütünü sevmezler. Seçtiklerine inanırlar. Yahut da inandıklarını seçerler.
Bütün bu hırgürün ortasında avucumuzda vicdan ile oturuyoruz. Keşke sızım sızım sızlasa. Denizfenerimiz o çünkü. Yalan makinesi gibi kurulmuş içimize. Seçimlerimizin tevhidî bütünlüğe uyup uymadığını, uçurumdan uzaklaşıp uzaklaşmadığımızı o söylüyor bize.
Sonrasında o söylüyor. Peki ya öncesinde? Öncesinde de bize doğruyu söyleyen dindir. Kur’an’dır. Sünnettir. Fıkıhtır. Tasavvuftur. Akaiddir. Bunlar sınava girmeden cebimize koyduğumuz doğrulardır. Onlara rağmen kaçan olursa vicdanımız sızlayarak bize ihtar verir: "Uçurumun kenarındasın. Çok yaklaştın. Bu seçtiğin ise sarhoşluktur." Arkadaşım, bir şekilde uçurumdan uzaklaştığımıza inanmamız lazım, ne vakte kadar sarhoşluğu seçeceksin? O zaman bize uçurumları düzlük edecek bir varlık algısı gerek. Öyle ki, hiçbir an ziyan olmasın, boşluğa sarkmasın, boşuboşunalıkla korkutmasın.
Sana böyle bir varlığı bahşedecek, Lat-Menat-Uzza değil, Para-Sağlık-Şöhret değil, hiçbir anı gözden kaçırmayan, unutmayan, ziyan etmeyen, saklayabilen, yeniden yaratabilecek, yeniden sana verebilecek, arkanda bıraktığın herşeyden emin olduğun bir Allah’a ihtiyacın var senin. İşte biz buna ’tevhid’ diyoruz. Hadi o zaman bir de tanımlamayı deniyelim şimdi: Tevhid Allah’a boşluksuz inanmaktır.
YORUMLAR
Her insan İslâm fitratına göre doğar. Bu fitrattan insan olmaktan uzaklaştığında boşluğa da, uçuruma da mutlaka düşer. Ama tüm samimiyetiyle Allah' a yaklaştığında, yeniden insan olabilmenin duygusunu yaşamaya başlayacaktır mutlaka.
Çok değerli Hocam' ın bir beyiti "Kalbimin lekesini tevhit nuruyla silsem, bebek oldum ağladım, gülerek ölebilsem" inşaallah. Saygılarımla