- 797 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ATÇALI KEL MEMET
Osmanlı İmparatorluğu yaptığı savaşların ağır vergi yükünü halka yüklemiştir. Halk yoksulluk içinde inim inim inlemekte ve bir kurtarıcı beklemektedir. İşte o günlerde ortaya çıkar ırgatoğlu Atçalı Kel Memet. Ve 1829 yılında onun önderliğinde Kuyucakta başlar Aydın ayaklanması. Kel Memet bütün vergileri kaldırdığını ilan etmiş, mültezimlerin, voyvodaların ve zabitlerin topladıkları vergileri kaldırmıştır. Bununla da yetinmemiş, ’’vali-i vilayet, hademe-i devlet. Atçalı Kel Memet’’ şeklinde imzaladığı fermanlarda daha eşit kanunlar yapılmasını, ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiştir. Aydınlıların yanı sıra, Kütahya, Manisa, Burdur ve Denizli ’nin bazı kazaları, onun ileri sürdüğü fikirleri sevinçle karşılamış, ona kapılarını açmış ve kendilerine efendi yapmışlardır. İlk ayaklanmasında Aydın mütesellimi ve yanındaki adamlarıyla girdiği çatışmalar hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmamıştır. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girmiştir. İdaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı göstermiş, seyahat hürriyetine engel olmamıştır. Zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalışmıştır.
Atçalı Kel mehmet Efe’yi Murat Sertoğlu aynı adlı romanında anlatmıştır. Kitap ayrıca 1964 yılında beyaz perdeye de aktarılmıştır. Kel Memet Efe’nin gerçek hikayesi roman ve filmlerde kalmamış, değerli şairimiz Özkan Mert. Dünya Çarpıyor Yüzüme adlı kitabında onu ’’Irgatoğlu Atçalı Kel Mehmet’’ şiiriyle ölümsüzleştirmiştir.
Bütün bunları anlattıktan sonra sözü fazla uzatmadan sizleri Özkan Mert’in o muhteşem şiiriyle baş başa bırakıyorum:
Oyyy
Çamlık
Malgaç
Oyuk
Karlı
Cevizli
Dağları
oyyyy
Gözüne közüne kurban olduğum
dağlar
Burcu burcu türküler yakılan
Mor mor bulutlarla delinen
dağlar
oyyyyy
oyyyu
oyyy
oyy
oy.
Bu il Aydın ilidir.
Bu il bizim ilimizdir
Bizim dağlarımızdır
bu dağlar.
Ve toprağı doğurtan
ve şekil veren demire
pamuğa
ateşe
biziz.
Küçük bir kedi yavrusu gibi
büyüdü ellerimizde
Büyük Menderes
Küçük Menderes
ve Gediz.
Ve türküleri yakan
düşlerini karan
mor bulutları yorgan yapıp
uyuyan
biziz.
Biz halkız.
Atçalım bir ırgat
Dedemizin
dedesinin
dedesi.
Bir garip
bir yiğit kişi.
Tarih kitaplarında
pek geçmez adı.
Ne başında saç
ne at
ne avrat.
Daha beşikte iken
başladı dinlemeye
silah seslerini
saman ve barut kokusunu.
Sorardı çocukken anasına:
-Uzun mu
bir kavaktan daha çok
atının yeleleri
’Cennet Ali’nin ?
IV. Murad’ın fermanlısı
halkın dermanlısı
Cennet Ali’nin
nasıl atıp güneşi
atının terkisine
nasıl kaçırdığını
nasıl geceleyin
yıldızları
birer kurşunla
düşürdüğünü
tek
tek.
Ve Atçalım büyüdü.
Delikanlı oldu.
Bıyıklarından ter
yüreğinden
a’taş damlar oldu.
Yanar oldu
damarlarında kan
alnında öfke.
Ağanın çiftliğinde
bir ırgat.
Yaz demedi
çalıştı
Toprak belledi
saman çekti
davar baktı
boğaz tokluğuna.
Olmadı be hey
olmadı.
Gökyüzü ne kadar yumuşak Memed ?
Süt beyazı memeleri Fatma’nın
daha da yumuşak.
Ve seni düşününce
çırpınıp durmakta
o tüylü ıslak güvercin.
-Oyyy anam
anam
kadın anam
can anam
gül anam
vargit iste Fatma’yı bana
bilirim vermezler
ama adet yerini bula.
-Heyyy oğul
oğul
gözleri kara oğul
deli oğul
Fatma’yı bize vermezler
o bey kızı
sen ırgatoğlu.
Onların yüzlerce dönüm
topğrağı, davarı, çiftliği...
Aydın ili onların desm yeridir.
Osmanlının
eli
kulağı
yeli
onlar.
Gel vazgeç bu kara sevdadan.
Söndür yüreğinde yanan a’taşı.
Lakin ne kanun ne anasözü...
Orta yerde yedi çatallı bir yürek.
Allahın emri peygamberin kavli ile
istedi ana yüreği
Fatma’yı Atçalı’ya
Vayyy !
sen misin Fatma’yı isteyen.
Önce adamlarına dövdürdü ağa
Emine kadını
sonra kendisi ve karısı
vurdular
ve haykırdılar yüzüne binbir
hakaretle:
-Söyle
o
baldırı
çıplak oğluna
yavrularsa
bizim dişi it
bahara
veririz enciklerden
birini
o’na.
Emine kadın yorgun
Emine kadın bitkin
Sürükleyerek
taş gibi ağırlaşan
bedenini
döndü tozlu yollardan
damına.
Atçalım anasın bekler
İyi haberler bekler
Fakat yıkılınca anası
eşiğinde kapının
dünya başında döner.
-Oyyy oğul
oğul
can oğul
Ne’ttinde
söylettin
bu sözleri bana
Nasıl dayanam
gayrı ben.
bu yaşta bunlara.
-Oyyy anam
kadın anam
gül anam
demek sana
bunu da ettiler.
Öptü sonra
Atçalım
elin anasın.
Etti yeminini büyük:
-Anam avradım olsun
ulan Şerif Hüseyin
sana kök söktürmezsem
Aydın iline vali olmazsam,
Haram olsun
emzirdiğin
ak helal sütün
bana
anam
halkı kıranı kırmazsam.
Sevdalıyım
isyanlıyım gayri.
Kar etmez
bu dünya bana
Atmaz bu yürek onsuz
dönmez bu devran
Oyyy dağlar
dağlar
oyyy
geçit verin bana.
Rüzgar benimle es
Toprak hırkam ol
Kaptı Atçalım silahın:
Odağ senin
bu dağ benim.
Yüreği yürekti
mangal kadar
bir yürek,
bileği bilek.
ne İsa
ne Musa
ne Muhammet.
Bir elinde aşkı
diğer elinde
tüfeği.
dağların
ırmakların
dilini
öğrendi.
Yalnız değildi.
Önce
can yoldaşı Çopur geldi.
Çakmakoğulları geldi.
Yörük Ahmet geldi.
Turnalı Ali geldi.
Palabıyıkoğlu geldi.
Bir iken
on oldular
,yüz oldular
bin oldular.
Halkın kulu
zulmün celledi
oldular.
Yanında 1000 atlısı
Mehmet Efe,
bin gövdeli
bir yürek olup
bin rüzgar gibi dalıp
halk ilen bir olup
Aydın ilini eline
geçirip
kazıttı mührünü:
Vali-i Vilayet
Hademe-i Devlet
Irgatoğlu
Atçalı Kel Mehmet
Donandı düğün:
Çalındı davullar
oynandı oyunlar
Fatma
Atçalıya karı,
Atçalı Fatma’ya
koca
ilan eylendi.
Evlenen sanki onlar değil,
halkın kendisi idi.
Duydu ki
Osmanlı
Padişah Mahmut
sadrazam
paşalar
beyler:
Mehmet adında bir ırgat
halk ilen bir olup
hükümet kurmuş
hükümet içinde.
Ve ferman çıkarmış
koca Osmanlı devletine:
’’Halktan alınan vergiler kalka
para basılıp halka dağıtıla
ağalığın kökü kazıla
halkın hükümeti kurula’’
Ve duyuldu ki gene,
gele imiş
bir Osmanlı paşası
II. Mahmut’un maşası
yanında
30000 silahlı atlısı
Sardı yeri göğü
bir toz bulutu
göründü arkasından
30000 atlı
30000 tüfenk
30000 kılınç.
Bir elinde tüfeği Çopur,
diğer elinde
atının dizginleri:
-İzin ver efem
bin yerde
bin pusu kurak
bin koldan
bin rüzgar olup
dağıtak
Osmanlıyı.
Bin atlı
ölmek için
ağzından çıkacak
bir sözüne bakar
Atçalının.
-Can yoldaşım Çopur
yiğit Çopur,
erlerim
yoldaşlarım.
Ölüm bizim için
giydiğimiz gömlek
yediğimiz ekmek
içtiğimiz
su’dur.
Lakin yenilirsek Osmanlıya
çoluk-çocuk
genç-ihtiyar demez
kırar
Yakar evleri
yıkar ocakları
Var
algit yoldaşları
Yağmur damlalarının
dağılışı gibi
denizin içine
Ben tek başıma karşılayacağım
Osmanlıyı
köyün meydanında.
Benim ölümümün
önemi yok.
Kavgamız bitmedi.
Hele
bir kaç yaz geçe
yaralarımızın suyu çekile.
Başlarsınız
kaldığımız
yerden gene.
Dağlarda mor bulutlar
öbek öbek ateşler
mevzilenmiş zeybekler.
Rüzgarda bile kan kokusu var.
Aydın kapıları
bir yaman oyyy...
Ölüm bizi mi bekler?
Demek ki,
yaölüm bizi alacak
ya biz Aydın’ı kardeşler.
Adım adım cenk olundu,
kanlı-canlı Osmanlı atlarıyla
çiğnendi incecik boyunlar.
Çakmakoğulları
Palabıyıkoğlu
Turnalı Ali
ve daha nice yiğitler
düştüler,
kanlı
terli
sıcak
toprağın
karnına.
Kanlı bir bez gibi asıldı umut
Aydın kapılarına
harlı bir haziran
Ölenler öldü, kaçanlar kaçtı,
sağ kalanlar
götürüldüler İstanbul’a
siyaset olunmak üzre.
Yaralı bir aslan gibi yakalayıp Atçalı’yı
gümüş bir tabak içinde
dolaştırdılar kafasını
Güzelhisar çarşısında.