- 586 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-5
[ ital
Kış olabildiğince ağır geçiyordu, yani bildiğimiz karakış..Bir sabaha uyandık ama bu sabahın başka sabahlara benzemediğini fark ettik. Günlerden pazardı ve saat on sularına gelmesine rağmen evimize ne pencereden, ne de bacadan ışık düşmüyordu; pencere baca diyorum, tek odamız tek pencereli, yakılmayan tandırıyla evimiz de tek bacalıydı. Küçücük perdemizi aralayıp baktığımızda, karla kapalı olduğunu gördük ve bir telaşa kapıldık ki, dışarıdan gelen kürek seslerini duyduk, evet kürek sesleri..Mahsur kalmıştık ve birileri tarafından kurtarılıyorduk ! Sıra penceremize gelmişti ki, Yusuf KÜÇÜK ağabeyimizin o incecik narin ellerinde küreği gördük. Artık ışığa kavuşmuştuk ama, kapımızın açılması için daha bir çaba ve çalışma gerekiyordu..Çalışma bitmiş ve biz karanlığımızdan kurtulmuştuk...
Yusuf KÜÇÜK dedim ya, o da bir paragrafı hak edenlerden. Yusuf ağabeyi bizim hem kapı, hem de pencere komşumuzdu. Çok ilgilenmez gibi gözükse de gözlerinin bizim üzerimizde olduğunun farkındaydık ve her öğlen evinin ekmeğini de almak benim asli görevlerimdendi. Artan para olduğunda harçlık verir miydi, üstü kalsın der miydi, şu an gerçekten hatırlamıyorum. İsmini şu an hatırlayamadığım yengemiz de en az Yusuf ağabeyi kadar nazenin ve inceydi. İşte bu Yusuf Ağabey, sömestri, yani bizim tabirimize Şubat Tatili gelmek üzereydi ki, bana; Hayrettin öğleden sonra ayrılma seninle bir yere gideceğiz, dedi, söylediği bu kadardı. Tabi ki merak ettim ve bir saat sonra bana seslendi, yanyana konuşmadan yola koyulduk, Çoruh’un üzerinde kurulu en eski köprümüz olan Taş Köprü’yü geçip, Ozulu Cadesinden henüz yeni bitmiş, etrafı bahçeyle çevrili, bir kamyon kömürün henüz boşaltıldığı bir binadan içeri girdik. Görevliler olduğu anlaşılan bir gurup insan hazırola geçerek bizi yemek hanenin kapısında karşılayıp hoşgeldinizle içeri aldılar, Yusuf ağabeyimle karşılıklı oturduk, sonra bir çorba geldi, arkasından patatesi bol bir taskebabı, arkasından bir makarnayla karnımızı doyurduk, yine bir şey konuşmadık. Merdivenlerden yukarı çıkıp içerisinde elli yatağın bulunduğu bir koğuşa girdik, Yusuf ağabeyi bana dönerek; Hayrettin ben buraya müdür oldum, seni buraya alacağım şu köşede ki otuz altı numaralı ranzanın altında ki yatakta da sen yatacaksın. Tabi donup kalmıştım ve hiçbir şey söyleyemedim, sadece boynumu büktüm. Sonra bir çok kabinden oluşan banyoyu gezdirdi, kalorifer peteklerini göstererek; bak burada sıcak su hiç eksik olmayacak dedi. Gerçekten de dışarının inanılmaz soğuğuna inat, içeride de inanılmaz bir sıcak vardı, belli ki kazan gümbür gümbür yakılmıştı...Tabi ki benim kafamda bin bir soruyla usulca merdivenleri indik, müdüriyet odasına girdik ve otuz beş kişinin kayıt yaptırdığını bana defterden göstererek, işte seni de şuraya, otuz altı numaraya kaydedeceğim, ağabeylerine söyle, sömestri bitimi eğitime burada başlayacaksın..Sorular demiştim ya, en büyük soru arasıra tellediğim sigaradan geliyordu, beni ne yapacaksın? Soruyu cevapsız bırakarak, konuyu ağabeylerime açtım, onlar da beni cevapsız bırakınca, sükut ikrardandır deyip kabul ettiklerini düşünerek Yusuf ağabeyime çok geçmeden evet deyip, kaydımı yaptırdım. Tereddütle de olsa belli ki sevmiştim. Artık Bayburt Vakıflar Talebe Yurdu’nun otuz altı numaralı öğrencisiydim ve yatağım Zahit Efendi Mahallesinin ışıklarını kolayca seyrettiğim, uzunca hayaller kurduğum, her ışık yanan pencereyle inanılmaz sohbetler yaptığım yatağımdaydım, Yusuf KÜÇÜK ağabeyim de artık müdürümdü...
Hayrettin Yazıcı
..Devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.