- 1334 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
Suya Yazılan Mektuplar / 2
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mektup No:2 Babama
- Hani bir Kasım günü, “baba gitme” diyerek peşinden koştuğumda düşüp yaraladığım dizimi usul usul öpünce geçmişti ya. Şimdi çok daha fazla canım yanıyor baba. Öpsen iyileşecek, öpmüyorsun; yalnızım.-
*
Ben geldim baba.
Çok kalmayacağım yine.
Kalamıyorum baba, orada olmana alışamadım onca yıl geçmesine rağmen, alışamıyorum, alışamayacağım; biliyorsun işte. Kızma bana olur mu?
Yorulmuş anılarımı, kırılmış hayallerimi, pişmanlıklarımı, "keşke"lerimi, "iyi ki"lerimi, sıkılmaktan kan toplamış dudaklarımı, gölgemi ve özlemimi getirdim yanımda; gözyaşlarımı bırakıp gideceğim yıllardır üzerinde çiçeklerin can bulduğu toprağına. Hepsi bu.
Ben geldim baba.
Masum çocukluğumu, arsız gençliğimi, aynalardan gözüme düşen ak saçlarımı alarak yanıma; ateşin yaktığını, suyun ıslattığını, insanın yanıldığını öğrenip geldim.
Öğrendim baba.
Büyük kentlerin büyük acılarını, hep o büyük kentlere, hep o büyük umutlarla gelmiş küçük kentlerin gariban anaları, hep o büyük kentlerin yorgunluktan belleri bükülmüş elleri öpülesi yoksul babaları taşırmış.
Öğrendim baba.
Bize bir eski resim kalırmış onlardan meğer dokunmak için ama dokunmaya utanırmış parmak uçlarımız.
Ve aslında her gece, yeniden temize çekilirmiş yarı uyanık suçlarımız; öğrendim.
Affet baba bozduğum tövbeler için, affet senin ardından sana dair edeceğim tövbelerin bozulacağı an için.
Affet.
Ben geldim baba.
Ne zaman canım çok sıkılsa, ne zaman aynaya bakıp lanet okumaya başlasam, ne zaman kendimi çaresiz, ne zaman kendimi kimsesiz, ne zaman kendimi dizlerimin üzerine çökecek kadar yorgun hissetsem hep ve ilk sen geldin aklıma çünkü.
Elini omzuma koyup “geçecek” deyişin geldi ama işte o “geçmedi” hiç.
Anılar konup göçtü kirpiklerimin ucuna hep, ıslaklığı sen kokan.
Ama sen geçmedin hiç.
Anılar baba, anılarımız.
Gözlerimi her kapatışımda yüzüme acı bir gülümsemeyle yayılan keşkelerin bütünü.
Hatırlar mısın baba?
"Benim niye telefonum yok?" demiştin bir gün. Dün gibi aklımda.
2004 yılıydı.
Çok sevmiyorum öyle demeyi ama felçliydin, yoktu sol tarafın ve hep var bildik biz; öyle biliriz hâlâ ve hep.
Daha genç, daha direngen, daha dik bir adamdım. Ve daha iyi kazanıyordum.
"Belime takacağım, bir de kılıf lazım, motosikletimle gezerken düşmesin" diye eklemiştin.
Kılıfa kemer, kemere pantolon, pantolonu giymeye güç, motosikleti sürmeye ayakta durmak gerekti; diyemedim.
O zamanın meşhuru bir telefon edinmiştim sana, hatırlar mısın? Güzel işçiliği vardı, severdim. Sektörün içindeydim, 26 26 şeklinde biten son derece afili bir numara almıştım o telefona takmak için. Ve elbette bir kılıf.
2004 yılıydı.
Hiç aramadın beni.
Ekranımda hiç adın olmadı.
Numaranı da hiç kullanmadık sonra biliyor musun? Nerededir, şimdi kim bilir kim kullanır bilmem.
Ama arayacaksın bir gün, biliyorum.
"Özledim" diyeceksin.
"Gel" diyeceksin, geleceğim.
Şarj ediyorsundur sen şimdi telefonunu.
Dolduğunda mutlaka arayacaksın, biliyorum.
Ekranda "Babam" yazacak, gülümseyeceğim.
Kılıf gerekecek, götüremeyeceğim.
"Beni görürse yeter, sevinir; arada kaynar kılıf" diyeceğim, öyle de olacak çok büyük ihtimâl. Sevineceksin, sevineceğim.
Ama şimdilik, telefonu çaldığında ekranında "Babam" yazan insanları buruk bir kıskançlıkla süzüyor olacağım hiç büyüyememiş bir çocuk olarak.
Şimdilik.
Ben geldim baba.
Ağırlığımca gam taşıyarak, yol boyu bir tek dostu sırtımdan indirmeyerek, en dik yokuşları kırılmaya meyletmiş dizlerimin dermansızlığını yok sayıp tırmanarak geldim.
Hayatım boyunca, boş kamyonlarla yaşamaya başlayan ve o kamyonları lastiklerle dolduran insanlarla yaşadım baba. Alışkınım karanlık yollarda yönümü el yordamıyla bulup, karanlık yokuşları ezbere çıkmışlığıma.
Hayatım o lastikleri o kamyonlara dizmekle ve o kamyonların şoförlüğünü yapmakla geçti. Senden yadigâr ve inan gönüllü işçisiyim onur denen o yükün.
Üstelik ne kadar arttıysa yük ve ne kadar ağırlaştıysa o kamyon, o kadar değerlendi o lastikler, o kadar değersizleştim ben.
Hayatım, hayatımı değersiz gören insanların değerlerini sorgulamadan, onlara değer vererek geçti hep, öyle de geçecek gibi görünüyor bundan sonra; bu rahatsızlık genetik bir rahatsızlık bende, yine senden yadigâr ve baba ben tıbben mümkün olmayanım.
Yol hep uzundu, hep uzun olacak; hep boş kamyonlar, hep lastikler, hep kamyon sahipleri, hep patlamış lastikler oldu, oluyor, olacak.
Alnım emeğim sebebiyle terledikçe gocunmadım lastik taşıyan olmaktan, gocunmayacağım bundan sonra da.
Yolda patlak bir lastikle de bırakmadım kimseyi hiç.
Benim hatam baba.
Senden yadigâr.
Ben geldim baba.
Çokça selam getirmek, kızımın seni ne kadar özlediğini söylemek, annemin sen yokken senin yokluğundan dolayı kendini ne kadar yalnız hissettiğini bize çaktırmamak için çok çaba sarf edip geceleri kim bilir nasıl üşüyerek uyuduğunu anlatmak, kızlarının senin yokluğunda bana nasıl daha çok sarıldığını dillendirmek, ismini bir Fatiha’ya sığdırmak için filan gelmedim yine.
Çok özledim baba.
Geçiyordum uğradım say.
Yine gelirim say.
Hep gelirim say.
Bir gün yanına gelip hiç gitmem say.
Öyle say baba.
Şimdilik öyle say.
Şimdilik baba.
Şimdilik..
YORUMLAR
Akan sular durur Baba dendi mi... Baba, varlık sebebimiz, annelerimiz ile birlikte... Baba evin direği de gidince anlamasak kıymetlerini, varlıklarını... Kimileri sert, kimileri yumuşak başlı olsa da, sevgilerini gösteremese de çoğu zaman çocuklarına, içine atsa da bazı şeyleri, zordur babalık, hele de dar zamanlarda... Kan kusup kızılcık şerbeti içti, der baba, belli etmez çoğu kere acılarını çektiği çileleri, hayatın omuzlarına yüklediği ağırlıkları hissettirmemeye çalışır evlatlarına, o nedenle de hep genellikle erkekler erken ölür gider kadınlarımızdan... Babaları hayatta olanlar, babalarınıza sevgiyi göstermeyi ertelemeyin sakın. Sarılın, öpün yanaklarından, alın akşam ya da bir tatil günü bir yerlere götürün gönüllerini hoş tutmaya çalışın, bu vesile ile kendi ahiretinize de katkı yaparsınız olumlu bir şekilde... Kutluyorum değerli kalem Yavuz Beyi duygu dolu bu yazısından dolayı...