- 785 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dağ Dibinde Bir Garip Hüseyin Usta
Hüseyin usta, bazı yıllar haziranda bile karların yağdığı bir dağ köyünde doğdu. Altı kardeştiler, dördü kız ikisi erkek. İkinci Dünya savaşının en civcivli yıllarına denk gelir ustamızın doğumu. Köyü yüksek Karadeniz dağlarının hemen diplerinde bir orman köyüdür. Kudretten bitme iğne yapraklı ormanlarla çevrili şirin bir köy. Ormanlarında sadece çam, ladin ve köknar ağırlıklı olmakla birlikte kestaneden ıhlamura kadar çeşitli yayvan yapraklı alabildiğine gür ve çeşitli ağaçlar yer tutmakta.
Hüseyin ustanın köyünde ve çevre köylerde öncelikle tarım ve hayvancılık birinci geçim kaynağıdır. Az sayılmayacak yurttaşlar da orman ürünlerini işleyerek geçimini sağlar. Bölgenin köylerinde okullar ülkemiz ortalamasına göre erkenden açılmış. Hüseyin ustamız köyünde 1930 yılında açılan ilkokulu pekiyi derece ile bitirir. Bazı arkadaşlarının Köy Enstitüleri ve liselerde tahsil yaşamlarını devam ettirmelerine karşın okuma şansı yakalayamaz. Baba sözü kanun hükmünde kılıç keskinliğinde. Çocuklar okursa arazileri kim işletecek, yaşlanınca anne-babaya kim bakacak kaygısı köy çocuklarının önünde aşılmaz bir engel olarak yıllarca geçerliliğini korudu.
Yıllar geçti. Büyüdü, eli iş tuttu. Odun devşirmek için ormana gidiyordu. Bazılarına göre değerlendirilemeyen bir talih kuşu kondu genç Hüseyin’in başına. Elde balta ana yolu geçip ormanın derinliklerine dalmak üzereydi. Kara yolunda bir jeep belirdi. Uluorta ormana girilmezdi. Ne olur ne olmaz diye ağaçların arasına saklandı. Bir taraftan da geçen aracı izlemek istiyordu. Araç berkitme yoldan ortalama bir hızla geçerken araçtan bir çanta yolun ortasına düşüverdi. Çok şaşırdı. Aracın iyice uzaklaşmasını bekledi. Daha sonra hızla yaklaşıp aç kurdun kuzuları kapması gibi çantayı kapıp ormana saklandı.
Siyah yeni bir çantaydı bulduğu. İçinde önemli bir şeyler olduğu belliydi. Çevresinde ladin ormanı, yukarda Allah vardı sadece. İn cin top oynuyordu. Kendisini bir Allah’ın kulu görmemişti. Çantayı alıp ormanın derinliklerine dalmayı düşündü bir an. İkircikli kaldı. Hakkı olmayan bir nesneye el uzatamazdı. Aldığı aile terbiyesi bulduğu eşyayı sahibine vermeyi emrediyordu. Yola inip beklemeye başladı. Beklemesi uzun sürmedi. Kısa süre sonra geri döndü jeep. Bu kez hızı yavaştı. El kaldırıp aracı durdurdu. Araçtan düzgün kıyafetli beyler indi. Kızgındılar.
“Çekil yolumuzdan, belanı mı arıyorsun…” tarzında sözler ettiler. İleri yıllarda usta olarak anılacak Hüseyin boynunu bükerek, ezik bir tavırla,
“ Yitiğinizi ben buldum, merak etmeyin” deyiverdi. Yolun kenarında sakladığı yitik çantayı ortaya çıkardı. Adamlar aynı sertlikte çantayı alıp; bir teşekkürü bile çok görerek araçlarına yöneldiler. Aralarında söyleniyorlardı:
“Büyük felaket atlattık. Çantada tamı tamına kırk beş bin lira vardı.”
Garip köylü Hüseyin yaşadıkça yaptığı işin doğruluğuna hep inandı. Lakin adamların kendine aşağılayarak ruhsuz bakışlarını hiç unutmadı.
Askerlik, evlenme derken köyde monoton yaşam devam etti. İlkbaharda başlayan çift-çubuk işleri son güzlere kadar sürüp gitti. Sabahın köründen, akşamın karanlıklarına kadar kola kuvvet… Çayırdır, harmandır, değirmendir, tarlalara gübre taşımak, kış odunu hazırlığı derken baş kaşıyacak kadar zaman bulunmaz köyde. Katırkuyruğu, ne uzar ne kısalır. Bir yıllık zahireni temin edebilirsen ağasın demektir. Çantayı sahiplerine vermeseydi kim bilir hangi şehirde bacak bacak üstüne atıp keyif çatar olacaktı Hüseyin usta. Hüseyin usta dememizin bir anlamı var. Kahramanımız eli işe yatkın bir usta olup çıktı. Balta, tırpan sapından kağnı arabasına kadar köyde kullanılan her aracı büyük bir maharetli yapan köyün sayılı ustaları arasına girdi.
Hiçbir komşuyu boş çevirmezdi kapısına gelen. Siyah gür saçları, zeytin karası gözleri, güler yüzü ve şakalarıyla küçük büyük herkesin beğenisini maslardı. Babam öldüğünde babamın şu sözünü söylemişti:
“Rahmetli Ali amca (babam) bana, Hüseyin senin komşuluğuna doyamadım…”
Hüseyin ustanın bir mahareti de ağaçlara çoban aşısı yapmaktı. Köyde her komşunun bahçesinde muhakkak O’nun aşı yaptığı birkaç ağaç vardır. Komşuların ağaçlarına aşı yaptığı gibi meralardaki ahlat ve yabani elma fidanlarına da aşı yapardı. Gerek araç yapımı gerek ağaç aşılama işinde para talep etmezdi. “Allah razı olsun” sözü O’nun için para-puldan çok daha önemliydi.
Köydeki tek düze yaşamdan yakınır. Tahsil yapamadığına çok üzülürdü. Oysa okulda çok başarılı öğrenciydim diyerek hayıflanırdı. Bu şanssızlığı için yaşıtlarından komşu bir kadının, “Gülmeyen Hüseyin…” dediğini anlatır gözlerinin içi gülerdi. Şair ruhlu, duygusal bir adamdı. Hece şiiriyle yazdığı çok şiirleri vardır.
Köyümüze ikinci kez içme suyu getirme çalışmaları yapılıyordu. Bu işlere koşan köyün vakıf başkanı işlerin kolay yürümediğinden yakınır bir gün Hüseyin ustaya. Acı acı söylenir:
“Bıkıp usandım köylülerimizin yapılan çalışmalarına ilgisizliğinden. Koşturmaktan feragat edeceğim…” Hüseyin usta cevap verir:
“Köy çeşmelerine akacak sudan yerdeki canlılar, havadaki kuşlar bile yaralanacak. Yapılan işlerin bir de böylesi kutsal yönü var…” bu sözler üzerine vakıf yöneticisi mahcup olur söylediklerinden.
Hüseyin usta yazdığı şiirleri, anlattığı fıkraları, çıkar düşünmeden komşuların işlerine koşmasıyla güzel anılar bırakarak sonsuzluğa yürüdü geçen yaz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.