- 1448 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
24-BİR ZAMANLAR ODUN İŞLERİMİZ
Kaba, saba hatta hödük bazı insanlara “Odun” diye söylense de;bu yazımda yakmak için kesilmiş ve uygun bir şekilde parçalara ayrılmış ağaç parçaları olan odunu, konu edeceğim. Isınma ve yemek pişirmek için bir zamanların olmazsa olmazımız odunu, çocukluğumda köyümde ormanlardan nasıl hazırlayıp taşıdığımızı hatırladığım kadarı ile anılarım eşliğinde sizlerle paylaşmak istiyorum.
Köylerden şehirlere akının pek fazla olmadığı 1940/50 li yıllarda, köylü tarım ve hayvancılık yaparak ekmeğini toprağından çıkarırdı. Çiftçilikle uğraşan köylülerim kendilerinin ve hayvanlarının beslenmesini ve bakımını kendi olanakları ile yerine getirirlerdi. Kürdevan Dağı eteklerine kurulu olan Ardanuç’a bağlı Yolağzı köyümde de kış ayları çok ağır ve uzun geçtiğinden çalışma şartları da oldukça zordu. Yarısı taş duvar, diğer yarısı ahşap olan ahır üzerine tek kat olarak kurulmuş ahşap evlerimizi ısıtmak hiç de kolay değildi. Kış aylarında ocakta yemek ve pilekide ekmek pişirilirken ocak bacasına borular ile bağlı olan odun sobasının da gündüz devamlı yanması gerekiyordu. Bu bakımdan kışlık yakacak odunu hazırlayıp harmandaki karapana/hartamaya depo etmek, köylünün önemli çabalarından birisiydi. Bizler genelde Killik, Karanlık Meşe veya Çuruspil devlet ormanlarından odunumuzu temin ederdik. Bunun için de köy adına muhtarın Orman İdaresinden ruhsatiye alması şarttı. Aksi halde kaçakçılıktan dolayı bakımcılar yakaladığı zaman gereçlere el koydukları gibi hapis cezasına da çarptırılma olasılığı da vardı. Harman ve çayır işleri tamamlandıktan sonra sonbaharın gelişiyle muhtar ruhsatiye alınca eli balta tutan erkekler ormanlara dağılırdı. Arkadaş veya akrabalar birlikte ormanda genelde kurumuş/kavlak çam veya köknar ağaçlarını keserek öküzler ile taşınır hale getirirlerdi. Bu ağaçların budanmış bütününe boyun, ortadan kesilmiş kök tarafı kalın kısmına da tomruk denirdi. Babam, genel de Rıdvan Pehlevan dayısının oğulları Ali Rıza ve Hakkı ağabeyler ile birlikte odun hazırlardı. Onların iki çift öküzü, bizim de bir çift öküzümüz vardı. Bir miktar odun hazırlanınca kızaklara öküzlerimizi koşar sabah erkenden birlikte ormana doğru yola çıkardık.
Resim-1 Bir ormandan bir çift öküzle çektirilerek götürülen bir çam tomruğu
Hazırlanan boyun ve tomruklar öküzlere çektirerek Tozlu Tepe eteklerine kadar getirir, orada yol kenarına bırakarak ormana doğru tekrar gider, taşımaya devam ederdik. Öğle olunca öküzlerimiz otlakta otlarken bizler de bir pınar başında peynir ekmekle açlığımızı giderirdik. Büyüklerimiz öğle namazını kılarken biz çocuklar da öküzlere göz kulak olur, bu arada köknarlardan sakız toplamayı da ihmal etmezdik.
Resim-2 Bir ormanda köknar ağacında kendiliğinden oluşan çiçipier. Bunlar toplanarak ağızda çiğneyince çam sakızı haline gelirler.
Akşam yaklaşınca günün son seferinde kesilen ağaçların dallarını ve çıra kütüğü yüklediğimiz kızağımıza öküzleri koşar, evin yolunu tutardık. Dönüş yolunda iyice acıkan karnım zil çalmaya başlardı. Bu durum birkaç gün devam edince kafamda sorunumu çözmeye çalıştım. Sabahleyin evden çıkarken el kadar ekmek kuvasına şor peynir doldurup bir kâğıda sarıyor ve Nennar Çayırlarını geçerken Kör Pınar yanındaki çalılığın içine saklıyor ve akşam dönüşte de oradan alıp yolda açlığımı gideriyordum. Bu durum birkaç gün mutlu bir şekilde devam ederken bir seferinde de azığımın yerinde yeller estiğini hayretle gördüm. Çalıların yanından ayrılırken peşimden gelen büyüklerime doğru baktığım da neşe içinde bir şeyler yediklerini anladım. Şüphelendim ancak o an bir şey diyemedim. Sonradan öğrendiğime göre Hakkı ağabey sabahleyin paketi yerinden almış, ileride başka çalılıkta saklamış ve dönüşte de aralarında bölüşerek bana sürpriz yapmışlarmış!..
Başka bir gün, akşamüzeri de ormandan eve dönerken iki atlı karşımıza çıkıverdi. Yaklaştıklarında şehir giyimli fötr şapkalı gayet beyefendi iki atlı aralarında konuşa konuşa yanımdan geçtiler. Büyüklerimle ne konuşacaklar diye arka tarafa bakınca bizimkiler şapkalarını çıkarıp saygıyla kendilerini selamladıkları halde, bu beyefendilerin fötrleri bile hiç deprenmedi. Biraz sonra Ali Rıza ağabeyin arkadan sesi duyuldu:
-S…min başları,goya başlarına geçurmişlar ziglig tekeri,kabara kubara gediyerlar.Daha sonraları onların orman mühendisleri olduğunu öğrenmiştik..
Bu ara bilgiden sonra konumuza devam edelim. Yeterli miktarda Tozlu Tepe eteklerine tomruk ve boyun halindeki ağaçları taşıdıktan sonra buradan da evlerimiz önündeki harman yerine taşımaya başladığımız da karnımın zil çalması da sonlanırdı. Eve taşıma işi de tamamlandıktan sonra yaş olan tomruklar, ortadan yararak kuruması için karapanın ön tarafına dik olarak dizilirdi. Karapanın diğer tarafları taş duvar olduğundan bu şekilde geniş kapalı bir yer de elde edilmiş olurdu. Kış ayları boyunca bu kapalı yerde; tipiden, borandan korumalı olarak günlük sobalık ve ocaklık odunumuz hazırlanırdı. Bu işe odun yarma, yarılan her odun parçasına da yarmaça denirdi. Yarmaçalar kucak veya bir sepetle evin uygun yerine taşınırdı. Bazen de yarmaçalar bolca yarılır ve karapanın içinde duvar önünde üst üste dizilir ve bu yığına da çaha denilirdi. Tomrukların balta ile kesilmesinden meydana gelen küçük odun parçalarına yonga, hızar ile kesilirken daha çok küçük parçacıklara da talaş adı verilirdi.
Resim-3 Günümüzde köyümde yığılı odun çahaları, yerde yongalar ve “Karapan Kafede” oturup sohbet eden köylülerim.
İlkokul birinci sınıfa giderken eğitmenimiz Gülpaşa Özkan hocamız, bizlere ormanda yanmış ve dal budak olmuş ağaç resimlerini göstererek ormanda ateş yakmanın, yaş ağaçları kesmenin sakıncalarını anlatır ve “yaş ağaca balta vuran el ommaz” diyerek bizleri ikaz ederdi. O kış ilkbahara doğru bizim öküzleri de boyunduruğa koşarak kendi öküzleri ile birlikte ormanlara doğru gitmeye başladık. Her taraf karla kaplıydı. Ancak beyaz örtünün yüzeyi sertleşmiş olduğu için yürümeye mani bir durum yoktu.
Resim-3 Günümüzde Uzun Çayır Otlağı ve ormanları. Ufukta görülen yükseklik de Kürdevan Dağıdır. Killik, Karanlık Meşe ve Çuruspil Ormanları da dağın bu tarafında yer almaktadırlar.
Ben daha uzaktaki ormanlara gideceğiz diye düşünürken daha yakındaki Uzun Çayır ormanına doğru gitmeye başlanınca sevindim. Zira burası daha genç ağaçların bulunduğu küçük ormandı ve biz buradan hiç odun temin etmezdik. Ormanın hemen girişinde ben öküzlere göz kulak olurken Eğitmenimiz ve büyük kızı Binnaz abla, ince uzun köknar ağaçlarını kesmeye başladılar. Kesilenleri Binnaz abla buduyor, eğitmenimiz ağaçları devirmeye devam ediyordu. Eğitmenimizin sınıftaki sözlerini hatırlıyor ve buradaki durumu görünce çocuk gözlerim şaşkınlıktan fal taşı gibi açılıyordu. Kısa zamanda hazırlanan ince uzun boyunların/cereklerin 5 veya 6 âdetini tek bağ yaparak öküzlerin boyunduruğuna zincirlerle bağladık ve eve doğru rahatça yol almaya başlamıştık. Yol boyu kendi kendime “Ne bu perhiz ne bu lahana turşusu” deyip durdum. Ama çok sevdiğim ve saydığım eğitmenime bir şey soramadım. Ama sevincimin yerine, üzüntü ve tasa yerleşmişti.
Büyük ağaçları kesip devirirken çıkardığı acı uğultu halen kulaklarımdadır. Ağaç devrilirken diğer köylerde bazen katilinin üstüne düşüp ezdiğini de duyardık.. Ancak bizlerde böyle bir olay olmadı. Sadece Hakkı Pehlevan ile Selim Özkan ağabeyler ormanda birlikte bir ağacı keserken Selim ağabeyin baltası, Hakkı ağabeyin boynunu hafifçe sıyırıp yaraladığını hatırlıyorum. Bir de annemin ölünceye kadar yasını tuttuğu, kardeşi Rıza Ali dayımın genç yasta vefat olayı vardır. Şavşat’a bağlı Ziyaret köyü ormanında bayır bir yerde bir arkadaşı ile hızarla uzun bir tomruğu ortadan keserken kesilen kısmın, aniden yuvarlanarak dayımı ezmesi ve vefat ettirmesi, ailede uzun süre üzüntü konusu olmuştur.
Daha ilkokula başlamadığım sıralarda ve hayal meyal hatırladığım bir olay da Cevdet Özkan amca ile oğlu Servet ağabeyin genç yaşta hastalanıp peş peşe vefatlarıdır. Köyümde Armudun Dibi adlı çayırlarındaki hayli iri bir anıt panta ağacını kesip evlerine taşıdıktan sonra, ikisi de hastalanıp yatağa düşerler ve kısa süre sonra peş peşe vefat ederler. Olaya şahit köylüler bu ani ölümlerine bir anlam veremezler. Kimisi ecelleri buraya kadarmış derken bazıları da “ O ağaç cinliydi, oğrağa uğradılar. Cinler öclerini aldılar.” Diye, uzun süre bu olay yörede konuşuldu, durdu.. Bu olay üzerine Cevdet amcanın hanımı üzüntüden devamlı bayılırken küçük çocuğu Selim ağabey de çocuk yaşta yetim kaldı. Ayrılmış olmalarına rağmen Cevdet amcanın kardeşi İstiklal Savaşı Gazimiz Kurbani Özkan amca, Selim ağabey ve annesine işlerinde yardımcı oldu. Selim ağabeyi okuttu, evlendirdi ve uzun süre köye imam olmasını sağladı.
Bu yazım da biraz uzun oldu ama bu konuda başımdan geçen iki olayı da anlatmadan geçmek istemiyorum. Bir sonbahar günü annem öğütülecek buğdayı köy kürününde yıkamış kuruması için harman düzünde hasırlara sermiş, kurutuyordu. Kendisi başka işlerle uğraşırken kuşlardan buğdayın korunma görevini de bana vermişti. Bu arada komşumuz Şahvelet Yüksel ağabey de hemen bitişiğimizde harman yerlerinde odun yarıyordu. Ben de kuşları gözetirken çobanlık arkadaşım Şahvelet ağabeyle de sohbet ediyordum. Bir ara iki karganın buğdayların üzerine konduğunu gördüm. Hemen oradaki yongaların içinden dört köşe kalın bir çam kabuğunu alarak kargalara doğru fırlatıp attım. Kabuk dönerek giderken yarı yolda tam doksan derece saparak evimizin tek camlı penceresine tam isabetle çarpmasın mı? Çeyrek metre kareden biraz fazla olan cam, doğal olarak tuzla buz oldu. Durumu gören Şahvelet ağabey:
-Fevzi, ne yaptın? Baban gelmeden sırtına bir posteki tak! Dedi. Ben de şaşkınlık içinde:
-Ama ben pencereye doğru atmadım ki? Meret nasıl olur da yan tarafa gider diyerek tasalanıp üzülmeye başladım. Şahvelet ağabey de:
-Boş silahı Şeytan doldurur derler ya. Onun gibi bir şey diyerek işi bittiği için evine gitti. Akşam hasırlar toplanınca eve girdim. Ayaklarımızı kesmesin diye döşemedeki cam parçalarını toplarken annem pencere camını kırdığımı anladı. Durumu anlatıysam da pek oralı olmadı.. Babam eve gelirken pencereyi görmüş bir hışımla içeri girdi. Annemin suçluyu işaret etmesi üzerine babam;
-Ola!.O camın oraya na zorluhla tahıldığını sen heç bilursuuun? Diyerek bana iki şaplak patlatıverdi. O camı, atlı olarak bir günlük yoldan Ardanuç’tan/ Kala’dan satın almak gerekiyordu. İş güç zamanı ve parasızlık babamı çileden çıkarmıştı.”Kargalara attığım yonga cama değdi” diye kendimi savunsam da para etmedi. Misafir odasına giderek üzüntüden uzun süre hıçkırarak ağladım. Kendimi suçlu bulmuyor, bana inanmadıklarına kızıyor ve iyice öfkeleniyordum. Orta lise sıralarında bile bu olayı hatırlayınca gözlerim doluyor, olayın nedenini bir türlü çözemiyordum.
Resim-4 Hocaların hocası merhum Prof.Dr. Hasan Özaklav beyle üniversitemizin bir gününde buluştuk. Sınıf ve çalışma arkadaşım Necati Alalay ile birlikte bir anı ebedileştirdik.
Nihayet İTÜ-Makine Fakültesi ikinci sınıfında Mekanik dersinde olayı anlayabildim. O gün dersimizde Prof.Dr. Hasan Özoklav hocamız,Mekanik dersinde dönen cisimlerdeki merkezkaç kuvvetlerinden meydana gelen moment farkının, cismin yönüne etkisini formürlerle anlatırken sınıfta “Evreka,evreka” diye bağırmadığıma hala şaşarım..Yıllarca kafamı kurcalayan sorun nihayet çözülmüştü.Meğer kargalara attığım çam kabuğu, kalınlığının farklı olması nedeniyle yön değiştirmişti.Bilmeyerek yanlış gereç seçtiğimden yıllar sonra suçumu kabullenip rahatladım.
Diğer bir olay da Beykoz’a taşındığımız 1954 yılında;Naime ablamla birlikte Yusuf amcamlarda konuk olduğum sene meydana gelmişti..O zamanlarda da kentlerde bile yakıtımız yine odun veya gaz yağı idi.O yaz günü odun getirmek için Munise ve Rüveyde yengelerim ve Naime ablamla birlikte yakınımızdaki Beykoz- Karakulak Devlet Ormanına gittik.Yerde ve ağaçlardaki kuru ağaç dallarını topladık.Büyüklerim kendilerine göre odunları bir bağ yaparak iplerle sırtlarına yüklediler ve evin yolunu tuttular.Ablam bana da küçük bir bağ yapmıştı.Ben şaşkınlıkla bir bağa bakıyor bir de büyüklerimin yaylana,yaylana gidişlerine bakıyordum.Şaşkınlığımı fark eden ablam,geri dönüp bağırdı:
Resim-5 Yengelerim ve ablam topladıkları odunları bağ yaparak sırtlanıp evin yolunu tutmuşlar. Ben de sürükleyerek peşlerinden gitmiştim. Günümüzde de olanakları kıt aileleri bu orman hala sevindirmektedir.
-Sen de bizim gibi yüklen, hadi çabuk ol, çabuk... Sen de alışırsın sen de !. Diye bağırdı. Biz köyde yıllarca odun hazırlamış, taşımıştık. Ancak hiçbir zaman bu mereti sırtımızda taşımamıştık. İlk defa köyümden ayrıldığıma pişmanlık duyuyordum. Bu duygular içinde odunu sırtlanmadan sürüterek büyüklerimin peşinden gittim. Daha sonraları para kazanınca odundan da bir sorunumuz olmadı.
Bu vesile ile yukarıda isimleri geçen ve aramızdan ebediyen ayrılmış olan büyüklerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Yakacık 15.12.2018
Fevzi Durmuş
YORUMLAR
Hele de Artvin'in Ardanuç'un köylerinde ne de güzel bir doğal ısınma aracıdır odunlar. İlginç olaylarda geçmiş başınızdan o odun toplamalar esnasında... Güzel bir yazıydı kutluyorum Hocam içtenlikle...