- 954 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Mustafa Çelebi Padişah Olsaydı Tarihin Akışı Farklı Olur Muydu?
İlk gençlik yıllarımda tarihi romanlara büyük merak sarmıştım. Atsız’ın, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor romanlarını büyük bir zevkle okuduğumu dün gibi anımsarım. Gerçi çokça kitap bulma olanağım yoktu. Elime ne geçirirsem okuyordum roman, öykü adına. Genelde de tarihi romanlarla buluşuyordum. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun kitaplarını da bir solukta okurdum deyim yerindeyse.
Kozanoğlu’nun özellikle Osmanlı şehzadelerinin padişah olma mücadeleleri beni sonsuz heyecanlandırırdı. Örneğin Yıldırım Beyazıt’ını kardeşi Savcı Bey’i saf dışı bırakışı ilginçti. Aynı biçimde Çelebi Mehmet’in Timur’un esaretinden kurtulan Düzme Mustafa’nın padişah olma hayallerini bitirdiği tarihin kaydettiği başka bir iktidar savaşıydı. Kozanoğlu şehzadeler arasındaki mücadeleleri akıcı üslubu ile anlatırken Yıldırım ve Çelebi Mehmet’in galip gelme anlarını tarihin şekillendiği biçiminde vermekteydi. İlgimi çeken durum şu olurdu: Mücadeleyi Savcı Bey ya da Düzme Mustafa kazansaydı Osmanlı Devleti’nin geleceği nasıl şekillenirdi?
Olayların akışı analitik bir bakış açısıyla irdelenirse durum pek farklı olmazdı. Şöyle ki, kuruluş ve yükseliş devirlerinin koşulları ve devlet nizamı Osmanlıların ilerlemesine uygundu. Osmanlılar sağlam temellere oturtulmuş bir devlet düzeni kurmuşlardı. Ordunun disiplini, şehzadelerin aldıkları eğitim ve sancaklarda edindikleri yönetme deneyimleriyle padişah olduklarında devleti yönetmekte hiç zorluk çekmiyorlardı. Ve kuruluş, yükseliş dönemlerinde Balkanlarda, orta Avrupa’da güçlü devletler yoktu. Anadolu’da ise beylikler gün gün güçlenen Osmanlılara karşı birer ballı lokma idiler.
Kanuni’nin oğlu şehzade Mustafa’yı öldürtmesini daha farklı irdelemek gerek kanısındayım. Olayı irdelemeden önce birazcık Kanuni ve O’nun vazgeçilmez eşi Hürrem Sultan’dan bahsedelim. Kanuni dönemi Osmanlıların altın yıllarıdır. İmparatorluk üç kıtada gelişmiş, büyümüş dönemin yenilmez armadası olmuştur. Bu bağlamda Kanuni’nin kendisinden yardım isteyen Fransa yazdığı kendisini yücelten kralı basite alan mektubu ünlüdür. Krala şöyle seslenir:
“Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yer yüzündeki gölgesi Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin Ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Süleyman Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım.Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın.”
Kanuni, kralı Alman imparatorunun esaretinden kurtarır. Fakat aynı dönemde Fuzuli’nin Osmanlı memurlarının rüşvete bulaştıklarını belgeleyen “ Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar…” yakınmasıyla başlayan mektubu bize Osmanlının sefahat dönemine yavaş yavaş girdiğinin acı bir belgesidir. İşte bu dönemde dedesi Yavuz Sultan gibi bahadır, bilgili ve deneyimli Mustafa Çelebinin padişah olması devletin geleceği için hayırlı ve uygun olacağı en makul görüş olarak kabul edilir. Ne yazık ki, olaylar farklı gelişme gösterdi. Araya gönül işleri, Hürrem Sultanın sarı saçları, mavi gözleri ve keskin zekâsı girdi. İşte Hürrem Sultanın Kanuni’nin kanını kaynatan ve kendisinin keskin zekâsının örneği sergilediği mektuplardan bir örnek:
“Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, lâtif, nâzenin Sultanım! Allah dergâhına yüzüm süpürge kılıp niyâz ederim ki; mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstersin! İlâhi, eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi, bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? Ayrılığa düşenin halini bilmek isteyenler, Süre-i Yusuf okusun, bu hali ancak o tefsir eder.
Gözümün nuru Sultanım! Gece yoktur ki âhlarımın ateşinden bütün âlem yanmaya. Seher yoktur ki, gül yüzünüzün arzusuyla ağlamaya ve feryatlarımdan felekler parçalanmaya…”
Hürrem’in padişahın vazgeçemediği bir ahu olduğu bilinir. Hele Kanuni’ye yazdığı mektuplar aşk üzerine yazılmış emsalsiz güzeldir. Böylesi kalbin derinliklerinden kopup kâğıda dökülen güzel nağmelerin sabine Kanuni bigâne kalamadı ömrü boyunca. Ve O’nun isteklerini baş tacı yaptı.
Hürrem kendi oğlunun tahtın varisi olmasını istiyordu. Olayların nasıl geliştiği bilinir. Hürrem kışkırtmaları ve olayların akışı Mustafa Çelebi’nin Konya’da babasının gözetiminde öldürülmesi ile sonuçlanır. “Baba beni boğuyorlar…” feryadına Kanuni sessiz kalır ve Osmanlı saltanatının güçlü bir taht varisi tarih sahnesinden silinir.
Mustafa Çelebi halledilince Hürrem’in oğlu silik karakterli Sarı Selim padişah olur. Bundan böyle birkaç iyi örnek dışında Osmanlı tahtında kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki cihangir padişahlar göremeyiz. Ve 1579 Sokullu’nun öldürülmesinden sonra devlet duraklama dönemine girer. Şimdi başa dönüp soralım Mustafa Çelebi öldürülmeyip padişah olsaydı Osmanlı’nın geleceği farklı olabilir miydi? Olayları akıl ve bilim süzgecinden geçirerek irdeleyelim.
Maalesef Osmanlı bütçesi ilk kez Kanuni döneminde açık vermeye başladı. Bu durum yıl yıl devam etti. Fuzuli’nin mektubundan da anladığımız gibi devlet bürokrasisi içinde rüşvet, yolsuzluk benzeri hoş olmayan olaylarla ağaçlara musallat olan kurtlar gibi devlet düzenini kemirmeye başlamıştı. Yönetici atamalarında ise liyakat değil iktidara sadakat aranır olmuştu.
Tüm bu durumlardan daha önemlisi Avrupa Rönesans ve Reform hareketleriyle yeni bir döneme girdi. Matbaanın bulunması ile halkın aydınlanmasının yolu açıldı. Orta Çağ’ın karanlıklarından Avrupa halkları ışığa kavuşurken Osmanlı ufukları kararmaya başladı. 1583 yılında rasathane yıktırıldı İstanbul’da. Batı Yeni Çağa girerken Osmanlı Ortaçağ’ın karanlıklarına gömüldü. Keşifler sonucu ele geçirilen varlıklarla Avrupa zenginleşti, bilimin ışığında gelişti. Yeni buluşlar yapıldı. Sanayi devrimi yaşandı. Bizde ilerleme adına, bilimsel buluş adına yaprak kıpırdamadı. Uzayan savaşlar halkı iyice yordu. Büyük toprak kayıpları yaşandı. Batının ilerlemesine ayak uydurulamadı. Koskoca imparatorluk Avrupalıların pazarı haline geldi.
Osmanlı, zamanında zamanın ruhunu okuyabilseydi durum farklı olurdu elbette. Olay Şehzade Mustafa, şehzade Selim’in padişah olmasından öte daha önemli durumlarla ilgilidir. Örneğin matbaayı zamanında getirip medreselerde çağın gereklerine uygun bilimsel ve nitelikli eğitimi başlatabilseydi devlet duraklama ve gerileme yaşamazdı. Hele açık denizlere açılıp keşiflerden pay alabilme olanağını yakalasaydı savaşların giderleri kolayca karşılanırdı. Devletlerin gelişmesini sağlayan bilimin yolunu tutma anlayışından uzaklaşıldığı için Osmanlı devleti tarih sahnesinden silinmiştir. Olaylar irdelenirken tarihin akışını geniş perspektiften irdelersek ancak o zaman akılcı sonuçlara varabiliriz.
YORUMLAR
Ahmet Zeytinciye katılıyorum
İlimden bilimden yoksun tamamen fetvalarla işlerin halledildiği ve de gerilemenin başladığı bir dönem bence de
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla.
Kanuni Sultan Süleyman Yükselme Devrinin son padişahı olarak bilinse de aslında duraklama ve gerileme de başlamıştır. Medreselerde müspet ilim ile ilgili derslerin azaltıldığı ve dini ilimler daha fazla ağırlık verildiğini belirtiyorlar tarihçiler. Bunun neticesinde çağı ve gelişmeleri yakalayamayan Osmanlı'nın duraklama ve peşinden gelecek gerileme dönemine girmesi de kaçınılmaz olmuştur. Rönesans ve Reformu hayata geçiren Avrupa koşar adım ilerlerken biz yerimizde saymışız maalesef, sonrası da Birinci Dünya Savaşı ve yıkım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bağımsızlık mücadelesi ve küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti ki bu cumhuriyette emeği geçenlerin ruhları şad olsun... Kutluyorum güzel bir yazıydı...
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla...