- 843 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
AKIL MI, ŞANS MI?
Ülkemizde yapılan araştırmalara göre, şans oyunlarına yönelim,” ekonomik daralma, piyasa sıkışıklığı” günlerinde rekor seviyelere yükseliyor.
Şans oyunlarının “Helal, Haram” mevzusu benim işim değil.
Bu konuda ülkemizde en yetkili makam, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Adamlarıdır.
Dikkat ederseniz, ekonomik kriz demiyorum…! Ne de olsa hükumete muhalefet etmek, ülkede infiale yol açmak, Sarı Yelek eylemlerine özendirmek, suçuyla yargılanmak, linç edilme ihtimali var…!
Devletimiz kontrolünde düzenlenen şans oyunları; Milli Piyango, Sayısal Loto, Şans Topu, İddia vb isimler adı altında trilyonların döndüğü ve devletimizin de hatırı sayılır vergi topladığı kurumlardır.
Ben de emekli bir memur olduğumdan, bu kurumlar aracılığıyla toplanan vergilerden kursağımıza “Helal-Haram?” kişilerdenim.
Tabiî ki asıl anlatmak istediğim bunlar değil.
Şans bir gün sabah yola çıkar ve yüzünü güldüreceği kişileri bir bir tespit etmeye çalışır, bir tepenin başına gelir ve etrafı seyre dalar.
Tarlada öküzleriyle çift süren bir köylüye takılır gözleri.
-Hıh buldum..
-Bugün şu garip köylüyü sevindireyim, yirmi beş yaşına gelmiş hala bekar, varsın garibim rahat bir hayat sürsün…
Tam bunları aklından geçirilirken, kulağına bir ses çalar.
-Sen istediğin kadar hayal kur, istediğin kişinin yüzüne gül, ben olmadan senin verdiklerin hiçbir işe yaramaz.
Şans, hemen arkasına döner,
-Sende kimsin?
-Bana akıl derler, ben başta olmadan sen şans olarak gülsen de bir işe yaramaz.
-Şans, Seyret o zaman der ve harekete geçer.
Tarlada çift süren genç çiftin tutağını toprağa daha derin batırmak için var gücüyle asılır, çiftin demiri bir şeye saplanır.
Çift demirini kurtarmak için uğraşırken bir sandığa saplandığını fark eder, çıkarır, peşinden sandığın etrafını kazmaya başlar.
O da ne…
Art arda üç tane sandık. Hepsini tek tek çıkarır, kucakladığı gibi tarlanın sınırına sıralar, tarlasını sürmeye devam eder.
Yakınından geçen bir kervanı fark edip önlerine geçer,
-Nereden gelip, nere gidersiniz…?
Filanca şehirden falanca Padişaha mal götürdüklerini söylerler.
-O halde şurada üç tane sandık var, gelin onları da yükleyin padişaha götürün, der.
Akıl şansın yüzüne bakar, gülümser.
Şans, bu işin henüz bitmediğini sevincinin kursağında kalacağı imasında bulunur.
Kervan Padişaha teslim edildiğinde, “bunlar da ne, nereden aldınız” gibisinde soru yöneltir, sandıkların kilitlerini açtığında herkesin ağzı açık kalır. Üç sandığın üçü de altın, inci mücevher dolu.
Kimin gönderdiğini merak eder, ne iş yaptığını sorar. Kervancı başı da, garip bir köylüydü, tarlada öküzleriyle çift sürüyordu.
Şans, akıla bakarak, “sen kazandığını zannetmiştin değil mi?, seyret şimdi diyerek köylüyü ihya etmenin derdine düşer.
Padişah düşünür, “ben bu adamın bu kadar büyük servetine karşılık nasıl bir jest yapabilirim…
Sonunda bu köylüye yardım etmeleri işin yüz köle gönderir, “bundan sonra sizin sahibiniz o dur, bir dediğini iki etmeyesiniz, ne iş buyurursa yapasınız, emrini verir.
Tam harman zamanı tarlada ekini biçileceği sırada köylünün kapısını çalarlar, “bizi filanca padişah gönderdi, bundan sonra senin hizmetindeyiz, ne iş buyurursanız onu yaparız, siz emredin yeter”…
Köylü gelenlere şöyle bir bir göz gezdirir, hepsinin de gücü kuvveti yerinde Izbandut gibi adamlar…
Kağnısını koşar, tırpanını, anadut unu sarar ve kendisini takip etmesini söyler.
Tarlaya vardığında, ben bu kadar adamı nasıl doyuracağım, gailesine kapılır.
Hemen yakınından iki atlı süvari geçmektedir, selam verirler çiftçiye.
Koşarak önlerine geçer, nereye gittiklerini öğrenir ve asker topladıklarını duyunca, kendisine gönderilen köleleri bu askerlere teslim eder.
Akıl, ikinci kez galip gelmenin gururuyla şansın yüzüne bakar.
Şans, henüz her şeyin bitmediğini, son gülenin kendisi olacağından emin bir tavırla izlemesini söyler.
Teslim ettiği köleler sayesinde girdikleri savaşı kazanan askerler, durumu Krala anlatırlar, Kral bu iyiliği karşılıksız bırakmamak için elçi gönderir ve sarayına davet eder.
Harmanda düveni koşulu halde bırakılır ve sarayda Kralın karşısına dikerler.
Kral, “sen ne büyük bir insansın, ne kadar cömertsin, gönderdiğin kölelerin sayesinde saltanatımı korudum, bir dünya da ganimet kazandım, dile benden ne dilersen”…
Köylü hiçbir şey istemez, sağlığınız der geçiştirir.
-O halde benim bir kızım var, onunla evlenecek, bu tahtın benden sonraki varisi de sen olacaksın…
Akıl devreye girer, köylü süt dökmüş kedi gibi düşünür.
-Sen garip bir köylüsün, koskoca kralın kızı kim, sen kimsin?...
Bu düşüncelerle saraydan kaçmaya karar verir, lakin her taraf asker dolu.
Bahçede bir çukur olduğun fark eder, hemen o çukura atlar.
Bu arada düğün töreni başlar, gözler damadı aramaktadır.
Sarayın tüm çevresi didik didik aranır, gün ışıdığında boğazına kadar pisliğe batmış halde foseptik çukurunda damadı bulurlar.
Durumu Krala anlatırlar, Kral oldukça öfkeli halde damat adayının yanına varır, “bunu neden yaptın bana geçerli bir sebep söyle, yoksa kelleni uçuracağım” diyerek hiddetlenir.
Bu kez şans, akıla yalvarır…
Tamam, sen kazandın, çabuk bir geçerli sebep söyle, yoksa ikimizin inadı yüzünden adamın kellesi gidecek.
Akıl, kendinden emin bir şekilde köylünün bedeninde dile gelir, “Büyük kralım, benim bir ahdim var idi, olur da bir gün şansım yaver gider, bir Kralın kızıyla evlenecek olursam, bir gece tuvalet çukurunda kalacağım diye tanrıya söz vermiştim, işte bu yüzden vaadimi yerine getirmek istedim", cümleleriyle kelleyi kurtarır, yıkanır, temizlenir, miski amberler sürülür ve Kralın kızıyla evlenip saraya damat olur.
Arş Yazar; Osman KARACA
Kaynak; İnceçayır Köyü Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.