yılan bulutlar
Hava sümbül. Gökyüzünde esmer bulutlar küme küme...kış kendini gösteriyor artık. Bu şehir hasretti böylesi serinliğe. Belki soğuktan şikayet edenler vardır. Ben onlardan değilim. Dün yağan yağmur çevremizde her ne varsa hepsini sakinleştirmiş durumda. Evler, ağaçlar, toprak ve insanlar...tozun zerresi yok aldığımız nefeste. Yağmur dediysem öyle böyle bir yağmur değildi yağan. Gelmiş geçmiş en aksi gök tanrıları sıraya girmişlerdi sanki; şimşek, gök gürültüsü, rüzgar üçlüsü müthiş bir gösteri sundu şehrimizin sakinlerine. Ama bugün her şey sütliman...
Güneş arada kısacık bir selam verip kayboluyor bulutların arasında. Bisiklete atlayıp gezme zamanı. Yollar sessiz. İşi gücü olanlar dısında sokağa çıkan yok anlaşılan. Tramvay yolunu rahatça kullanıp sahile doğru sürüyorum. Kumsala inen yokuşun başına gelince, uzun süredir göremediğim denize baktım sevgiyle. Dalgalar dövüyor çakılları. Doğanın en hoş bestesi bu bana göre. Sahil birkaç balıkçı dışında bomboş. İşte o an başımı kaldırınca gördüğüm manzarayla büyülendim.
Dağlara bulut inmişti. Bembeyaz bulutlar simsiyah kayaların arasında dolanıyordu. Birden en çarpıcı olanı gördüm. İki tepe arasında burgaçlanarak bir halat gibi gerilen bulut. Telefonumla birkaç fotoğraf çektim. Ama hiçbiri gördüğüm şeyi yansıtmadı. Yokuşu inip bisiklet yolundan devam ettim pedal çevirmeye; biraz daha yaklaşıp bu manzarayı daha yakından görmeliydim. Dağlar bana yaklaştıkça bir dejavu yaşadım sanki. İki gün önce izlediğim bir filmde de bu manzara vardı. Filmde ’ yılan bulutlar’ deniyordu bu bulut hallerine.
Filmin bazı sahneleri İsviçre’de geçiyor. Maloja denilen bir kanton. Yüksek dağlarla çevrili. Hava akımlarının yönlendirmesiyle tepelerin arasından kıvrımlanarak geçiyor bulutlar. Gerçekten de pamuktan yapılma yılanlar gibiydiler. Ben de gördüm o yılan bulutları. Hem de kendi şehrimde. Yaklaştıkça yılanın başka kollarını da görüyordum artık. Durdum ve izledim. O film beni bütünüyle etkilemişti zaten. En sevdiğim oyunculardan biri olan Juliette Binoche baş roldeydi. Yaklaşık iki saat süren film bana kısa gelmişti. Orada bir süre kaldım. Filmin sahneleriyle gördüğüm manzara iç içe geçti. Hafif bir rüzgarla ürperdim. Bu rüzgar yılan bulutları da dağıtmaya başladı. Geri dönüp bu sefer deniz manzarasına karşı sürdüm bisikletimi. Doğanın en büyük öğretmen olduğunu düşünüyordum. Ansızın değişen şekilleriyle bin türlü bilmecesi olan doğa. Bir ömür yetmez belki bu sihri anlamaya. En azından diyorum güzelliği karşısında sarhoş olmak kolay.
Yokuşu çıkarken inceden bir yağmur başladı. Durup yağmurluğumu giydim. Bir kedi miyavlayarak yanıma geldi. Tombul, gürbüz bir kedi. Belli ki muhabbet etmek istiyordu. Hoşça kal dedim kediye. Son bir kez baktım dağlara. Bulutlar koyulaşarak uzaklaşıyorlardı. Keşke resmini yapabilsem bu manzaranın diye iç çektim. Çünkü en usta fotoğrafçı bile bu güzelliği çekmeyi başaramaz sanıyorum. Resim yapmayı bilen kişi ise gözleriyle kalbini birleştirip bu muhteşemliği aktarabilir tuvale. O an mutlaka resim yapmayı öğrenmeliyim diyorum kendime. Boya ve fırçalarla kurulan yepyeni bir dünya...o dünyada doğa bize sırlarını minik minik açar mı acaba?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.