3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
6762
Okunma
‘Ağaç yaşken eğilir.’
Sözüyle eğitimin erken yaşlarda başlanması gerektiği anlatılır. Ülkemiz eğitim politikalarının oluşturucuları da bu felsefenin doğruluğuna inanmış olacak ki, bireylerin değiştirilmesi istenen davranışları, kazanım olarak gösterebilmeleri için eğitimin en erken yaşlarda başlanmasına çaba göstermektedirler.
Toplumda yerli malı kullanımını artırmak amacıyla okullarımızda her yıl 12-18 Aralık tarihlerinde etkinlikler yapılır. 1983 yılından önce ki yıllarda Yerli Malı Haftası adıyla yapılan bu etkinlikler, 1983 den sonra Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası adıyla yapılmaya başlandı. Burada amaç ekonomik darboğaza düşen ülkenin yabancı ülkelere döviz akışının durdurulması ve toplumsal tutum bilincinin oluşmasını sağlamaktı. Bu tutum, milli ekonomilerin gelişmesi ve yerelde üretilen ürünlerin desteklenmesi açısından olması gereken bir tutumdur.
Yaşadığımız çağda iletişim kanalları ve taşıma işi o kadar hızlı gelişiyor ki, ‘Dünya artık küçücük bir köy’ sözü ile iletişimin ve ulaşımın hızı konusu, çarpıcı bir şekilde vurgulanmaya çalışılıyor. İletişimin ve ulaşımın çok hızlı olması neticesinde ülkeler arası ticaret daha kolay ve hızlı.
Malum ülkelerin giyim tarzları ve damak lezzetleri çok farklı, bu farklılıklar ülkelerin yaşam kültürüne yansımakta. Ülkemizden başka ülkelere yapılan gıda ihracatında, ihraç edilecek ürünlerin ne kadar ince elenip sık dokunduğunu biliyoruz ve basından sürekli okuyoruz. Ülkemizden yapılan ihracatların engellenmesine kızıyor ve sanki özellikle ülkemize karşı yapılıyormuş gibi algılıyoruz.
İşin özü incelendiğinde yabancı ülkelerin halkını korumak için göstermiş olduğu reaksiyonun doğru olduğunu anlıyorsunuz. Ülkemiz yetkililerinin de aynı reaksiyonu insanlarımız için göstermesini bekliyorsunuz ancak yapılan uygulamalardan bunun pekte olmadığını görüyorsunuz. O zaman benim ülkemin halkı ikinci sınıf dünya insanı mı diye içinizden serzenişler geçiriyorsunuz.
Halkımızın da muasır medeniyetler seviyesinde ki halklar gibi yaşamasını arzu ediyorsunuz. Bunun olması için çaba gösterilmesi gerektiğini şiddetle istiyorsunuz ama yapılanları görünce hayali sukuta uğruyorsunuz. Yabancı ülkelerin halkını korumak için yapmış oldukları bu hassasiyeti ülkemiz insanları için niçin gösterilmediğini sorgulamak gerektiğine inanıyorum. Çünkü halkımızın yiyeceği gıdanın temininde ve sağlığını korumada kullanacağı ilaçların temininde yeterince hassasiyet gösterilmediğine inanıyorum.
Mahallemizde alış veriş için bir markete gittim, kırmızı mercimek aldım. Evde kırmızı mercimeğin hiçbir lezzetinin olmadığını çorba yapıldıktan sonra anladım. Başka bir gün de pirinç aldım, yine pirinç pişirilip pilav olarak sofraya geldiğinde lapa lapa olduğunu ve kaşıkladığım da hiçbir lezzetinin olmadığını tattım.
Eşim ‘Bu pirinç nasıl bir pirinç? Geçen aldığın kırmızı mercimek de hiç güzel değildi. Bundan böyle ben yerli malı istiyorum. Aldığın malın etiketine bak, Türk Malı yazıyorsa al yoksa alma’ dedi.
Bu söz Anadolu’nun damak lezzetinin diğer lezzetlere karşı galibiyetini tescil ediyordu. Ben de o gün bugün her markete gittiğimde ‘Türk Malı’ kavramını görmeden bir ürün almıyorum. Bunu giyecek ürünlerinde de yapıyorum.
Özenme,
Kendine güven,
Kendi ürününü kullan.
‘Yerli Malı Yurdun Malı,
Herkes onu kullanmalı.’
Bu felsefeyi iliklerimize kadar işleyecek çaba ve gayret bekliyorum.
Emperyalizme karşı üret ve milli ürünlerini kullan, o zaman yücelirsin.
Özer YILMAZ