- 822 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
ACILAR YAŞADIM/ AĞLAYAMADIM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Gerçek bir Marmara depremi öyküsü"
............
“Yazın bana…” dedim
“ …o karanlık, uğursuz geceyi
Öyküsünü yazayım”
“Yazmasam da anlatsam” dedi
“Olur.” dedim, “anlatın o zaman”
Anlattı
Sanki o geceyi yeniden yaşadı
Gözyaşları içinde
Bir oğul, bir eş yitirmek
En büyüğü acıların
Yirmi yıl geçse de aradan
“Bir gün kapıdan girecekler” diye
Beklemek
…………………………….
O sıcak ağustos gecesinde bir sallantıyla uyandım Ankara’daki evimde. “Bu neyin nesi?” derken baktım altımdaki yatak ileri geri gidiyor, bina sallanıyor. “Aman deprem oluyor!” diyerek uykulu gözlerle fırladım yataktan. Evdekilerle üstümüze bir şeyler takıştırıp apartman dışına çıktık. Komşuların çoğu dışarıdaydı. “İyi sallandık.” “Allah afatından korusun!” “Acaba başka yerlerde şiddetli deprem mi oldu?” konuşmalarının arsında arabaya binip çevresi boş bir alana park ettik.
Arabanın radyosunda “Marmara’da büyük deprem..” diye ilk haberler veriliyordu. O gece orada, arabanın içinde sabahladık.
Biz Ankara’da depremi böyle şiddetli hissetmişken, geceyi arabada geçirmişken o bölgedekiler neler yaşamıştı kim bilir?
………………
Uzun yıllar, yirmi yıl; “Marmara’da, İstanbul’da büyük deprem olacak.” tartışmalarıyla, ürkütücü sözlerle geçti.
Yazılarımı okuyan, bir yerde de kısa süre, ayak üstü tanıştığım Zeynep Hanım, birçok yorumunda “Yazılarınızı beğenerek okuyorum, anlatımınız çok güzel.” diye yazınca ben de ona: “Zeynep Hanım, yaşadığınız ilgi çekici olayları bana ayrıntılı yazarsanız, ben onları öyküleştiririm. Böyle yazan arkadaşlarım oldu. Onların anlattıklarıyla oluşturduğum birkaç öyküm var.”
Böyle yazdım, yazdım da ne bileyim Zeynep’in, ülkemizin yaşadığı en büyük felaketi yaşayanlardan biri olduğunu.
………………
Güzel bir yaz sabahına uyanmışlardı. Bu tatil günlerinde kızını, oğlunu birlikte kahvaltı yapabilmek için zor da olsa, kıyamasa da uyandırıyordu Zeynep. Aile mutluluğuyla, neşeyle yaptılar kahvaltılarını. Kızını Kuran kursuna yolladı, baba işine gitti, o da oğluşuyla birlikte masayı, odaları toparladı. “Mert, bilgisayara dalmışken ben de şu mutfağı düzene sokayım.” dedi.
Çok zaman geçmeden ev girişindeki telefon çaldı.
-“Alo, ben Zeynep, buyurun!”
-“Zeynep, ben Serap, telaşlanma, önemli bir şey yok canım, kızın Cansu, caminin merdivenlerinden yuvarlandı, durumu iyi.
“Durumu iyi.” dese de can arkadaşı Serap, kaynar sular döküldü sanki Zeynep’in başına.
Eşini aradı, sonra hemen oğluyla birlikte koşar adım camiye gittiler. Sedat Bey de gelince hemen hastaneye koştular, film çekildi. Şükür ki kırık çıkık yoktu, bileği burkulmuştu, biraz ezilme vardı. Rahatlamanın verdiği huzurla eve döndüler.
Yine aynı gün Zeynep, oğlunun sınıf arkadaşlarından birinin annesine bebek görmeye gitti. Yanında arkadaşı Sevda, oğlu ve kendi oğlu vardı. Kızını evde bırakmış Sevda’nın kızıyla üst komşunun büyük kızına emanet etmişti. Bizde böyle “ev görme, bebek görme” gibi âdetler hiç bitmez. Zeynep de böyle şeyleri hiç ihmal etmezdi. Bileği çok kötü olmasa da aklı kızında kaldığı için erken döndüler. Akşama dek oğluyla, biraz nazlanan kızıyla ilgilendi. Mutfakta yemekle uğraştı.
Eşi, yemek konusunda çok titizdi. Sofrada üç kap yemek hazır olmalıydı. Zeynep de her gün olduğu gibi o gün de öyle yaptı. Sessizlik içinde yemeklerini yediler. Cansu, ara sıra mızırdansa da onun bu nazlı tavırlarına ses çıkaran olmadı.
Yemekten sonra üst katta oturan mal müdürünün eşi Ayşe Hanım geldi. Zeynep’in oğlu Mert’in yakında yapacakları sünnet düğünü için hazırlayacakları kıyafetleri konuştular. Laf lafı açtı, saat 23.00’te Sedat Bey, yatmak için izin istedi. Giderken de “Çocuk odasını ilaçladım, havalandırmadan çocukları yatırma!” dedi eşine. Çok geçmedi Mert’in de uykusu geldi.
-“Anne, ben de yatmak istiyorum.”
-“Tamam oğlum, yalnız odan ilaçlı, şimdilik babanın yanına yat, ben seni sonra yatağına alırım.”
Böyle dedi ya Zeynep yine de kalktı, dişlerini fırçalattı, babasının yanına yatırdı. Biraz sonra da Ayşe Hanım evine çıktı. Hava sıcak olduğu için kızıyla gecenin ikisine kadar oturdular. Sonra oğlunu uyandırmaya kıyamadı, onun yatağına uzandı.
Uyandı birden, nasıl, neden uyandı bilmiyordu. Bildiği tek şey kalkıp kızına sarılmıştı. Onlar sarılmış haldeyken duvar, kızının yatağına çöktü. Cansu da bağırıyordu korku içinde, “Anne, duvar kardeşimin yatağına çöktü. O da karşı duvarın çöktüğünü görmüştü.” Neydi bu? Ne oluyordu?” Zeynep’in aklına ilk gelen “Kıyamet kopuyor!” oldu. Kızına sıkı sıkı sarıldı. “Korkma anneciğim korkma, kıyamet kopuyor, bismillah de, bismillah de annem!” O anda eşi ve oğlu aklına gelmemişti. Kızı, “Babaaa, Meeert!” diye bağırınca kendine geldi.“Baba oğul da bizim gibi birbirlerine sarılmışlardır.” diye düşündü. Deprem aklında yoktu, kıyamet kopuyordu ve dünya başlarına yıkılıyordu. “ Azrail bizim eve gelmiş, nereden bileyim?”diye düşündü.
Kızına “Merak etme annem, baban da kardeşinin yanında, onu koruyordur.”dedi.
Ne kadar zaman geçti, ne oldu, Zeynep baktı ki dışarıda sesler geliyor, çocuk odasının perdeleri yerde, “Bu perdenin ne işi var burada?” derken anladı ki evleri yıkılmış. Koca ev yıkılmış, taş, toprak, kolon yerde, kızıyla ikisi bir fanusun içindeymiş gibi burunları kanamadan dikiliyorlardı. “Bir mucize miydi bu?” diye düşündü sonradan Zeynep.
Bir ara bir ışık huzmesi…”Burada canlı var!” diye bağrışmalar…Ve kızıyla Zeynep oradan çıktılar, daha doğrusu çıkarıldılar. Komşunun oğlu “Sizi ben çıkardım abla!” diye bağırıyordu. Çıktıklarında saat 6.30 civarıymış. Evleri ikinci kattaydı, bodrum katında da fuiloil kazanı vardı.Zeynep’le kızını o kazandan çıkarmışlardı. Saçları, başları her yerleri fuiloil olmuştu. Yazın kalorifer yanmadığı için kazanın dibinde çok az yakıt varmış. Onları enkazdan çıkaranlar bir arabanın arkasındaki bidonu alıp ellerini, yüzlerini yıkadılar. Karşı komşu Necla teyze ve kızı onlara değişik giysiler getirip giydirdiler. Necla teyzeleri, o güzel insan depremden on yıl sonra vefat etti.
Zeynep için asıl zorluk, dayanılmaz acı bundan sonra başladı. Kızı sırtında apartmanın bir ön bir arka cephesinde “Eşim, oğlum çıkmışlardır.” umuduyla koşturdu. Kurtarma ekipleri de cesetleri çıkarmaya başlamışlardı. Ön cephede yo boyuna, arka cephede boş bir arsaya diziyorlardı. Her çıkan cenazede eşini, oğlunu teşhis için Zeynep’i çağırıyorlardı.
Apartmanlarına yakın Orman Müdürlüğü lojmanları vardı. Onlar depremden zarar görmediği için telefonları pencere ağızlarına, balkonlara koymuşlar, herkes faydalansın diye düşünmüşlerdi. Telefonlar kesikti. Zeynep “Bir de ben deneyim şansımı.” dedi. Babası kalp hastası olduğu için onu arayamazdı. “Haberi yoktur.” diyordu. Oysa bu felaketi tüm Türkiye’nin duyduğunu düşünemiyordu bile. İstanbul’daki ablasının evini aradı. Erkek kardeşi de oradaydı. Olacak bu ya telefon açıldı. Zeynep gözyaşları içinde “Eniştenle Mert göçük altında.” dedi. “Abla hemen geliyoruz.” derken kardeşi, telefon kesildi.
Zeynep’e asırlar kadar uzun gelse de iki saat içinde geldiler. Dünyalar onun oldu. Sanıyordu ki kardeşi; eşiyle, oğlunu enkazdan sağ salim çıkaracak. Çok çabaladı kardeşi, tehlikeyi göze aldı; fakat ulaşamadı.
Evlerinin önü arkası yan binalardan çıkarılan, sıra sıra dizilen cenazelerle dolmuştu. Zeynep her çıkarılana baktı; ama ne eşi vardı ne de oğlu.
Depremin ikinci ya da üçüncü gecesiydi. Ablası göçüğün başında “Meeert, Sedaaat!” diye bağırıyordu. Belki duyarlar umuduyla. Zeynep de ablasına bağırmıştı: “Oğlumu uyandırma, beni göremezse korkar!” diye. Oradakiler “Bu kız aklını oynattı. “ dediler.
Bir ara göçükten çocuk ağlama sesi gelmiş, Zeynep “Oğlum bu oğlum!” diye deli olmuştu. Bitişik binadaki anneanneyle torunuymuş. Yaşlı kadın hemen, torunu da birkaç gün sonra öldü.
Zeynep’in eşi ve biricik oğlu, göz bebeğinin cenazeleri altı gün sonra çıkarıldı. Eşinin memleketine defnettiler. Cenazeler baba ocağının kapısına geldiğinde Zeynep’in kolunda kalp hastası babacığı vardı. Kızını teyzesi tutuyordu. Hiç göz yaşı dökmeden uğurladı iki canını. On altı gün hiç ağlayamadı. Psikolog: “Böyle olmaz, ağlaması ya da gülmesi gerekiyor.” dedi.
Yirmi günde sekiz kilo verdi Zeynep. Hani acı ne kadar büyük olursa olsun “Hayat devam ediyor.” derler ya. Göz yaşı hiç dinmese de ayakta kaldı Zeynep.
….
“Kader bazen bir bora kadar zorludur” sözünü
Bir radyo oyununda duymuştum
Mutluluklar da acılar da insan içindir
Dayanılmaz acılar yaşadı Zeynep
Uzun yıllar sonra anlattı bana yaşadıklarını
Yazdım, yazdım; ama
Ben de tutamadım gözyaşlarımı
…………………………………………………..
Marmara depremi ile ilgili dizeler:
Anlamadan hayatı
Geride
Ne kadar çok
Sahipsiz
Ayakkabı kaldı
Enkaz altındakilerin
En az iki katı!..
Yazık oldu... Vay!..
Sensiz
Beni de öldü say!..
17 Ağustos 1999
Sizler çok yaşayın
Biz artık yokuz!..
Şaban Aktaş
......................................................................
Numan Kurt
14 Aralık 2018
YORUMLAR
İlimlerine kadar tekrar yaşadım o anları... Bu denli açıklayıcı ve bu denli içten anlatılabilir di bu vahim afet... Dilerim tekrarı yaşanmaz, dilerim hiç kimse benzer acılar yaşamaz...
Öncelikle anlatımınız ve buna ek olarak güzel Türkçemizi şahane ifade edişiniz için sizi tebrik ederim...
Sevgiyle...
İstanbul'da deprem olduğu sırada hasta anneciğimin başucundaydım . Onu aşağıya indirememiştik, başında seve seve kalmıştım. Eşim beni yalnız bırakmadı. Üç evladımı zor ikna etmiştik açık bir alana hemen gitmeleri için. Gittiler de...
"Sizsiz yaşayacaksak beraber ölelim !" diye gitmeleriyle geri dönmeleri bir oldu...
Dokunaklı yazınız herkesin yüreğine çöreklenen derin acıların bir tercümesi.
Tebriklerim ve saygılarımla.