- 471 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BARİ BİR GAŞŞIĞINI YİSEYDİK.
BARİ BEKMEZİN BİR GAŞŞIĞINI YİSEYDİK
Bağ deyince her ne kadar Nevşehir akla gelse de Kırşehir ve çevre iller ondan geri kalmazdı. Bağın Karacaören kasabasında önemli bir yeri vardı ki neredeyse bağı olmayan adama ’sünepe’ gözüyle bakılır “kız bile vermeye değmez” denirdi. Bir omca yetiştirmek bir evlat yetiştirmek kadar önemliydi. Hatta köyde karı koca beraber bağlarını bellerken karıktaki çubuğu sökerdin, sökmezdin derken adam çubuğu söktüğünde “Sanki baban diktirdi de sen söktün” diyen hanımına kızar. İç güveysi girdiği için kendi köyüne döner, bir daha da Karacaören’e gelmediği söylenir. Köylü bağından yazlık ve kışlık katığını temin ettiği gibi fazlasını da şehre getirip şaraphaneye satar, cebi harçlık görürdü. Şimdi o bağlar hazan olmuş adeta ’yüz karası’ gibi dururken belki onu yetiştirenler de mezarında rahat uyumuyordur. Bunun nedeni erkeklerin 60’lı yıllarda Almanya’ya çalışmaya gitmesi, bir yerde herkesin şehirde iş bulup göç etmesidir.
Karacaören’de bağlık bölgeler “Kaya bağları, Kum bağları, Tepe bağları, Yayla bağları, Keklik kuyusu bağları, İğdeli bağlar, Kozluca bağları, Dere bağları, Cevizli bağlar, Yukarı bağlar” diye adlandırılırdı. Bu bölgelerde de göze batan bakımlı ve envai çeşit üzüm omcalarına sahip olan, sahiplerinin adıyla anılan meşhur bağlar vardı. Bunlar Nuhuru’nun, Püsküllü Memmed’in, Hakkı’nın Memmed’in Çöllü’nün Memmet Ali’nin, Çerçi’nin, Kaalerin Sali’nin, Kör Abbas’ın, Danacı Halil’in, Mulla Memmed’in, İreyiz’in bağlarıydı. Bu bağlarda en göze batan üzümler erken alaca düşmesiyle Ebülgasım ve Drami (Nevşehir üzümü) önde gelirken bunları Parmak başı, Çavuş üzümü, Karaandere, Yedi veren, Kabuğu kalın, Kırmızı üzüm, Kötür (asmalardaki Turşu üzümü), Guş üzümü gibi çeşitler takip ederdi. Bağları budama işi başlı başına incelik isteyen bir sanattı. Öyle her adama ve onun bıçkısına omca teslim edilmez, bunu sanat edinenlere, önem gösterenlere itibar edilirdi. Bağlar budanırken çubukları da kucakta katlanarak deste yapılıp toplanırken çocuklar da bunlardan oyuncak araba yaparak birbirleriyle yarış tertip ederlerdi.
Bağlar toprağın tavı geçmeden (toprak sertelmeden) bellenirse belleyenlere bir çalışma kolaylığı verirdi. Bellemeler yevmiye usulü ya da gençlerin birbirine taktıkları “salma, gubaşma” olarak yapılırdı. Bazı açıkgözler bağ bellerken beli yere iyi sokmaz “üstün körü” bellemeye çalışırsalar da (karalama) yakayı çabuk ele verirlerdi. Memiş’in Osman’ın Güccük Avşar’ı babası her gün “Oğlum tavı geçmeden git şu bağı belle” diye sıkıştırıyordu. Avşar, çalışmayı pek sevmeyen bir gençti. Bağları yol üstünde olduğundan bağlara gidip gelenler (zaten bağa doğru dürüst bel geçmezken) “Aman Avşar tavını geçirmeden belle ki bir daha bel zor geçer” diye huyunu bildikleri Avşar’la dalga geçiyorlardı.
O da elini tükrükleyip beli toprağa sallarken “Ulan dürzü baba, dağın öbür yüzü dururken yol tarafını niye çevirip bağ yaptın” diye veryansın ederken “hiç olmazsa çalışmadığımı, bağın ot getirdiğini kimse görmezdi...” gibi kakınçları art arda sıralıyordu.
Bağlara ilk alaca düştükten sonra gidip gelmeler sıklaşır, oradan toplanan ala koruklu salkımlar eve getirilip sofralarda katık olmaya başlardı. Bağlara alaca düşmesinden bir müddet sonra kızlar bağ beklemeye başlardı. Sabahtan gruplar halinde evlerinden çıkan kızlar bölge bölge kendi bağlarına dağılırlar, orada bulunan herhangi bir bağ damında (alaçık) bağ beklemeye başlarlardı.
Nişanlı olan kızlar ve oğlanlar birbirine ayna tutarak bir araya gelip buluşurlardı.
Kızlar grup halinde (solo) türküler söyleyerek, dedikodular yaparak vaktin nasıl geçtiğini bilmezlerdi. Türküyü her kız güzel söylerdi de Çopur’un kızı Suna’nın o güzel sesinde türküler ayrı bir ahenkli olurdu.
Üzümler iyice olduktan sonra kimi eşeğinin heybesine koyduğu sepetlerle, kimisi de başında taşıdığı kalburlarla evine üzüm çekerdi. Bunların birazı hevenk yapılıp arıstağa asılırken birazı da ilaçlanıp kurutulurdu. Köyün delikanlıları bağ yolmasını pek severdi. Bazı bağ sahipleri bunun önüne geçmek için yatak yorgan götürüp bağda yatar veya yatağın içine bir yastık koyup gece evine gelirdi!
Nuhu’nun bağı sayılı bağlardandı. Onun omcalarındaki üzüm çeşitleri kimse de olmazdı. Yaşlı olduğundan dolayı kafası biraz sulanmıştı. Gündüzün bağ bekleyen kızlar Potturmacın Hacı’ya kız elbiseleri giydirip Nuhu’ya cilve yaptırıp onu oyarlarken güzelim üzümlerini yolarlardı.
Bağ yolmaya Nuhu’nun bağına giren Hüsnü (Bücü lakaplıydı) gecenin karanlığında yatağa tökeşip fark etmesiyle onu boş sanıp içine girince “Beni dişisi bulacak değil ya, hep erkeği dek gelir” diye duyduğu Nuhu’nun sesiyle korkudan düşüp bayıldığı söylenir.
Güdük İreşid’in Rıza yıllardır Adana Sümerbank dokuma fabrikasında usta başı olarark çalışmış köye her gelişinde bağları tarlaları,dağları şöyle bir gezer hasret giderirdi. Bu gelişlerinin birinde yolu Nuhu’nun bağına düşer. Nuhu misafirine omcalardan çeşit çeşit üzüm ikram edecek, ama gel gör ki Rıza’nın yeğeni Minire’nin “Aman amca bu üzümü yeme Nuhu emmi o omcanın dibine sidiğini döktü” diye amcasını koca bağdan üzüm yedirmeden çıkardığı halen söylenir.
Bağ bozumuna az bir zaman kala bağda alaçığı olanlar orada yatıp kalkmaya başlar, tandırını üzüm çiğneme havutunu tek tek elden geçirip tamiratını yapardı Tandırda yakacağı odunu, pekmeze katacağı toprağı temin ederdi. Bağda yatanlar gece birbirine misafirliğe gider gelmişten, geçmişten dem vururlardı.
Cennet İrbaam’in Battal Almanya’da işçi olarak çalışıyordu O yıl iznini bağ bozum zamanına denk getirmişti. Herkes tavuğunu kesip bağ bozumunda pilavla yiyecek, o hiç elden geri kalırmıydı. Hazırlıklarını yapıp kendilerine bağ bozumunda yardım edecek birkaç kadın ayarlayıp sabah erkenden hanımı Döndü ve oğlu Erdal’la bağın yolunu tuttular.
Omca omca topladıkları üzümleri kalburlarla kiraladıkları traktöre ikindiye kadar taşıdılar. Bir hafta önceden havtu tandırı elden geçirmiş, kazanları, şire ilaanini, pekmez süzme kabını, toprağını, yakacağını, pekmezin içine atılacak kabağı, elmayı, ayvayı erinmeden hazırlamıştı.Toplanan üzümler önce baba yadigarı havuta doldurulup üstüne pekmez toprağı ilave edildikten sonra Battal yıkadığı ayaklarıyla bir güzel çiğnerken çıkan şıralar haftın altındaki kazanda birikiyordu. Döndü, Battal üzümleri çiğnerken boş durmuyor, bir yandan tandıra odun atarken, bir yandan da şıra dolan kazanları komşusunun yardımıyla şire ilaanine dolduruyordu. Aklından kabaklı pekmez, süzme pekmez kaynatır bunun birazını şehirdeki komşulara satar bir torba toz şekeri, bir koli makarna, bir koli çay alırım diye geçiriyordu. Hele ekşili pekmez, patates haşlamasıyla daha başka leziz olur diye düşünüyordu. İki gün köyde pekmezle uğraşıp yorulsalar da onları küplere doldurduklarında aldıkları zevk yorgunluklarını bir nebze olsun unutturmuştu. Köyde üç gün daha kalıp koruklu turşu kurdular, bulgur yaptılar, salça kaynattılar, tandırda yufka ekmek pişirdiler.
Artık yavaş yavaş şehirdeki eve taşınmanın zamanı gelmişti. Ne de olsa Battal’ın izini azalmış, artık Almanya’ya dönüş hazırlıkları yapacaktı. Sabah Musa’nın Halibaam’in kamyonuna günlerce uğraşıp yaptıkları erzakları yükledikten sonra akrabalarıyla vedalaşıp kamyonun şoför mahalline ailecek binip yola koyuldular. Kamyon arada sırada yoldaki çukurlara girip çıksa da Battal Almanya’yı heyecanlı heyecanlı Halibam’e anlattığı için kimsenin aklına bir şey gelmiyordu.
Evin kapısına gelince Halibaam ve Battal arka kapağı indirirken üstlerinin, başlarının pekmez olduğundan haberleri bile yoktu. İki arkadaş kapağı indirdiklerinde gördükleri karşısında Döndü kadın şok olmuş, üstünü, başını yolup dizlerini döverken “Pekmezimin toprak ettim alayını, bulamadım yerden toplamanın kolayını” diye ağıt ediyordu.
Meğerse araba çukurlara girip çıktığında küpler devrilip kırılmış pekmezler kamyonun kasasına dağılırken bütün erzakları kırmızıya boyamıştı. Battal, hanımını teselli ederken onu biraz kendine getirmişti. Komşuların meraklı bakışları arasında oğlu Erdal’ı kucağına alan Döndü “Yavrum bir gaşşığını bari yiseydik” diye tekrar feryada başladığında olanlardan kendini sorumlu tutan Musa’nın Halibaam nakliye parasını dahi istemeye utandığından Allah’a ısmarladık bile demeden mahalleyi terk etmişti.
Kamyonu temizlemek için bir çeşme başında durduğunda kasasının ’arı kovanına’ döndüğünü fark etmesiyle yaşadığı şaşkınlık da görülmeye değerdi.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 21 04 2012 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.