Cemaatin Korkusu
Ayda dört gün gidip de minarelerden gelen çağrıya kulak verene kadar çay ocağında dünya işleriyle ilgili iki kelam ettiğin gün Cuma günüdür. Perşembe akşamından gelen telefon mesajlarıyla başlar, cami kapısının önünde “camiye yardım” nidalarını duymanla son bulur. Eh, geçenlerde duyduklarım da bu nidalar kadar kulağımı tırmaladı. Siz yine de benden duymuş olmayın ama cami imamı cemaatten birini camiye çorapsız girdiği için camiden kapı dışarı etmiş. Cemaatten Hayri Dayı dediydi bana; imam hutbeye her çıktığında çorapsız gelinmemesini elli sefer söylüyormuş; sabah namazına başlamadan önce, öğle namazının tesbihatında, ikindi namazının ortasında, akşam namazına müteakiben, yatsı namazı vaazında… Günün her vakti… Hem bununla da yetinmiyormuş, şöyle hutbeye bir çıktığında birkaç dakika cemaatin ayaklarına bakıyormuş, fukara cemaat de ne yapsın, çıplak ayaklarını imamın gözlerinden sakındırıyormuş. Günler çoraplı çorapsız, korkuyla geçerken bir gün yabancı bir adam öylece çorapsız girivermiş camiye. Olacaklardan habersiz ayaklarını uzatıvermiş camii halısının çizgisine doğru. Hayri Dayı’nın dediğine göre imam bu gördükleri karşısında küplere binmiş, sinirinden öyle bir bağırmış ki çorabı olan cemaat bile kendi ayaklarına bakmış. Sonra bizim Hayri Dayı dürtmüş adamı “kaç çabuk, çabuk, sana sinirlendi imam, kaç!” zavallı ne yapsın ne olduğunu anlayamadan kendini atıvermiş caminin dışına. Hayri Dayı da acımış garibe, peşinden o da çıkıvermiş, “Merak etme” demiş bizim dayı, sonra da omzuna dayı yüreğiyle dokunmuş ve eklemiş “alışırsın, alışırsın.”
Cuma gününü bizim için en vazgeçilemez kılan şey hoparlörden duyduğumuz vaaz seslerinin eşliğinde çayımızı yudumlamak. Siz de bir gün denemelisiniz! Hele yanınızda Hayri Dayı varsa çayınıza şeker atmayı bile unutursunuz belki. “Şu adamı merak ediyorum dayı, bir daha görmedin mi garibi?” dedim, orda olsaydınız da şu dayımın yüzünü bir göreydiniz; içten içe kahkaha atarken, hüzünleniyormuş gibi yapıyordu. Böyle yapmayı nerden öğrendi bizim dayı? “Yok evlat görmedim, duyduğuma göre vakitleri evinde kılıyor, cuma namazına da öte köydeki camiye gidiyormuş.” Vaaz bittiğinde sohbet bir durgunlaşır bizim çay ocağında, sanki minareden sohbetimize renk katan birinin bir anda sohbeti yarıda kesmesi gibi etkilenirdik bu durumdan. Öyle ya da böyle yavaş adımlarla Hayri Dayı önde, ben arkada camiye girerdik.
Hayri dayı şu çorap olayından bir hayli etkilenmişe benziyor, masmavi pörtlek gözlerini eminim siz de böyle görmemişsinizdir! Korku, panik, endişe… Tüm bunların karışımıyla bakıyordu etrafına. Sadece Hayri Dayı da değil, tüm cemaat, hepsi, sanki şu anda son namazını eda edeceklerdi. Ben de imamı merak ettim doğrusu, neyse ki benim şehre gitmemle onun gelmesi bir olmuş, birkaç haftalık korku birikiminden nasibimi almamıştım. Amma velakin pek az güler yüzlü olduğunu pek çok yerde işittiğim bu imamı merak etmeye başladım. “Eh, haydi öyleyse” dedi bizim Hayri Dayı, “çorapların tamamsa, bak akşam okunacak birazdan.” Giysem mi ki? Siz olsaydınız giyerdiniz elbette. Ben giymedim, ne yapabilir ki? Camii imamı neticede. “Hayri Dayı ben çoraplarımı giymeyeceğim, böyle olduğum gibi gireceğim camiye” dedim demesine, aman! Dediğime bin pişman oldum, düşüp bayılıverecekti oracıkta adamcağız. “Şaka yaptım, dayı, bak gülüyorum!” gülüyor muyum? Ne gülmesi, korkuyordum, korkuyorlardı; bir çorabın, özür dilerim, çorapsızlığın böylesine korku salabileceğini, sadece korkunun kaynağından öğrenebilirdim, tabi çorapsızken!
Akşam ezanı okunuyor, bitti bitecek, Hayri dayı eşek şakası sandığı etkiden kurtulduktan sonra camiye doğru yol aldık. Camiin kapısında ayakkabılarımızı çıkardık, elimize aldık, sonra özel şifreli kutulara yerleştirdik. Ayaklarım çırılçıplak bir halde kalınca önce cemaatten birkaç kişi kendi aralarında mırıldandı, sonra içlerinden biri beni imam konusunda uyardı, yanı başımdan birkaç çete üyesi tipindeki çocuk grubu da bana baka baka gülerek yol aldılar. Hayri Dayı biraz önden gittiydi, eğer görenlerden biri o olsaydı beni kesinlikle içeri almayacağına dair sizinle iddiaya girebilirdim. Aheste aheste koca salona doğru yol alırken cemaatin korkusu artıyordu. Herkes bana bakıyordu, iğreti, acınası ve sinirli sinirli. Kendimden çekindim istemsizce, sanki çıplak olan ayaklarım değil de tüm vücudummuş gibi hissettim.
Hayri dayı fenalaşıyor muydu? Emin değildim, arka saflardan ön safları görebilmek zordu, ama daha ötesi korku beni de sarmalamıştı, tek düşündüğüm, düşüncelerim bu korku etrafında dolanıyordu; saniyeler dakika… dakikalar saat… Derken, imam geçiverdi cemaatin arasından, korkum tırmandı, ayaklarım istemsizce saklanacağı yeri buldu… Sonra, cemaat hiç beklemediğim bir anda beklemediğim şu tepkiyi verdi: “ohhhh şükürler olsun!” cemaatin bu tepkisi, söz konusu imamın bu olmadığının kanıtıydı. Ben de rahatladım ve ben de bir oh çektim, tıpkı sizin de şu anda oh çektiğiniz gibi.
Geldi günler geçti günler, uzun bir süre camiye gitmedim, Hayri Dayı’nın dediğine göre cemaatin üzerindeki çorapsızlık korkusu bitmiş, lakin yeni imam yeni korkular icat etmeye başlamış; “Hayırdır dayı peki bu imam ne istiyor sizden?” dedim, demesine ama Hayri Dayı’nın yüzündeki bitkinliğin zirve yaptığını görünce yine bin pişman oldum dediğime. Hayri Dayı yılgın yılgın öylece cevap verdi: “ ah evlat ne isteyecek, takke takmamızı!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.