- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ateşböcekleri yıldız sanılmaktan korkmaz mı?
Eğer evrenin genişlediği ve "Göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz genişleticiyiz!" ayetinin buna işaret ettiği doğruysa, o halde, şunu da kabul etmek gerek: Yıldızlar giderek bizden uzaklaşıyor. Evet. Dünyanın bunu görecek kadar ömrü var mıdır bilinmez. Fakat olsaydı, bugün incilerle bezenmiş göğün, tastamam bir karanlığa hapsolduğuna şahit olurduk belki. Hiçbir parıltısı olmayan bir semaya bakardık. Ve kimbilir o zaman ne kadar yalnız kalırdık. İnsan kendisine ulaşan veya ulaşılabilecek bir başkalığın olmadığı yerde derinliği de yitiriyor. Umudu ondan da evvel yitiriyor. Öyle ya, ötesi yoksa, umut da yoktur.
Bir de tam tersini düşünün. Bütün yıldızlar bize yakın. Hepsinin ışığı bize ulaşıyor. O zaman geceleri neyi seyrederdik? el-Cevap: Hiçbirşey. Evet. Hiçbirşey. Çünkü o zaman da parıltıları birbirinden ayırmamızı sağlayan bir karanlıktan yoksun kalırdık. Sayısını rakamlara sığdıramadığımız galaksilerin, sistemlerin, yıldızların hepsinin birden bize ulaşabildiği bir gecede artık gece diye birşey kalmazdı. Tıpkı mürşidimin göz hakkında söylediği gibi olurdu: "Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver. O içinde bulunmazsa, o şahm-pâre göz olmaz, sende birşey göremez."
Evet. Böyle olurdu. Gözümün karanlık kuyusu onu ’görür’ kıldı. Eğer bir karanlık odası olmasaydı yansıyacak yer de bulamazdı manzaralar. Ve yine evet. Kalbin akla kıyasında da buna bir benzerlik vardı. Mürşidim devamında ondan da haber veriyordu: "Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz."
Kalpsiz akıl olamaz. Neden? Çünkü kendisini kıyaslayacağı ikinci bir düzlem bulamaz o zaman. Duygusallığımızdır bizi aklın prangalarından hem kurtarıp hem de onu anlamamızı sağlayan. Merhametin mihengi olmadan adalet yeterince âdil olamaz. Kendisini ölçüye vuramaz. Acımasızlaşır. Sevginin olmadığı yerde elbette ancak güçlü olan ayakta kalır. Çünkü akla doğru gelen böyle varolmaktır. O yüzden bir annenin veya bir sevgilinin sevdiği için canını vermesinde mantıklı bir taraf yoktur. Şükür ki yoktur. Çünkü onun arka odası olmadan hakikatin görünürlüğü yitirilir. Beyazın görülebilmek için siyahla kıyaslanmaya ihtiyacı vardır.
Ben buradan kendi yaralarıma da varabiliyorum. Hatta günahlarıma. En pişman olduğum zamanlara. En pişman olduğum yanlarıma. Hepsine bir arka oda gözüyle bakabiliyorum. Evet. Pişman olduğum herşey benim arka odamdır. Dönüşmüştür. Karanlığı sayesinde hayatımdaki güzellikleri görünür kılar. Eğer hiçbirşeyden tevbe etmemiş olsaydım hiçbir değişiklik de yaşamazdım. Kendimi değiştirme ihtiyacı duymazdım. Arzulamazdım. Yanlış anlaşılmasın. Memnun da olmazdım. Çünkü memnun olmak için dahi evvelinde bir rahatsızlık duymak gerekir.
İnsanın da yoluna devam edebilmesi için yeniden yürümeye başladığı yere bir pişmanlık bırakması gerekiyor. Bir tevbe. Bir ayraç. Bir değişme ve yenilenme kararı. Bu kararı bıraktığı zaman ardında bıraktığı alanı bir karanlık odaya dönüştürüyor. Yeni hayatındaki şeylerin görünürlüğü onlarla artıyor. Unutursa fena. Unutmamalı. Tutmalı. Ne kadar karanlıktan vazgeçerse o kadar da ışıktan olur. Bu yüzden hayatının bir yerinde insan çukurlarıyla da barışır. Düşmeyi öğrettikleri için. Düşten uyandırdıkları için. Kalkmayı öğrettikleri için.
Sadece bu da değil. Yukarıda edindiğimiz pencereden "Ashabım yıldızlar gibidir!" hadis-i şerifine ulaşmanın bir yolunu da bulabiliriz. Evet. Onlar da yıldızlar gibi. Onlar da uzaklaşıyorlar. Yaşadıkça insanlık her yeni asrı, onların bıraktığı mirasın güzelliği biraz daha ardında kalıyor, sırlanıyor. Kıssaları anlatıldığında ’inanılmaz’ geliyor. Menkıbeleri işitildiğinde "Hadi canım!" deniliyor. Ve ahirzaman müslümanları hakkındaki bir hadisin daha örtüsü bir parça aralanıyor. Doğru: Biz onları görsek ’Bunlar deli!’ derdik. Ve doğru: Onlar bizi görseler "Bunlar müslüman değil!" derlerdi. O kadar uzaklaştık çünkü onlardan.
Bence tabiinden ve tebe-i tabiinden itibaren bu ümmetin farkettiği en mühim şey bu. Yani bu uzaklaşma. İşte bu farkediş sayesinde onlardan kalan her izin kaydı tutuluyor. Her cümleleri hıfzediliyor. Herşeyleri birer kutsal emanet gibi gül yapraklarına sarınıp saklanıyor. Çünkü bu yıldızlar da bizden uzaklaşıyorlar. Onların kalplerinin işleyiş şeklini anlayabilecek kalp olmaktan çıkıyor kalplerimiz. Onların hayatlarına bakmaya müsait bir pencere olmaktan çıkıyor hayatlarımız. İçtihad Risalesi’nin de en çok altını çizdiği şeylerden birisidir şu hakikat. Yeniden göğe bakmayalım. Zira görecek göz kalmadı. Bitti.
Arkadaşım, bu kadar vaktini neden aldım, en nihayet ona varayım: Bana öyle geliyor ki, evrenin her köşesinde bir uyum var, bazen izlerini de görüyoruz bunun. Irmakların yeryüzündeki dağılışı damarların vücudumuzdaki dağılışına veya bir yaprağın damarlarına benziyor. Nasıl gezegenler güneşlerinin etrafında dönüyor, aynen öyle de, elektronlar atom çekirdeklerinin etrafında öylece turluyor. İşte bu smetriyi farketmek birçok okumanın penceresi. Ve bunlardan işte bir incisi.
Sahabe bizden yıldızlar gibi uzaklaşıyor. Onlardan kalan şeyleri korumak mümkün. Ama onların makamına varmak imkansız. Kendisini onlarla eşit tutan, işte yukarıdaki misalde dediğimiz gibi, karanlığını çöpe atandır. Halbuki o mesafe olmadıktan sonra görünürlük de yokolur. Karanlık olmadan yıldızlar da yokolur. Sahabeye yıldız gibi bakmayan onun parıldayışını göremez. Çünkü gözü kendi ışığından kamaşmıştır. Tagore’nin dediği gibi: "Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar." Ama ateşböcekleri mutlaka karıştırmaktan korkmalıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.