- 934 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet Yolundaki Cehennemler
Çok kısa bir zaman olmuştu tanışalı Gül’le. Henüz aylarla ifade edilebilirdi; ama aylar yeter miydi bu denli köklü bir arkadaşlığa? Derin bir nefes çekti ve “Sanmam” dedi o derinlikte içinden. Belki de bir lütuftu bu arkadaşlık Aykut’a…
Nasıl tanıştıklarını, nasıl bu denli yakın olduklarını hatırlamıyordu bile; hatta hatırlamanın kendisine bir yararı olduğunu da sanmıyordu. Hiçbir karşılaşmanın, hiçbir tanışmanın tesadüflere dayandığına inanmazdı zaten. Yüz yüze gelinmesini sağlayan bir güç olduğunu düşünürdü insan hayatında ve Gül’le tanışmalarını da buna bağlardı hep.
Yazışarak yaptıkları sohbetler ne kadar güzelse, yüz yüze sohbetleri de bir o kadar güzel ve vazgeçilmez oluyordu ikisi için. Tek eksikleri zamandı. Hiç yetmiyordu onlara.
Dün yine sözleşmiş, buluşmaya karar vermişlerdi. Her zamanki yerde buluşacak, yine konuları ardı ardına sıralayacaklardı. Yaklaşık on dakika geç kalmışlığın mahcubiyetini yüreğinde duyup, hızlı adımlarla yürürken telefonu çaldı Aykut’un. Kendisiydi… “Yakındayım, geliyorum, yetiştim” dedi üzgün bir ses tonuyla. Aykut daha da sıklaştırdı adımlarını ve her zaman oturdukları yere gelip beklemeye koyuldu.
Masaya yaklaştığında; gülen, harika bir yüz karşıladı Gül’ü.
Etraf kalabalıktı; ama onlara çok sakin gibi görünüyordu çevre. Sadece birbirlerini dinliyorlardı sohbet ederken. Birden yeni bir şey keşfetmiş gibi söze girdi Gül:
-Cennetimin zorluklarını bana anlatır mısın?
-Cennetinin zorluklarını mı sadece yoksa o cennete ulaşma gayretlerimi mi?
-Nasıl istersen… Sadece merak ediyorum. Cennetimi keşfedebilmiş misin bakalım.
Kafasını öne eğdi. Bugüne kadar o cenneti hep görmüş, iliklerine kadar hissetmişti. Ancak, kişisel ve derin konulara hiç girmemişlerdi ve Aykut, o cenneti hep uzaktan izlemekle yetinmişti. Tam anlatmak üzereyken, aklına geleni sordu:
-Anlatımımda kısıtlama ister misin? Yoksa hür bir anlatımla cennetini ve cennetine giden yolu anlatayım mı? İki türlü de anlatırım; ancak ilki biraz yavan olur. Kısıtlarım ruhumu; “Ayıp olur” kavramına sığınır, asıl aklımdakileri değil, senin yüzeysel cennetini anlatırım sana. Bu da gerçek cennete değil, yalancı bir cennete yol aldırır bizi.
-Dilediğin gibi konuşabilirsin.
Yetkiyi almış olmasına rağmen, hala tedirgindi. Ruhunun ruhuna hissettiklerini, ruhunu tanımlarken içinden geçen ifadeleri, belki yine de onu rahatsız edebilirdi. Bu nedenle daralıyordu. Belki farkına varmadan yüzeyselliğe kaçacaktı yine; çünkü “Gül’ün cenneti” öyle bir yoldaydı ki, içten söylenmezse ulaşılamazdı.
Madem bu soruyu yöneltmişti, o halde özgür ifadelerle, gerçeklerle o cenneti anlatmalıydı Gül’e. Tatlı sanılan gerçekler bile acı gelebiliyordu insan hayatında. Belki kendine tatlı olan gerçekler, Gül için acı olabilirdi.
Düşünce yumağında, kördüğüm haldeydi şu an. Tüm çıplaklığıyla gerçekler mi, yoksa üstü kapalı olarak sadece soruya cevap mı? Ruhunun nasıl gelgitler halinde olduğunu, nasıl yüreğinin attığını, nasıl beyninin döndüğünü anlatmalıydı aslında.
Karar verdi sonunda. Gül soruyu çıplak sormuştu. “Sendeki ben” kavramına eşdeğer bir soruydu. O halde Aykut da çıplak cevaplar vermeliydi.
-Başlayayım o halde…
-Lütfen! Durgunlaşınca, artık anlatmayacağını sanmaya başlamıştım doğrusu.
-Senin cennetine; gözlerinin rengini görüp derinliğine bakmayanlar, cümlelerini dinleyip yüzeysel duyanlar ulaşamazlar. Hele de, masada şu an oturan Gül’ün dudaklarını, gözlerini, yanaklarını, ten rengini, göğüslerini, bacaklarını inceleyen erkekler hiç ulaşamazlar. Cennetin çok ötelerde ve çok derinlerde senin…
-İyi ya! Nerede?
-Ruhunda, düşüncende, beyninde, kişiliğinde, zorluklarla başa çıkışlarında…
-Kimselerin ulaşamadığı yere sen nasıl ulaştın?
-Bir kadını tanımak istersen, cennetine de ulaşırsın cehennemine de. Bazı kadınların cennetine giden yol cehenneminden geçer. Bazı kadınların ise önce cennetine yol alırsın; ama o yalancı cennetten sonra cehennemi görürsün. Ben senin cennetinin yolundaki cehennemi tüm alevleriyle, tüm ısısıyla, tüm korkunçluğuyla gördüm ve seninle birlikte yaşadım. O nedenle cennetini gördüm. O cehennemin yolunda ilerlemeseydim, korksaydım, asla cennetine yol alamazdım.
-Yani cennetimi gördün… Öyle mi?
-Görmek ve fethetmek çok başka şeyler. Ben gördüm… O cennetteki tadı, güzellikleri iliklerime kadar hissettim. Ancak cennete bir adım kala kapısını çalıp girme izni istemek gerekirken, sert bir şekilde frene bastım.
-Neden?
-O cennete girmek isteyenler paldır küldür giremezler… O cennete girebilmek için senin duygularını, senin arzularını, senin yaklaşımlarını hissetmek gerekir önce. Ancak ondan sonradır ki, izin isteyip kapıyı çalabilirler. Sen o konuda öyle ketum ve öyle ser verip sır vermeyensin ki…
-Cennetime giden yoldaki cehennemimden hiç ürküp korkmadın mı?
-Korku ilkel bir duygudur. Cehennemindeki kızgın alevleri öylesine derinden biliyorum ki… Yanmasını bilmeyen asla pişemez… Senin o cehenneminde ben yeterince yandığımı hissettim; o nedenle cehennemini tanıdım. Hatta o nedenle; o cehennemin alevlerinden kendini iyice koruman için “Sev” dedim, “Sevil” dedim, “Umut üret” dedim ve ben bunları dedikçe sen çok daha derinlere kaçtın ya da kaçtığını sandın. Senin cehenneminin o kadar içindeydim ki ben; sen o kaçışlarını, daha derinlere gidişlerini görmedim sandın.
-Yani o cehennemimi iyice kavradın ve buna rağmen cennetime yol aldın… Ne idi seni bu kadar cezbeden cennetimde? Görüntüm, fiziğim değildir. Çünkü bunlara pek bakmadığını artık çok iyi biliyorum. Açık yürekle söyler misin?
-Güzellik, fizik olarak herkeste olabilir. Nereye kadar? Bir kaza oluşuncaya kadar… Geçicidir her şey. Ruhun içindekileri, yüreğin ve beynin içindekileri hangi kaza söküp atabilir? Çok güzel bir kadında fizik muhteşem olabilir, göz renkleri harika olabilir, ten rengi çekebilir; ama tüm bunların olduğu bir kadında sevgi, arzu ve kadınlık, özveri yoksa o fizik neye yarar?
-Biz seninle derin konuşmadık. Bende o duyguların varlığını; hatta şiddetini nasıl biliyorsun?
-Cümlelerin, yazıların, konuşmaların bir görünen yanı, bir de görünmeyen satır araları vardır. Ben her sohbetimizin, hatta her cümlenin satır aralarını gördüm. Çünkü görmek istiyordum. Seni tanımak, en derinlerine kadar inmek istiyordum.
-Cennetime giden yoldaki cehennemim… İkisini de gördün demek ki…
-Gördüm…
-Aaaa! Zaman çok geç olmuş. Hadi kalkalım!
Vedalaştılar. Yine derine dalmaktan korkmuş ve çareyi kalkıp gitmekte bulmuştu kadın. O evine yol aldı; Aykut da ardından kısa bir süre bakındı.
Düşündü… Dudaklarından bir fısıltı çıktı sessizce…
-Cennet için cehennemlerin tümüne katlanılmaz mı?
Ruhunda, teninde bir ateş vardı sanki. Yandığını; ama piştiğini hissetti iyice.
Yürüdü sonra sessizce…
Cennet Yolundaki Cehennemler Yazısına Yorum Yap
"Cennet Yolundaki Cehennemler" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.