- 1290 Okunma
- 5 Yorum
- 9 Beğeni
SAPMALAR - 1. BÖLÜM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
T.C.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TÜRKÇE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI
TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ PROGRAMI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDEKİ TÜREMİŞ ADLARIN
ALDIKLARI YAPIM EKLERİNE GÖRE
ANLAM VE GÖREV ÖZELLİKLERİ
BU KONUDAKİ BİLGİ VE BULGULARIN
İLKÖĞRETİM 2.KADEME TÜRKÇE(DİLBİLGİSİ)
250 sayfalık bir tezin özetini 4 bölümde yayınlıyorum, ilgililerin dikkatine…
Sapma (İng. deviation) adı altında ele alınan konu, gerek sözcük¬lerin ses ve biçim özelliklerinde, gerek dilin sözdizimi açısından nite-liklerinde bilinçli olarak değişikliklere gitmeyi, dilde bulunmayan yeni sözcük ve anlatım biçimlerini kullanma eğilimini içerir. Sanatçı bu eğilimle dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyan / dinleyenin zihninde yeni deği-şik tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar. “[ 1 ]
…
Levin gibi Leech de şiir diliyle günlük dil arasındaki başlıca ayrım olarak gördüğü incelemelerden biri saydığı sapmaların şu türle¬rini belirlemiştir: Sözlüksel, dilbilgisel, sesbilimsel, yazımsal, lehçesel sapmaları. Biz de sapma türlerini, önce sözcüksel sapmalara değinmek üzere ele alıyoruz: [ 1 ]
1- SÖZCÜKSEL SAPMALAR
Sözcüksel sapmalar genel olarak en çok başvurulan sapma türü olarak görünmektedir. Bu türde, dilde var olan kök ve ek biçimbirimlerin yeni yeni birleşimler içinde, yeni öğelerin (üretilmesinde kulla¬nıldığı, böylece, dilde bulunmayan göstergelerden yararlanıldığı görü¬lür. Leech, konuyu, şairin "dilin normal kaynaklarının dışına çıktığı yollardan biri olarak görmekte, en sık rastlanan tipin, bir birime bir ön ya da sonekin eklenmesi biçimindeki sapmalar olduğunu söylemekte¬dir.[ 1 ]
Şiir dilinde şairler tarafından yeni türetilen sözcüklerin kullanılması, sözcüksel sapmaların en belirgin örneklerini verir. Olağan dilbilgisi ve sözcük bilgisi dışında sözcüklerin şairler tarafından yeni biçimlerde oluşturulması bu tür sapmalara örnektir. Kök ve ekler, yeni kök ve eklerle birleştirilerek olağan dilde olmayan yepyeni sözcükler oluşturmada kullanılır. [ 2]
Her ulusun şiirinde rastlanan bu sapmalar Türk şiirinde, özellikle yeni şiirde birçok örneğiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu ör¬neklere geçmeden önce XIV. yüzyıla uzanarak büyük Ozan Yunus Emre’nin diline bir göz atmak istiyoruz. Önce, aşağıdaki dizeleri oku¬yalım:
"Her kime kim dervişlik bağışlana
Kalpı gide pâk ola gümüşlene
Nefesinden müşk ile anber düte
Budağundan il ü şar yemişlene
Cümle şair dost bağçesi bülbülü
Yunus Emre anda dürraçlana
Burada Emre ilk beyitte gümüşlenmek eylemini kullanmaktadır ki, o dönem Türkçesinde böyle bir eyleme rastlanmıyor; sözcük, ken¬disinin türetmesidir. Yemişlenmek eylemi de il ve şehir için kullanıl¬mayan, belki yalnız ağaçlar için kullanılabilecek olan bir göstergedir. Dürraç (turaç) kuş adından yapılma dürraçlanmak ise doğrudan doğ¬ruya bir özel türetme sayılabilir. Yunus Emre aynı şiir içinde kullan¬dığı bu sapmalarla okuyan/dinleyende yeni yeni tasarımları uyandıra¬rak anlatımı daha değişik, daha çarpıcı bir niteliğe büründürmektedir. Şairin Türkçede kullanılan benlik sözcüğünden örnekseme (Fr. analogie) yoluyla türettiği senlik sözcüğü de yalnız onun şiirlerinde geçen, ’sana ait olan benlik, kişilik’ anlamındaki bir öğedir:
"Al, gider benden benliğim doldur içime senliğin
Bunda iken öldür beni varup onda ölmeyeyim"
_____________
"Terk eyle sen senliğin anda ışkını bul anın
Bu ışk içinde ölenin kan bahası didar olur
Yine Yunus’un şiirinde geçen bir öğe de konumuz açısından il¬ginçtir. Şair yalınayak bileşik sözcüğünü ayak yalını biçimine döndü¬rerek kullanmıştır:
"Baş açık ayak yalını
Çağırayım Mevlam seni"
Yunus Emre’nin güçlü etkisi hissedilen ünlü ilahisinde Hacı Bayram da pâresinde, menâresinde sözcükleriyle uyak oluşturmak üzere bâzâr (pazar) sözcüğünü bazâre biçiminde kullanır:
"Ol şar’dan oklar atılır gelir ciğere batılır Ârifler sözü satılır ol şarın bazâresinde"
Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde de sözcüksel sapmayla karşı-laşıyoruz. Onun "Açık Deniz" inde
"Gördüm, deniz dedikleri bin başlı ejderi
Gördüm ... güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean"
dizelerinde Türkçede bulunan zümrüt sözcüğünden, Türkçede bulun-mayan zümrütlemek eylemini türettiğini görüyoruz.
Şairin "Ses" şiirindeki
Bir neş’eli hengâmede çepçevre yamaçlar Hep aynı tahassüsle meyillenmiş ağaçlar"
dizelerinde geçen meyillenmiş sözcüğü de aynı türdendir. Dilde meyil vermek, meyletmek sözcükleri bulunduğu halde bu yoktur.
Yeni Türk Şiirinde, özellikle kimi şairlerde sözcüksel sapmalara çok yer verildiğini görüyoruz. Aşağıda bunlardan birçoğu gösterilmiş¬tir:
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın aşağıdaki şiirinde geçen utanrı, yanrı ve inanrı ve güncül sözcükleri dikkati çekiyor:
"Eski Ses
Evrenin beş yönü de düz
Beş süre Tanrı giderim
Oyalasa bile gündüz
Gece utanrı giderim
Güncül kuşlar göçmez ise
Doğru dalı seçmez ise
Varıp suyun içmez ise
Dağlara yarın giderim
Büyür ekin gözüm ilen
Yeller eser sözüm ilen
Bir ışığı özüm ilen
Duyar inanrı giderim
("Nötron Bombası", Yunus Emre’de olmak, 29)
Özenle incelenecek olursa utanrı, yanrı ve inanrı gibi, sanatçının kendi türetmesi olan öğeler, ikinci dizede geçen Tanrı sözcüğünün örneksemeli (Fr. analogique) baskısıyla, dilde bulunan utan-, yan- ve inan- köklerinden türetilmiştir. Burada Tanrı ile uyak oluşturma çaba¬sı da etkili olmuş, ses ve anlam açısından okuyucu/dinleyiciye değişik tasarımlar sunulmuştur. Şairin aşağıdaki dizelerinde de yoksu, uykuca, uykumsu, uykucez, ölürkenlik gibi türetmeleri ilginçtir:
"Akdeniz
Yüzümün suda karanlıkta Düşüncelerden yoksu yoksu Evrenin bir parçası kadar Maddesiz serin serin yüzümün"
("Dört Kanatlı Kuş", 162)
"Uyku Üzerine Arama Getirsinler yaşamayı ölümü ucuca Uykuca
Sıcaklığı ölülerin kucak kucak Uykucak
.
.
.
Hadi ilk gördüğün son gördüğün su Uykumsu
.
.
.
Soğuk mu soğuk üç arşın beş Uykucez
("Âsû", 248-49).
Sanatçı okuyucuda, bu yoldan çok değişik tasarımlar uyandırmak-tadır.
"Anladım nice sonra
Göstermek istemedi ölürkenliğini Ölümden iğrenirdi çok"
("Ziya Arıkan’a Ağıt", Nötron Bombası, Uzun İkindi, 54).
Dağlarca’nın "Yunus Emre’de Olmak" şiirinde (s. 64)
"Ulul uyku varı almış
yoğu bırakmış o gece"
dizelerinde geçen ulul sözcüğü de ulu’dan türetilmiştir.
Özdemir Asaf’ın aşağıdaki dizelerinde geçen sevgilemek ve sevgilenmek eylemleri de Türkçede hiç kullanılmamış birer türetmedir:
"Ben tuttum seni Yazdım sevgiledim Çizdim sevgiledim
Sen sevgilenince
Seni tam kalbinden vurdum
Seni kestim, seni yedim"
("1-2", Bir Kapı Önünde, 135)
Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirine verdiği güzelcin adı (Şiirler, 263) Türkçede ilişki, bir nesneyle bağlantı gösteren [Cİn] biçimbirimiyle kurulmuş, güvercin, örcün, çamurcun gibi sözcüklere benzeyen bir tü-retmedir. Aynı sanatçının "Mavi Gök Orada mı?" şiirinde geçen,
"Yapayaşlı bir rum kadın"
(Bütün Şiirleri, 124)
dizesinde kullandığı yapayaşlı da yapayalnız’ı çağrıştıran, onun örneksenmesiyle oluşturulmuş bir türetmedir. Onun aşağıdaki türetmesini de eklemek istiyoruz:
"Yanıldım avrupalanmakla çün bizde
Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle"
("Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı", Bütün Şiirleri, 180)
Metin Eloğlu’nun aşağıya aldığımız dizelerinde de üzümcül, bıkıntısız gibi sözcüksel sapmalarla karşılaşıyoruz; şiirin adı da (Bıkım) aynı türdendir:
"İnanın bıktım şu çalının her güz döngel vermesinden
Ekşisinden vişnelerin ve üzümcül koruğun, neden "
.
.
.
Çınar gitgide çürümedi, son dedenin dayısı dikmiş olamaz
Bıktım bıktım mı senden? a hiç bıkıntısız"
("Bıkım", Türk Dili XXXI (1975), 186)
Onun "Üçsemeler" adlı şiirinin adı da, aşağıdaki dizelerinde geçen akrebimsi ve insansılık gibi sözcükler de aynı açıdan ilginçtir. Bunlardan akrebimsi, [- (i)msi)] ekiyle sıfattan değil, addan türetil-miştir:
"Bir akrebimsiye yattım dün gece
Ne ağırladı ne de sarmaştı benle
İnsanlığı yok muydu ki ne"
("Üçsemeler", Dizin).
Salâh Birsel’in "Haydar Haydar"ından geçen gıjlamak, şor eyle¬mek, gürzlemek sözcükleri de sözcüksel sapma örneklerindendir.
"Başlamasa da tüfekler gıjlamaya"
("Mangır" Haydar Haydar, 36)
"Şorlamaktır dileğim senin yerine
Şor eylemek yarıklarda iyi bil"
"Çok cenk oldu Saadparem / gürzlemeye ölü geldi"
(aynı yer, 37, 40)
DEVAM EDECEK...
YORUMLAR
Diller canlıdır. Doğar, değişir, gelişir ve bir gün ölür. Bu süreçler, dili kullananlara göre uzar ya da kısalır.
Dilin gelişmesi için 'dil işçiliği'ni kullandıkları dili en iyi bilen şairler yapar en çok. yeni sözcükleri türetebildikleri gibi, bazı sözcüklerin üstündeki tozu üfürerek tekrar işlek dile katabilirler.
"-meklik" eki buna ilginç bir örnektir. 13. yüzyılda Yunus der: "Uçmaklığım yok bugün" diye. Bizim en çok '-esi gelmek' bileşiğiyle yaptığımız bu kullanım, Türkçemizin en zengin özelliği olan türetme yoluyla yüzyıllar önce yapılmış zaten. Şimdi sadece bunu işlemek kalıyor kalem erbabına. Özellikle Osmanlıcanın etkisiyle yüzyıllarca gelişimi zedelenen Türkçenin bu eki son zamanların şair ve yazarlarınca kullanılmaya başlandı.
Ad eylem ( isim fiil) türeten bu ek, ne yazık ki 'konu anlatımlı' kaynaklarda çokça geçmiyor.
Farkındalığı yükseltecek çok değerli bir paylaşım. Emeğe ve bilgiye saygımla, kutlarım.
Böyle önemli ve kayda değer bilimsel bir yanı da olan yazılar her zamanda güne gelmiyor. Bir yüksek lisans tezinden alıntı olduğu da belirtilmiş. Tabi yeni kelimelerin türetilmesi ve bu konuda verilen her eser dilimizin zenginleşmesine katkı sağlayacaktır. Yürekten tebrik ediyorum Afet Ablacım bu önemli yazınız için sizi...