- 913 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
SU VE ATEŞİN DENGESİNDE …
Su ve ateş ne kadar birbirine zıt duruyor.Birisi söndürmek için,birisi yakmak için değil midir?Dış dünyaları,zahiri böyle görünürken,gerçekte iç dünyaları ,batını nasıldır acaba?Su da oksijen vardır,ateş ise yanmak için oksijene muhtaçtır.Dünyamız ateş ve suyun uyumu ile inşa edilmiş birlikteliğin aşkından mı,aşkın cezbesinden mi deveran ediyor sonsuz alemde? Tıpkı içi yanan insanın,gözyaşı ile hayat bulması gibi.
Su ve ateş ,insanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir.Su bir çok mitolojide hayat kaynağı olarak karşımıza çıkar.Mayalarda öteki dünyanın bir su krallığı olması ,sık rastlanan bir tema idi. Aztekler’de yağmur tanrısının cenneti , diğer ölülere ayrılmış olan cehennemden çok daha güzel bir yerdi. Orta Amerika takviminin 9. günü su idi ve bol yağmuru temsil ederdi. Aztek dilinde bu günün adı “atl” idi; kim bilir atlas adı buradan gelmekteydi. Meksika hiyerogliflerinde savaşı temsil eden kelime “atl-tlachinolli” nin tam tercümesi “su-ateş” idi.İyonya okulunun temsilcileri, Thales su, ateş,hava ve toprağı doğanın temeli kabul etmişlerdi.
Keltler’de kutsal su kaynakların ayrı bir önemi vardı.Çünkü sular ana toprak tanrıçası’nın iyilik ve iyileştirici gücünü yaymaktaydılar. Bu nedenle, kaplıcalara tanrıça Sulis’ e yaranmak için para atıyorlardı. Medyum ve falcılar hastalığın iyileşmesini, evlilik gibi olayların gelişmesini ve hatta ölümün gelişini suya bakarak açıklarlardı. Hıristiyanlıkta şarabın ateşini pasif element olarak suyla birleştirir, böylece karşıt bir çift meydana gelir, bu da İsa’ nın Tanrı ve İnsan olarak betimlenen ikili kişiliğini anlatır. Tarot kartlarında su ve şarabın karışımı ılımlılığı gösterir, halbuki Hıristiyanlıkta su, vaftiz esnasında ilk günahın izinin silinmesinde en önemli rolü oynar. Su ortaçağda büyücülerin iyi insanlardan ayrılabilmesi için bir araç olmuştur: eğer kişi suda batarsa suçsuz ve iyi, eğer bir mantar gibi suda yüzerse Şeytanın büyücüsü olarak sınıflandırılıyordu. Aynı zamanda kutsanmış suyu hıristiyanlar mutluluk getirsin, kötülükleri uzaklaştırsın diye ev kapılarının eşiğine veya yatak uçlarına yerleştiriyorlardı. Suyun iyilik verici gücü yalnız Katolikler de sınırlı kalmıyordu; Uzak Doğu’ da transa geçmiş dansçılar da, gerçek hayata döndürülmeleri için kutsal su ile yıkanıyorlardı. Eski medeniyetlerde, su banyoları aynı şekilde sembolik olarak kötülüklerden arınmaya yarardı. Örnek olarak Girit Konossos’ taki arınma havuzları ve Hinduların Ganj Nehrinde yıkanmaları da sayılabilir.
Yine ateş mitolojide her şeyden önce ev ocağının kutsal sembolüdür. Yunanlılarda ki Tanrıça Hestia’ nın Romalılardaki karşılığı Vesta’ dır ve kutsal ocak kültünün kutsal ateşi o devirlerde Vestal adı verilen bakireler tarafından korunur ve hiç söndürülmezdi. Hıristiyanlık aleminde ise Paskalya bayramında havarilere Kutsal Ruh bir ateş dalgası olarak görünmüştür. Tanrıların göklerinden inen ateş yani yıldırımın veya toprağın karanlıklarından gelen yani volkan ateşini yaktığına inanılırdı.Ateşin aynı zamanda kötüyü yok ederek arındırıcı bir etkisi de vardır. Eski zamanlarda büyücüleri yakarak şeytani etkilerden korunmaya çalışılırdı. Zoroastr’ larda bu yön çok belirgindir. Hala bir çok kıtada yapılan ayinlerde kızgın kömür üzerinde çıplak ayakla yürümek, muhtemelen yeni senenin şafağında yapılan bir arınma ayiniydi ve yakın zamanlarda bile Tibetlilerde senenin ilk ayının 15. Günü yapılmaktaydı ve böylece Tibetlilerde ateşin yardımıyla temizlenerek , yenilenmeyi gerçekleştiriyorlardı. Eski devirlerde ateş tabiatüstü bir güç olarak ta görülüyordu.Günahkarlar veya akıl hastalarının etrafında ateş çemberi oluşturularak iyileşmeleri, günahlarından arınmaları deneniyordu. Gen Yunan mitolojisinde tanrıça Demeter, günahlarından arındırmak ve ölümsüz kılmak için kahraman Demephon’ u alevlere atıp ateşle yıkmaya çalışmıyor muydu?Hıristiyanlıkta ise vaftiz veya komünyon ayinlerinde, kutsal ışığı taşıyan mumlar ateşleniyordu.
Uzakdoğu’da bilhassa Hindistan da ateş merkezi ve önemli bir sembol olarak algılanır. Hem ateş tanrısı Akni, hem yıldırım ve şimşekler tanrısı İmra, hem de güneş tanrısı Surya hep ateşle simgelenir. Ateş en önemli arındırma elemanı olduğu için tüm kurban ayinleri bu elemana dayanırdı. Işık ve düşünceyle beraber yogada mistik aydınlanmayı arayan en önemli öğedir. Burada hem Tibet Tantirizminde, hem de Budizmde insanın içindeki ateşi gösteren Kundalini yılanı da sayılabilir.
Uzakdoğu dinlerinde,su ve ateş, karanlık ve aydınlık gibi şeyler Ying – Yang düşüncesinin doğadaki temsilleri olarak düşünülür. Bu ikiliğin kökeni klasik Çin bilimi ve felsefesine dayanır. Öyle ki geleneksel Çin tıbbı da bu ikilik felsefesine dayanır. Ayrıca bu felsefe, Çin dövüş sanatlarında da temel düşünme ve pratik biçimlerinden biridir.Çince’de Yin, gölgeli veya karanlık taraf anlamına gelir. Yang ise güneşli veya aydınlık taraf demektir. Çin felsefesinde ise Yin – Yang; karanlık ve aydınlık, negatif ve pozitif gibi anlamlara gelir. Bu ikilik ile birbirinden tamamen zıt şeylerin birbirini nasıl tamamladığı, dünya üzerinde birbirinden 180 derece zıt şeylerin aslında birbiriyle nasıl bağlantı olduğu anlatılmak istenir. .“Taijitu” adlı sembol, Yin Yang düşünce sisteminin sembolüdür.
Eski İran dini,zerdüşt dininin simgesi "aşa vahişta"tır(ateş).Ateşin simge olarak seçilmesinin nedeni zerdüşt inancına göre tanrının yarattıkları içinde en saf olanıdır.Ateşin iki önemli özelliği vardır:birincisi ateşin dokunduğu her şeyi kendine benzeten hemen şeklini değiştirme gücü vardır.ikincisi de ateşin alevleri hep yukarı doğrudur ve bu daha yüksek yaşama özlemini simgelemektedir.Kadim bir mezheptir. Ruh ve madde, iyilik ve kötülük gibi iki ayrı ve zıt gücün devamlı savaş halinde oluşuna, evrendeki olayların bundan doğduğuna inanırlar. Müzik dünyasında da benzer etkilerden söz edilebilir. Mozart’ın Sihirli Flüt adlı bestesinde, ateş ve suyla sınanma, aydınlık ve karanlık, akıl ve iyilik arayışı gibi Zerdüşt temalardan esintiler hissedilir.
Mitolojide ve bir çok dini inanışlarda yer alan ateş ve su, dünyamızdaki zıtlıkların ifadesi gibi adeta. Zıtlıklar, prensipler alanından bakıldığında burada söz konusu olan diyalektiğin iki ayrı ele alınış biçimidir. Bilindiği kadarıyla diyalektik Batı’da ve Doğu’da farklı telakki olunur. Kadim doğu diyalektiğinde karşıtlar tamamlayıcılık prensibinin perspektifi ile ele alınır. Ve bir üst bağlamda birbirlerine dönüşürler. Bir sentezin unsuru haline gelirler. Modern Batı diyalektiğinde ise karşıtlar karşıtlık olarak ele alınır ve daima çatışacak olarak kabul edilir. Ve maddi hayatta ve zihniyet dünyasında egemen olan partiküler hale gidiş durumu, her şeyin parçalanması düşüncesindedirler.
Zıtlıklar konusunda İslam düşüncesine göre, “her şey zıddı ile kaimdir anlayışı” yanlıştır, doğrusu “bazı şeyler zıddıyla bilinir” olmalıdır. Zaten her şeye zıttı ile kaim değildir. Her şey yani “şeyler ve zıtlıklar da Allah’la kaimdir”, “Her şey Zat-ı İlahi’nin o özel alandaki prensibi ile kaimdir”, “Allah’ın o özel alandaki esması, ismi tecellisi ile kaimdir” denilmelidir. İkilik çıkarma bir açıdan sürekli ikilik üretme siyaseti yani bir açıdan da Allah’ın karşısına Şeytan’ı bir karşıt olarak konumlandırmayı da beraberinde getirir. Lakin Şeytan Allah’ın değil, insan-ı Kâmil’in karşıtıdır ve zaten hiçbir şey Allah’la bir karşıtlık içinde değildir ve olamaz. Çünkü Şeytan kaosun amiri, karanlıklar prensi olarak bir nevi ilahi düzenin bu alandaki vazifeli memurudur. Ki esasen ikilik, Hazret- i Mevlana’nın Mesnevi’sinde söylediği gibi, şaşılık durumundakilerin Bir’i iki görmelerinden ibarettir. Yani her türlü ikiliğin üzerindeki birliğin vahdetin bilinmemesi ve tanınmamasıdır. Ve Bu aydınlık ve karanlığın mutlak ikilik özellik karanlığı, mutlak bir karanlık alanı olarak tanımak ve kabul etmeyi de beraberinde getirir. Zaten ikiliğin mutlaklaştırılması her alanda üst prensibin bilinmemesi, tanınmaması, karartılması demektir. Üst prensip dediğimiz ise Zat-ı İlahi’nin esmasının her alanda ,o alanın bir tür amir prensibi diyebileceğimiz tecellisidir.
İbn-i Sina düşüncesinde; alemde asıl olanın iyi olduğunu ,bizim kötü gibi gördüğümüz şeylerde de daimi ve sabit bir hayır varlığını, veya iyiliğin kötülüğe galip geldiği ifade edilmektedir.. Fertlerde kötülüğün cüzi olarak bulunması, onların iyiliğe olan ihtiyaçlarına tabidir. Bu iyilik, kendinde bir kötülük bulunduktan sonra anlaşılır. Nitekim sağlığın iyi olduğu. ancak hastalıktan sonra belli olur. Öyle ise gerçekte kötülük yoktur, kötü arızi olarak bulunur. Ateş yakıcı ve tehlikeli olmakla birlikte, ondan korunmasını bilmeyen için kötüdür; ama ateş, ondan yararlanmasını ve korunmasını bilen bir insana müteessir etmez. İyilik, yakıcı olan bu maddenin terk edilmesinde değil, varlığındadır. Özü itibariyle ateş iyi, ondaki kötülük ise arızidir. Dolayısıyla ateş, sadece ona dokunanı yakar. "Olaylara kötülüğün karışması, sebep-sonuç ilişkilerindeki bir takım noksanlıklardan kaynaklanmaktadır. İlahi alemde madde bulunmadığı için kötülük yoktur. Madde aleminde ise her varlık kendi türü içinde ideal ölçüde olgunluk [kemal} seviyesine yükselme yeteneğine sahiptir; bu onun yapısı gereğidir. Söz gelimi dölyatağındaki spermlerin gelişmesini tamamlayıp sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya gelmesi,onun tabiatı gereğidir. Fakat bazı dış sebeplerin etkisiyle çocuğun sakat doğması bir kötülüktür; ama bu kötülüğün sebebini vericide (ilahi feyz) değil, alıcının kendi bünyesinde aramak gerekir. Fenomenler alemindeki bu arızi ve nisbi kötülüklere rağmen kabul etmeliyiz ki dünyada sakatlık çoksa da sakatlar çoğunlukta değildir. Buna mukabil her çağda sağlıklı kimseler hem çok hem de çoğunluktadır.
Mitoloji,dinler,biraz felsefede kısaca değindiğim,su ve ateş,iyi ve kötü zıtlıkları edebiyat dünyasında nasıl değerlendiriliyor?Acaba zıtlıklar olmasaydı edebiyat nasıl bir şekil alırdı? İyi ve kötü,güzel ve çirkin,sevgi ve nefret vb. olmasa idi nasıl şiir yazacaktık?Emek ve emeksizce yazılan basit ya da çok iyi bir eseri nasıl ayırt edebilecektik.Günün şiiri ya da yazısı iyi kötü olmadan mümkün müdür?Edebiyatta zıtlıkları değerlendirmek, edebiyatçıların işi.Benim gibi edebiyat severler ancak zıtlıkların farkında olur,o kadar…
Normal insan vücut ısısı otuz altı buçuk ile,otuz yedi buçuk arasında değişiyor.Eğer yüksek sıcaklık olursa bir terleme basıyor,beden ıslanıyor vücut ısısını korumak için.Soğukta ise bir titreme,bir titreme, dengeyi bulmak için.Dünyamızda susuz yaşayamayız ama ya sel baskınlarını isteyenimiz var mıdır? Ya yanardağ patlaması,ne kadar isteriz.Oysa ısınmadan yaşayamayız.Demek istiyorum ki,insan ve dünya ,ve evren zıtlıkların dengesi üzerine inşa edilmiş.Duygu dünyamız,davranışlarımız da aynı şekilde.Önemli olan dengeyi korumak,yoksa yüksek ateşten,ya da aşırı terlemeden dolayı mevta oluruz…
Ateşi sembolik olarak, aşk alevinin şiirsel görüntüsü halinde edebiyat defterinde her gün izliyoruz. Ayrılık acısıyla susamış,su arayan gönülleri de…
Acılarda boğulmadan,mutluluklarda yorulmadan,huzurun dengesinde bir hayat dileğiyle,saygılar selamlar edebiyat dostları…
“En hırçın nehirler bile Okyanus ile karşılaşıp kucaklaştıklarında sakinleşmezler mi ?”Mevlana
YORUMLAR
"Denge..."
Müstesna bir sözcük bu...
Muadili bile yok neredeyse!
Su ve ateş...
Hayatın iki kutbu sanki..
Fakat vazgeçilmeyen iki "üst varlık..."
İnşası adeta dünyanın, yaşamın da kaynağı...
Tüm medeniyetlerde su ve ateş ana temadır... Eğilim birinde fazla ise de...
Zamanla akıl, bu iki zıtlığı bir dengede tutmayı becerilmiş, insanın da damarlarında dolaştığının farkına varmıştır..
Oldukça verimli bir konu ve iyi hazırlanmış bir yazı/deneme..
Kutluyorum donanımlı şahsınızı Hasan bey.
Hasan Türkistan
ZEYBEK HOCA
Umarı, dilerim artar, kalem erbabı...
Saygı, selam bendendir.....