- 803 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SICAK PİLAV, SOĞUK AYRAN; BİZ KERİM'E HAYRAN
“Bak aslanım
Yedirdiniz sıcak bulgur pilavını
İçirdiniz buzdolabından ayranı
Ağrımaz mı karnım”
Ne zaman anlatsam olayı kahkahalarla gülerdik. O yine “Ne gülüyorsunuz oğlum, söylediklerim yalan mı?” derdi. Dördümüz bir araya gelince bizi güldüren olayı bana bir kez daha anlattırırlardı. Biz dört kişi boş zamanlarımızda gittiğimiz spor lokalinde pişti oynardık neşeyle. Mikail Budak, rahmetli Ömer Afşin, Abdülkerim Karadeniz ve ben. Mikail ile Ömer ayrılmaz ortaklardı. Ben de Kerim’le, anlatacağım olayın baş kahramanı ile Kerim’le eş olurdum.
İşin başlangıcına dönelim. Bir gün masada oturuyoruz. Söz Kerim’in futbolculuğundan açıldı. Öğretmen okulu takımında, Mucurgücü’nde futbol oynayan Abdülkerim Karadeniz iyi futbolcuydu. Söyleşimiz koyulaştıkça şakalar, takılmalar, gülüşmeler gırla gidiyor. O arada benim köyümde Kerim’le yaşanılan olay aklıma geldi. Aldım sözü:
-“Arkadaşlar, size Kerim ağabeyle ilgili bir futbol maçı olayını anlatayım.”
-“Bak bak yine ne uyduracaksın hakkımda?”
-“Anlatacağım olayda inanın hiç abartmam olmayacak.”
-“Yahu meraklandırdın bizi anlat da dinleyelim.”
-“……”
Kerim Karadeniz’e çok şaka yapardım. Kulakları ağır işittiği için söylediklerimin çoğunu duymazdı; ama yüzüne bakarak tatlı dokundurmalar, daha doğrusu argo sözler söylendiğinde hemen anlardı. Şimdi de Mucur’a gidişlerimde görürsem yine takılırız birbirimize.
-“Her neyse, sözü uzatmayayım arkadaşlar. 1960’lı yılların başında köyümüzün iyi bir futbol takımı var. Çevre ilçelere Mucur’a, Hacıbektaş’a bile kafa tutuyor. Köyün arazisi, çevresi dümdüz. Her yanı futbol oynamaya uygun. Gel gelelim futbol sahasında kale direkleri bile yok. Kaleler taşlarla belirlenmiş. Ayakkabıymış, formaymış hak getire.
Bir gün dediler ki “Hacıbektaş’la köyde maçımız var. Güçlü olmak için Mucur’dan Abdülkerim Karadeniz’i getirdik, bizim köylü diye çaktırmadan oynatacağız, aman kimse ağzından bir şey kaçırmasın.”
Bu köy maçlarının heyecanını inanın şimdi Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında bile duymuyorum.
O zaman ben on bir on iki yaşlarında çocuğum. Maç saati geldi. Takımlar kale direksiz, çizgileri külden oluşmuş sahaya çıktılar. Bizim takımın içinde sarışın, yerinde duramayan, gelen toplara artistik kafalar yapıştıran Kerim’i hayranlıkla seyrediyoruz. O, biz çocuklar için “büyük futbolcu Kerim”, maçı onunla kazanacağız.
Saha çizgisinin yanında, maçın seyircileri biz çocuklar ve az sayıda büyükler takımımızı destekliyoruz; ama hepimizin gözü yerinde duramayıp saçını sallayıp zıplayan Kerim’de.
Maç başladı. Bizde heyecan dorukta. Ne demek? Köy takımımız ilçemizin takımına kafa tutuyor, Kerim sayesinde de onları yeneceğiz.
Aradan on dakika geçmedi umudumuz Kerim, kaçak oyuncumuz Kerim “Karnım ağrıyor.” diye yattı yere. “Aman ha, yaman ha! Etme gitme Kerim!” desek de Kerim’den beklediğimizi alamadık. İnanın maçın sonucunu şimdi hatırlayamıyorum. O haliyle bile kalkıp oyuna devam eden Kerim, bir de gol attı; ama karnı ağrımasaydı neler yapardı kim bilir…”
Ben anlatırken Mikail ve Ömer; Kerim’e bakarak:
-“Öyle mi Kerim, doğru mu anlatılanlar?”
-“Ohhoo! Bu kafayı yemiş.”
-“Niye?”
-“Yok bre, bu yanlış hatırlıyor. Köye götürdüler beni, maç başlamadan sıcak bulgur pilavını yedik bir evde, üstüne de buzdolabından soğuk ayranı içince bizim motor tekledi, karın ağrısından kıvrandım.”
-“Asıl sen kafayı yemişsin. 1960’lı yıllarda bizim köyde elektrik mi vardı da buzdolabı olsun. Kulak gibi kafa da gitmiş bunun.”
Biz böyle hararetli tartışırken Mikail ve Ömer gülmekten yere yatıyorlar. Gerçekten o yıllarda köyde elektrik yoktu. 1970’li yıllarda geldi köye elektrik.
Bununla kalsa iyi ya Kerim:
-“Oğlum sen de kaleciydin o takımda.”
-“Hay senin yalanın batsın. Ben çocuktum daha o zaman. Nasıl kaleci olurum?”
Aslında bir benzetmeden dolayı böyle diyordu Kerim. Kaleci olan o zamanlar lisede okuyan akrabamız rahmetli Hidayet Köksaldı ağabeydi. Az da olsa benzerlikten dolayı Kerim böyle iddia ediyordu.
Ne zaman adını andığım bu dört kişi bir araya gelsek bana anlattırırlar bu olayı. Hiç birinde de “elektrik gelmeden buzdolabı olmayacağını, benim o zaman çocuk yaşta olup kaleci olamayacağımı” inandıramayız Abdülkerim ağabeye. Arkadaşlarımı da beni de güldüren onun bu inadıdır. Bir de göçmen şivesiyle “Yedirdiniz sıcak pilavı, ağrıdı karnım…” “Sen de kaleciydin ollum.” deyişiyle koyverirdik kahkahaları.
…..
Hem okul yıllarında hem de öğretmenlik yıllarımda arkadaşım, iyi insan Ömer Afşin’i rahmetle anarken, Mikail Budak dostumuzu da bir olayla anmadan geçemeyeceğim. Bunlar bizim aramızdaki tatlı şakalardı. Anlatacağım olay da Mikail öğretmene yakıştırılır; ama doğruluk derecesi nedir bilmem. Pişti oynarken sayımız çok geride ise ona dönerek “Haydi bastır! Beraberliği sağlayalım.” derdim, şöyle bir bakar, kafa sallar gülümserdi.
Mucurgücü ile Gülşehirspor’un maçı var Gülşehir 7-0 galip. Maçın seksen kaçıncı dakikasında Mucurgücü’nden Nihat’ın vurduğu top gol olur. Takımın antrenörü Mikail hocam kenarda bağırmaktadır:
“Haydi bastırın, beraberliği sağlayalım!”
…………………………..
“Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır”
“Niye yazdınız bu şarkı sözlerini?” deseniz ben de derim ki “Mazi kalbimde bir yara değil aksine tatlı anılarla doludur. Saçım çok az şu anda, ne saçım ne bahtım kara… Anlattığım hatıranın da hazin, ağlatan bir yanı yok.” Eee, niye mi yazdım? Öğrencilere derdim ki kompozisyon yazmayı öğretme çalışmalarında “Bir konuyu iyi anlatmak için zıtlıklardan da yararlanın.” Ben de bizi güldüren bu anılarımı biraz da geçip gidişlerin hüznüyle böyle anlattım.
Güzel yıllardı
Sıkıntıları olsa da
O küçük Anadolu kasabasında
Dostlarla, öğrencilerle, arkadaşlarla
Yirmi iki yıl
Şimdi, biliyorum gülümseyecekler
Adı geçenlerin tanıyanları, yakınları,çocukları
Bu bölük pörçük tatlı yaşanmışlıkları
Okuyunca
…………………………………………............................
Numan Kurt
4 Aralık 2018
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.