- 461 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yollarda
Bir Japon bilim insanı der ki,” Yaşam kırk beşten sonra başlar.” bu söz zihni etkinlikler için gerçekçi olabilir. Ya bedensel işler için, işin o yönü biraz netameli. Hele birçok spor dalı için kırk beş yaş çok geç. İşin felsefesine fazla girmeden ellili yaşlara merdiven dayarken sürücülükle ilgili serüvene göz atalım. Evet, elli yaşıma girerken sürücü belgesi alıp; araba sahibi olanlar kervanına katıldım. Sene doksanlı yıllar.
Yükseköğrenimini bitiren oğlum da benden birkaç yıl önce sürücü belgesi almıştı. İkinci el, iki yaşında bir araba aldık. Araba iki yaşında lakin siz deyin on iki yaşında. Doksan bin km üzerinde yol yapmış, tekerlekler kabak. Arabalarla ilgili bilgimiz oğlumla işin alfabe düzeyinde. Egzozundan ne bileyim daha nice parçalarını değiştirmek zorunda kaldık. Çevre edindik! Çokça tamirci arkadaşımız oldu! Tavsiyemdir ikinci el araba alacak dostlara; sakın ola elli bin km’den fazla yol yapan araçlara yaklaşmayın.
Gelelim sürücülüğün yaşla ilgili kısmına. Hızlı biçimde sürücülüğümüzü geliştirme çabasına girdik oğlumla. Çökmekte olan Rus cephesine hızla hazırlanan yaşlı ve çaylak Alman askerleri gibiydik. Oğlumun yaptığı hareketi ben ancak on gün sonra başarabiliyordum. Çocukken her gün kızak kayardık. Kızak kaymadan kalan alışkanlıkların araba sürmede az da olsa yardımı oldu diyebilirim.
Hani deveye demişler ya boynun ince, cevaplamış deve hazretleri nerem düzgün ki! Ülkede sürücü belgesi almak için yapılan çalışmaların ne derece yetersiz olduğu herkesçe bilinir! Bulgaristan göçmeni komşum anlatıyor:
“Bulgaristan’da sürücü belgesi sınavında araba rampada durdurulur. Arabanın arka tekerine yirmi cm uzaklıkta elektrikli bir cisim konur. Sürücü adayı arabayı kaldırırken azcık geri kaçırırsa ışık yanar. Böylece sürücü sınavı kaybetmiş olur. İşe yeniden sıfırdan başlanır belge alabilmek için.”
Almanya’da ise sürücü sınavında gece otobanda araba kullandırılıyor. Arkadaşlarım ve ben sürücü kursu sonunda ancak arabayı kaldırma, park etme gibi çok az deneyim kazanmıştık. Belirli yaştan sonra refleksler azalınca sürücülük zanaatı hiç de kolay olmuyor vesselam…
Tenhalarda, sokak aralarında bolca araba kullanarak epey deneyim kazandım. Sıra geldi memleket yolculuğuna. Bizimkiler Orta Asya’dan göç ederken cins atları yokmuş. Ancak şimdiki Gürcistan hududuna kadar gelip Şavşat civarlarında yerleşmişler. Cins atları olsaymış örneğin Samsun’a kadar sürseymiş göçleri ne iyi olurmuş. İstanbul’dan, Kocaeli’nden araba ile rahat rahat aynı gün içinde Samsun’a varılır. Kocaeli’nde çalışıyorum. Yolum uzun. Kocaeli-Derince ’den Şavşat’a direksiyon sallayacağım.
Doksanlı yılların sonlarındayız. Karadeniz çift yolu daha yapılmamış. Okullar tatile, biz de temmuza girdik. Sıcak bir temmuz sabahı erkenden hareket başladı. Eşim, küçük oğlumla birlikte üç kişiyiz. Marmara, İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerini kat ederek onun üzerinde ili gelip memlekete baba topraklarına varacağız. Mola vermeden altı saatte Osmancık’a vardık. Beş yüz km yol yapmıştık. İyi bir başarı. Fakat gökyüzünü aniden kara kara bulutlar sardı. Samsun’a doğru yaklaşırken gök delindi. Bardaktan boşanırcasının yağmaya başladı yağmur. Silecekler azıcık önümü gösterecek kadar görev yapabiliyordu.
Karadeniz ikliminin en yağmurlusuna denk gelmek varmış kaderde. Oysa sabahleyin hava ne kadar hoştu İzmit’e. Memlekette kışın kar, ilkbahar ve sonbaharda çamurlarla mücadele ederek büyümüş yaşamın her zorluğunu yaşamıştım. Bu yolda sürücülük çok daha zordu. Yapılacak en doğru hareket olabildiğince yolun sağını takip edip hız sınırını en aza indirmekten geçiyordu. Samsun’u geçerken ne denize ne yolun sağ ve solundaki konutlara bakabildim. Pür dikkat, görüş mesafesi kısalmış olan yola ve arkamdan gelen taşıtlara bakıyordum.
Akşam yaklaşıyordu. Çok kısa süre yağmur azalıyor çevre aydınlanıyor az sonra yeni bir sağanağın içine giriyordum. Yavaş yavaş sahil yolundan yolculuğumuza devam ettik. Perşembe ilçesine vardığımızda hava iyice kararmaya başladı. Yolun sağında Uygulamalı Turizm Okulu tabelasını gördüm. Okulun bahçesine dönüverdim hemen. Arabayı istop edince derin bir nefes aldım. Oh! Dünya varmış. On iki raunt boks maçı yapıp maçtan berabere çıkmış bir boksör gibiydim. Yenilmemiş ama bitmiş!
Hani kul sıkışmayınca Hızır rast gelmez derler ya. Uygulamalı bu tesis bizim Hızır’ımız oldu. Geceyi güvenli bir biçimde rahat geçirdik. Dışarda yağmur olanca şiddetiyle devam ediyordu. Karadeniz kudurmuş, sahilleri dövüyordu dalgalar. Güneşli bir güne uyanmak dileğiyle üç kişilik kafile uykunun kollarına bıraktık kendimizi.
Sabahleyin uyandığımızda yağmur, sis, pus her tarafı sarmıştı maalesef. Bir önceki gün birazcık deneyim kazanmıştım yağmurda sürücülük sanatında. Başa gelen çekilir. Yola devam. Ordu’yu geçerken kısmetimize hava biraz duruldu. Ordu’ya yolu düşenler bilir. Bu kentte adım başı kırmızı ışık çıkar karşımıza. Şans az da olsa yüzüme güldü. Yağmur, dur kalk daha zor olurdu yolculuk. Ordu’yu geçtik. Önümüzde Giresun, Trabzon ve Rize var. Doğu Karadeniz Bölgesi. Türkiye’nin yılda en çok yağmur alan toprakları.
Ordu’yu geçince gök delindi. Bütün şiddetiyle yağmur yağmaya başladı. Her taraf karardı. Sürekli çalıştırıyorum silecekleri. Bir taraftan en şiddetli ve hızlı yağan yağmur ve beni sollayan tırların arkalarında oluşan kesif su ve buharların oluşturduğu adeta deniz dalgaları. Tırlar geçinceye kadar ki süre içinde önüm tamamen kapanıyor. Masallardaki korkunç ejderhalar denizi kabartıyorlar. Sahilleri döğen dalgalar vahşi canavarlar gibi uluyordu.
Hızımı iyice azaltarak yoluma devam ediyorum. Kısa süre bulutlar birazcık yükseliyor. Bu anlarda görüş mesafem biraz uzuyor. Seviniyorum. Tanrıya şükrediyorum. Uzun sürmüyor sevincim . Bu kez daha koyu bir karanlığa dalıyorum. Bardaktan boşanırcasının en katmerlisinden bir sağanağa daha dalıyorum. Kabir azabı böyle olmalı. Ölmeden mezara mı girdik!
Kendimden çok eşimi ve hayata yeni başlayan on üç yaşındaki oğlumu düşünüyorum. Yola çıkarken onlar bana güvendiler. Olumsuz bir durum yaşarsak onların başına gelecek kötü bir olayın bende bırakacak vicdan azabına dayanabilir miyim?.. Pür dikkat yola devam etmekten gayrı yapacak bir şey yoktu. Ne yapabilirdim. Yavaş yavaş yoluma devam etmeden öte. Bütün taşıtlar beni solluyordu. Kimse ile yarışacak halde değildim. Trabzon ve Rize’yi hızını hiç kesmeyen yağmurla savaşarak geçtim. Arhavi ve Hopa’dayım, kendi ilimin topraklarında. Hopa’ya yaklaştığımda yağmur şiddetini azalttı. Bu kez kapkaranlık bir sisin içine daldım.
İki metre görüş alanı var dersem abartı değil. Önümde Cankurtaran var. Dar dönemeçlerle çıkılan yüksek bir geçidin adıdır Cankurtaran. Ne şans; yola asfalt yenilemek için çakıl sermişler. Hızımı iyice düşürmem gerekiyor. Bir kamyonun arkasına takıldım. O vasıtanın ışıklarını takip ederek önümü daha kolay görürüm diye hesap ettim. Hesap çarşıya uymadı. Yola serilen çakıllar buna müsaade etmedi. Kamyonun tekerlerinden bu kez dolu yağarcasına çakıllar arabama çarpmaya başladı. Takibi bıraktım istemeyerek.
Cankurtaran’ın zirvesi dar bir yol ile yüksek kayaların bir yan yüzünden geçilir. Önümde tehlikeli yol vardı. Zirveyi sağ salim aşabilirsem yolculuğun en tehlikeli kısmını bitirmiş olacaktım. Yirmiyle, otuzla giderek zirveyi aştım. Bu ne güzellik. Sis, pus yok oldu. Kara bulutlar çok yukarılarda Doğu Karadeniz Dağlarının doruklarında gözüküyorlardı artık.
Borçka’ya doğru yol alırken yüzümüzde gülücükler oluştu. Kendi ilçeme çok az yol kalmıştı. Şavşat’a girerken etraf günlük güneşlikti. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği topraklara varınca karabasanlarla saatlerce devam eden yolculuğumun yorgunluğunu unutuverdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.