Zeytin Ağacının Kara Gözyaşları
Alabildiğine zeytin ağaçlarının, dal dala, kol kola yükseldiği yemyeşil bir tepe varmış. Asırlar boyunca, yüzlerce zeytin ağacı, bu bereketli tepeyi yuva edinmiş. Tepenin adı bu yüzden Zeytinlik Tepesi konmuş.
Zeytinlik Tepesi’nin eteklerinde, şirin mi şirin bir kasaba yer alırmış. İnsanları kendi halinde, çalışkan, özverili, yardımsever ve sevecenmiş. Birbirlerini üzmekten incitmekten sakınırlarmış.
Kasabalılar, hem besin hem geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarına canları gibi bakar, üzerlerine titrerlermiş. Yaşamlarından memnun, birbirleriyle uyumlu, huzur ve barış içinde yaşar giderlermiş. Zeytin dalı barışı simgelediğinden kasabanın adına, Zeytin Dalı Kasabası denmiş.
Mevsimi gelince şarkılar eşliğinde, güle oynaya zeytinler toplanırmış. Selelere doldurulur, paylaşılırmış. İri ve dolgun zeytinler, bir sene boyunca sofraları süsler, donatır, halkın sağlığını korumasına yardım edermiş.
Zeytinlerin bir kısmından da şişelerce zeytinyağı elde edilirmiş.
Toplanan zeytinlerin fazlası, zeytin ve zeytinyağı olarak komşu köy ve kasabalara satılır, böylece herkes gül gibi geçinip gidermiş.
Zeytin ağaçları, çevreye, bol oksijenli tertemiz hava sağladıklarından, o çevredeki insanlar, sağlık içinde, uzun yıllar mutlu yaşarlarmış.
Sonbahar gelince kasaba ahalisi, zeytin ağaçlarının, şiddetli fırtınalarla kopan, kuruyup kırılan dallarını, yerlerden toparlayarak odunluklarına yığarmış. Kış boyu sobalarında bunları yakarak ısınırlarmış.
Zeytin Tepesi, çok büyükmüş. Her sene kasabalılara yetecek kadar çalı çırpı, kurumuş, düşmüş dal toplamak mümkün olurmuş.
Kasabanın uzak bir ucunda tek başına bir kasabalı barınırmış. Etrafında, kimi kimsesi yokmuş. Biraz kaba, biraz düşüncesiz ve geçimsiz bilindiğinden ona ‘Huysuz Ağa’ derlermiş.
Huysuz Ağa, laf aramızda, biraz da tembelmiş. Etliye sütlüye karışmaz, kukumav kuşu gibi yalnız yaşarmış.
O yıl Huysuz Ağa, Zeytinlikler Tepesi’ni uzun uzadıya dolaşmaktan yüksünmüş. Kopmuş, kurumuş harap dalları arayıp bulmaya üşenmiş. Kısa yoldan zeytin ağaçlarından birini kesip, kışlık odun sağlamayı kafasına koymuşmuş.
Bir sabah, güneş doğarken erkenden kalkmış. Heybesine, baltası, testeresi, suyunu ve ekmeğini koymuş. Kimseciklere görünmeden zeytinliklere doğru yollanmış.
Zeytin ağaçlarının aralarında, sağına soluna bakınarak biraz yürümüş. Sabırsız biri olduğundan çabuk pes etmiş. Huysuz Ağa, aynı zamanda kararsız bir kişiliğe sahipmiş. Ağaçlar o kadar canlı ve güzel görünüyorlarmış ki bir türlü hangisini seçeceğine karar veremiyormuş. Zeytin ağaçlarının gövdeleri, yaşlarının nispetince sağlam, geniş ve bir o kadar da görkemliymiş. Bakanları kendilerine hayran bırakıyormuş. Kimileri yüz, kimileri iki yüz, kimisi dört yüz , kimisi de altı yüz yıldan beri bu yöreye hayat vermekteymiş. Ama bir tanesi varmış ki sadece o, sekiz yüz yıldan beri dimdik ayaktaymış.
Huysuz Ağa, zeytin ağaçlarından en iri gövdeli olan bu özel ağacı gözüne kestirmiş. Önünde duralamış. Bu zeytin ağacının etrafını, ancak bir kaç insan el ele tutuşup sarabilirmiş. O derece büyükmüş.
“İşte tam aradığım zeytin ağacı!” diye çatlak sesiyle bağırmış.
“Bu ağaç ötekilere hiç mi hiç benzemiyor.”
“Keserim, parçalarım, odununu uzun süre yakarım da yakarım!”
diye, hemen kesmeye heveslenmiş. Heybesini telaşla yere fırlatmış. Gömleğinin kollarını sıvamış. Heybesinden baltasını, testeresini alelacele çıkartmış. Baltasının sapını, sıska, kemikli elleriyle şöyle bir kavramış. Vücudunu yay gibi germiş. Sekiz yüz yıllık zeytin ağacının gövdesine, baltayı, olanca kuvvetiyle indirmiş. Öyle bir indiriş indirmiş ki zeytin ağacı, zeytinlerini, kara göz yaşları gibi dökerek içli içli ağlamış.
Huysuz Ağa, bir daha, bir daha derken ihtirasla baltayı aynı yere kerelerce vurup durmuş. Zeytinlerini dökerek, yapraklarını titreterek ağlayan ağacın gövdesi, yarıldıkça yarılmaya devam ediyormuş.
Huysuz Ağa, acımasız ve tek yanlıymış. Dökülen zeytinlere hiç aldırış etmemiş. Acı çeken ağacın ağladığını anlayamamış. Hiddetle baltayı, her havaya kaldırıp indirdiğinde, kendisi de zorlanıp “ıh, ıh!” diye hırıltılı sesler çıkarmaya başlamış.
Zeytinlik Tepesi’nde bu seslerin ve balta darbelerinin gürültüsü, artarak yankılanmış. Zeytin ağaçlarının arasında yaşayan sincaplar, tavşanlar karıncalar, börtü böcekler bir şeylerin ters gittiğini düşünerek huylanmışlar. Ürkek bakışlarla olanı biteni sorgulayıp birbirlerini süzmüşler. O civardan geçen kuşlar da ahenkli uçuşlarını bozmuşlar. Endişeyle gökyüzünde zikzaklar çizmişler.
Kesilmekte olan zeytin ağacının, asırlardır arkadaşları olan diğer tüm zeytin ağaçları, aralarındaki en yaşlı ve en değerli olan sekiz yüz senelik bu şanssız zeytin ağacına, yardım edemediklerine çok içerlemişler. Dallarını sallayarak dövünmüşler. Onlar da hep birden zeytinlerini dökerek kara göz yaşlarıyla ağlamışlar.
Zeytin Tepesi’nde yaşamakta olan hayvanlar, yuvalarından çıkmışlar. Düzlük bir alanda toplaşmışlar. Tepelerinde dönüp duran kuşlardan, bir an evvel gümbürtünün koptuğu yere giderek ne olup bittiğini öğrenmelerini istemişler. Kuşlara:
“Her biriniz bir yana uçun da bize tez zamanda haber getirin.”
“Merak içindeyiz”
diye ricada bulunmuşlar. Kuşlar bu dostça teklifi kabul etmişler. Hiç vakit kaybetmeden dört bir yana dağılıp gözden kaybolmuşlar.
Hayvanlar da birlik olup kaba seslerin geldiği yöne doğru yola çıkmışlar.
Kuşlardan birinin adı Şanslı’ymış. Şanslı, zeytin ağaçlarının üzerlerinden uçarken bütün zeytin ağaçlarının, sallana sallana kara zeytin yaşlarıyla ağladıklarını görmüş.
“Neden hep birlikte umutsuzca ağlıyorsunuz?”
diye meraklanıp sormuş:
Şanslı, ilerde bir yerde, kendini bilmez bir adamın, sekiz yüz yıllık zeytin ağacını kestiğini, acı bir şekilde öğrenmiş. Yasta olan zeytin ağaçları, bu akıl sır almaz hatayı önlemek için, döne döne bir çare arıyorlarmış. Ellerinden bir şey gelmediğine gocundukları için ağlayıp duruyorlarmış. Şanslı’yı görünce:
“Sen bizim kurtarıcımız ol!”
“Hızlı uç, yardım getir!”
diye, hep birlikte yapraklarını kaygıyla titretmişler.
Şanslı, duyduklarına inanamayıp göz yaşlarını tutamamış. Bir süre kendine gelmeye çalışmış. Vakit kaybetmek ağacın sonu olur diye, dehşete kapılmış.
“Ne yapıp yapmalıyım, bu rezaleti durdurmalıyım!”
diye, kendi kendine ant içmiş.
Şöyle bir silkelenmiş. Umutla, azimle yardım bulabilme inancıyla yola kanat açmış. Yılmadan, yorgunluğuna meydan okuyarak hiç ara vermeden kanat çırpıp durmuş.
Az gitmiş uz gitmiş, Hava kararırken bir küçük kulübeye rastlamış. Kulübeye doğru pike yaparak ön pencerelerinden birine konmuş. Kanatlarıyla camı dövmeye başlamış. Babacan bir adam, seslere koşarak gelmiş. Karşısında güzel kuşu görünce şaşırmış:
“Yaralı mısın, aç mısın?”
“ Neden çırpınıp duruyorsun böyle?”
diye Şanslı’ya sormuş. Şanslı’nın kıpır kıpır minik gözlerinden birer damla yaş süzülmüş. Adamcağızın içinin yağları erimiş.
Meğer bu kişi, kulübenin sahibiymiş. Yörenin yeşil alanlarını korumakla görevliymiş. Doğaya tutkulu, hayran ve sevgi doluymuş. Gençliğinden beri, yaşamını bu işe adayarak yıllarını geçirmiş. Artık hayli yaşlıymış. Ama gönlü, bu işin peşini bırakmaya bir türlü elvermiyormuş.
Tabiat sevgisiyle dopdolu olduğundan herkes ona ‘Doğa Baba’ diye seslenirmiş. Kasaba halkı tarafından her zaman sevilip sayılır, kollanırmış.
Kasabalılar onun yaptıklarıyla gurur duyarlarmış. Gözden uzak olan gönülden ırak olur derler, ama kasabalılar onu hiç akıllarından çıkarmaz, sık sık hatırlarlarmış. Özel günlerde kulübesine, çok uzaklardan dahi yemekler, meyveler, kurabiyeler, yemişler taşır dururlarmış.
Doğa Baba, Şanslı’nın göz yaşlarına hiç dayanamamış. Ama hüznüne bir anlam da veremiyormuş. Narin ve içli kuşun, bilmediği bir nedenle kederli olduğunu düşünerek içinden bir şeyler yapmak gelmiş.
Şanslı, Doğa Baba’yı anlamış gibi kanatlanmış. Adamcağızın külüstür cipine doğru alçalmış. Şöför tarafının camını gagasıyla tıklatmaya başlamış. Doğa Baba, cipine doğru yürürken Şanslı, camı sürekli gagalıyormuş. İçeri girmeye uğraşan kuşcağız, neredeyse kendini yaralamak üzereymiş. Gagasının çatlayıp kanamasına ramak kalmış. Endişelenen Doğa Baba, davranıp cipinin kapısını açmış. Şanslı, hemencecik şöför koltuğunun yanındaki koltuğa pır diye konuvermiş. İçinden de:
“Yetiş, ne olur çabuk yetiş Doğa Baba!”
“Yoksa çok geç olacak!”
diye, papağan gibi tekrarlayıp duruyormuş.
Doğa Baba, hayvanların ne kadar duyarlı olduklarını bilirmiş:
“Yoksa sen beni bir yere mi götürmek istiyorsun?” diye cipini çalıştırmış. Şanslı da Doğa Baba’nın açtığı pencereden dışarı uçarak ona klavuzluk etmiş.
Şanslı, yolda, patırtı gürültüyü keşfe çıkan arkadaşlarıyla karşılaşmış. Onlara, Doğa Baba’yı gurur duyarak tanıştırmış. Onun yeşil alanları koruyan görevli olduğunu müjdelemiş. Doğa Baba’dan izin alarak arkadaşlarını, güzelce Cipin arkasına yerleştirmiş. Keşif uçuşuna çıkan kuşlar da dönüp onlara katılmış. Hep birlikte zeytin ağacının yanına doğru heyecanla yola çıkmışlar.
Artık hava kararmaya yüz tutmuş. Ağacı kurtaramayacağız diye sabırsızlanıyorlarmış. Zaman, ağır aksak ilerliyor, zeytin ağacına bir türlü varamıyorlarmış. Suratlar asılmış. Merak ve endişeler artmış.
Zeytin ağacının yanına ulaştıklarında:
Sekiz yüz yıllık zeytin ağacının kesildiğini, içleri acıyarak görmüşler.
Çaresiz bir sızı içinde hep birlikte katıla katıla ağlamaya başlamışlar! Derin bir yasa bürünmüşler.
Sekiz asırlık zeytin ağacından arta kalan, yere devrilmiş koca bir kütükmüş artık...
Doğa Baba, gördüklerine inanamamış.
Cipinden inip öfkesini bastırmaya çalışarak:
“Sen ne yaptın böyle!”
“Nasıl da bu yaşlı ağaca kıydın!”
“Bu ağaç, nesiller boyu zeytinlerini, tam sekiz yüz yıl boyunca insanlara sundu!”
“Atalarımızı, dedelerimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı yüzlerce yıldır usanmadan, yoruldum demeden besledi. Sağlık, şifa dağıttı.
“Baltayı sallarken hiç mi için sızlamadı!”
diye Huysuz Ağa’ya çıkışmış.
İşte o an, Huysuz Ağa yaptığı hatanın büyüklüğünü farketmiş. Acı gerçek, kafasına dank etmiş. Derin bir pişmanlık duymuş. Utancından kızararak başını öne eğmiş. Küçülüp saklanacak bir delik aramış.Yüreğinde dayanılmaz bir acı belirmiş.
“Elim kırılsaydı da baltayı sallayamasaydım!”
“Bacağım tutulsaydı da Zeytin Tepesi’ne tırmanamasaydım!”
diye, kendisine vermiş veriştirmiş.
Doğa Baba, Huysuz Ağa’yı,
“Sakın bu kütüğe artık dokunmayasın!”
“Aman ha onu parçalamaya kalkmayasın!”
diye uyarmış.
Doğa Baba’yı duyan kuşlar, tavşanlar , sincaplar, börtü böcekler, karıncalar:
“Merak etme sen Doğa Baba!”
“ Biz sabaha kadar uyumaz, burada seve seve nöbet tutarız! Bu zavallı kütüğün başından hiç ayrılmayız!”
diye bağrışmışlar. Zeytin ağacından geriye kalan kütüğün koskacaman kesik, kırık gövdesinin orasına, burasına yerleşmişler.
Sabah olur hayrolurmuş. Şafak söker sökmez Doğa Baba, arkadaşlarını toparlamış. Kazma kürekler sırtlarında, uzun ip bellerinde, koşar adım ‘Zeytinlik Tepesi’ne doğru gitmişler.
Elbirliğiyle derin bir çukur kazmışlar. Zeytin ağacından geri kalan dev kütüğü, özenle kavrayarak çukura taşımışlar. Etrafına bol toprak atmışlar. Yaşlı ağacı, fırtınaya, kötü hava koşullarına karşı ellerinden geldiğince desteklemişler.
“Ne olur yaşa!”
“Bizimle kal!”
“Bizi sensiz bırakma!”
diye cefalı ağaca sarılıp, yalvarıp durmuşlar.
İşleri tamamlandığında, dikili kütüğün dibinde, diz dize bağdaş kurup halka oluşturmuşlar. Ekmeklerini kırıp yemiş, sularını içmişler. Sekiz yüz senelik zeytin ağacının kesik gövdesini, sevgi, acı ve pişmanlıkla süzmüşler.
“Koruyamadık seni!”
“Affet bizi!”
diye yalvarmışlar.
“Bak, senin zeytinin yok artık soframızda!”
“Sen asırlardır bizden deneyimlisin.”
“Bizi cahilliğimize bağışla!”
diye, dillerinde tüy bitene kadar yakarmışlar.
Kasaba halkı, her Allah’ın günü, yaşlı, çocuk, hasta demeden yaralı ağacı ziyaret edip af dilemiş. Canlanıyor mu diye, dikkatle ağacın her noktasını, heyecanla, umutla izlemiş.
Huysuz Ağa, utancından gözlerini yere dikerek yürür, ama her seferinde ağacı ziyarete gelenlerin arasına katılırmış.
Huysuz Ağa, zeytin ağacının kabuklu gövdesine başını dayayıp bir sene boyunca hıçkıra kıçkıra ağlayıp durmuş. Zeytin ağacının toprağı, göz yaşlarıyla ıslandıkça ıslanmış.
Zeytin Tepesi’nin tüm canlıları, sırayla her gün, ağacın başında nöbet tutup ötüşüp, bağrışıp, kanat çırpıp, çırpınıp:
“Lütfen!”
“Lütfen!”
“YAŞAMALISIN!”
diye dileklerini göklere değin haykırmışlar!
Ah sevgili çocukar, sonra ne olmuş bir bilseniz!
Bir yıl sonra bir mucize gerçekleşmiş!
Dilekler tutuvermiş!
İlk ışkın, yeşiliyle herkesi büyülemiş!
Sevinçten herkes çıldırasıya coştukça coşmuş!
Uzak köylere kasabalara güzel haber uçurulmuş.
İnsanlar, küçüklü büyüklü birbirine sarılıp kucaklaşmış!
Bu mucize olayı gece gündüz kutlamış!
Yüce zeytin ağacı, merhamete gelip Huysuz Ağa’yı affetmiş:
Aradan iki yıl geçtikten sonra pıtrak gibi ilk zeytinlerini vermeye başlamış!
Kasabalılar, bu değerli tarihi, Zeytin Bayramı ilan etmişler. Her yıl, civardan ve ülkenin dört bucağından gelenlerle birlikte şarkılı, türkülü foklorik danslı bu özel günü kutlamışlar. Zeytin ağaçları hep birlikte yapraklarıyla alkış tutmuşlar. Zeytin Tepesi’nin tüm canlıları da her yıl, bu şölene katılmayı, heyecan ve mutlulukla iple çeker olmuş!
Gökten üç avuç dolusu zeytin düşmüş:
Bir avucu, yeşil alanları korumakla görevli Doğa Baba’ya.
İkinci avucu, onunla yaşamaya başlayarak Doğa Baba’ya yalnızlığını unutturan; ağacı kurtarmak için onu kapıp getiren, klavuz kuş Şanslı’ya,
Üçüncü avuç, doğayı sevip koruyan duyarlı, sevimli çocuklara.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım zeytin ağacına!
Ayşe Yarman Ötekin
Masal Kitabım Aralık 2018
YORUMLAR
Ne büyük nimettir zeytin...
Dört mevsim yeşil kalır.. Bağlar, bahçeler kışı bile bahar keyfiyle yaşar..
Taneleri sofralık zeytin olur, çoluk çocuk iştahla yer..
Yağı yemekte kullanılır, doyurur açları...
Budanır, kısa sürede yeniler kendini, sürgün verir her yıl..
Bu özelliği ile insanların şifa kaynağıdır, hücrelerin yenilenmesini sağlar, gençlik iksiridir adeta...
Zeytin, zenginliğimizdir..
Vazgeçilmez bir besindir...
Yerli olanı bin yıl yaşar! Atadan miras kalır...
Stratejik ürünlerden biridir, sanayi ürünüdür aynı zamanda...
Yetiştirmesi zahmetlidir, yıllar alır! Bu nedenle "KORUNMALIDIR!"
Ama yazık ki kıymeti bilinmiyor, cehaletin ve açgözlü kişilerin elinde kıyıma uğruyor, yasal koruma kanununa rağmen yok ediliyor zeytinlik alanlar!
Yazınızı ibretle, çocuklara ders niteliği taşıdığı bilinci ile okudum Ayşe Hanım..
Çok teşekkür ederim duyarlı tavrınıza..
Tebrikler...
Not: Resimdeki ağaç zeytin ağacı değil, sanırım yanlışlıkla aldınız...
ayşe1
Üç değerli yorumu da etkili yorum seçmek istedim; tek bir hakkım varmış, üzüldüm.
Sayın Zeybek Hoca, Sevgili Serap Irkörücü, Sayın Ömer Karacan'a, masalımda çocuklara vermek istediklerime, etkin ve üstün değerli kattıklarından dolayı minnettarım; çok teşekkür ederim.
Selam, sevgi ve saygılarımla.
Ayşe Yarman Öztekin
ZEYBEK HOCA
Çabanıza ve vermeye çalıştığınız önemli mesaja asıl ben ve arkadaşlarım teşekkür eder...
Dilerim kitaba yetişir, girer bu masal da..
Selam ve saygıyla...
Not: Resimdeki zeytin ağacı değil.
Dikkatinizden kaçtı sanırım..
Günümüzde yaşanan zeytin ağacı kıyımına çok güçlü bir gönderme...
Öyküdeki Huysuz Ağa cehaletinden bir ağaca yaşatmış bu acıyı ve ardından da pişman olmuş acısını dile getirip özür dilemiş, yeşermesi için dua etmiş...
Oysa yüzlerce yıldır ürün veren, binlerce zeytin ağacı artık bir seferde kesiliyor 'emir büyük yerden' geldiği için!...
Çok değerli bir paylaşımdı, kutlarım Ayşe Hanım...
Sevgilerimle...
ayşe1
Üç değerli yorumu da etkili yorum seçmek istedim; tek bir hakkım varmış, üzüldüm.
Sayın Zeybek Hoca, Sevgili Serap Irkörücü, Sayın Ömer Karacan'a, masalımda çocuklara vermek istediklerime, etkin ve üstün değerli kattıklarından dolayı minnettarım; çok teşekkür ederim.
Selam, sevgi ve saygılarımla.
Ayşe Yarman Öztekin
Umarım insan bu ibret dolu hayat ve doğa dostu hikayeden dersini alır doğaya zarar vermekten vazgeçer.
Doğayı hayvanlar kuşlar insandan daha iyi koruduğuna bir kez daha şahit olduk.
Doğa rant ve betona tuş olmaya doyumsuz insanlar yüzünden devam ettiği müddetçe daha çok acı çekeceğiz.
Doğa hayattır gelecektir
Herkes çocuklarını doğa sevgisi içinde büyütmek zorundadır
Ayşe hanım ibretle okudum üzüldüm kendi adıma bir kez daha dersimi aldım
Çok teşekkür ederim paylaştığınız için saygilarimla
ayşe1
Üç değerli yorumu da etkili yorum seçmek istedim; tek bir hakkım varmış, üzüldüm.
Sayın Zeybek Hoca, Sevgili Serap Irkörücü, Sayın Ömer Karacan'a, masalımda çocuklara vermek istediklerime, etkin ve üstün değerli kattıklarından dolayı minnettarım; çok teşekkür ederim.
Selam, sevgi ve saygılarımla.
Ayşe Yarman Öztekin