- 402 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İnsan vermeye 'namaz/zaman'dan başlar
Efendim, geçenlerde yine bu tarz filmlerden birisini izlemekle tahattur ediverdim, Hollywood yapımlarımda sıklıkla istimal edilen bir tema vardır: Adam işkoliktir. Çok da parası vardır. Eşine/çocuklarına bu paradan istedikleri kadarını ayırmaktadır. (Yani harcatmaktadır.) Onları pahalı pahalı hediyelere boğmaktadır. Fakat, malındaki cömertliğinin aksine, vaktinden pay vermemektedir. Filmin bir yerinde artık isyan eden aile efradı da bunu peder beyin yüzüne çarpıverirler.
İstedikleri para, araba, yat-kat değildir. İstedikleri her doğum gününde yollanan pahalı hediyeler değildir. Ya? Onlar babalarının yanlarında olmalarını istemektedirler. Kendilerine zaman ayırmasını talep etmektedirler. Daha yakından bir ilgi arzu etmektedirler. Falan felan. Herhalde siz de anlattıklarımı okumakla izlediğiniz benzerlerini tahattur etmişsinizdir. Bu tarz filmlerin Yeşilçam’da da örnekleri yok değil zaten. Yazıyı uzatmamak için misallendirmiyorum.
İşte bu tarz filmleri tahattur ederken Kur’an’daki bir hikmet de beraberinde hatırıma geliverdi. Şimdi zikredince "Ha, evet, öyle!" diyeceksiniz. Nedir peki? ’Namaz’ ile ’zekat’ın birlikteliği. Evet. Kur’an’da belki onlarca ayette ’namaz’ ve ’zekat’ beraber anılıyor. Birkaç tanesini alıntılayarak hafızamızı tazeleyelim. Mesela Bakara sûresi 43’te kısa bir mealiyle buyruluyor: "Namazı tam kılın, zekatı hakkıyla verin, rüku edenlerle beraber rüku edin." Sonra Nisa sûresi 162’de deniliyor: "Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz." Sonra yine Maide sûresi 55’te emrediliyor: "Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekatı verirler."
İla ahir. Misaller çoğaltılabilir. Herhangi bir meali ’zekat’ veya ’namaz’ kelimesini aratarak birazcık karıştırdığınızda bu ve benzeri onlarca ayetten istifade edebiliyorsunuz. Bu nümune olarak andıklarımdan başka, hatta aynı sûreler içinde, birkaç kez vurgulanan birşeydir bu. Şunu da zikretmeden geçmeyelim: Üzerine okuma yapmış olanlar bilirler. Hz. Ebu Bekir (r.a.), hilafeti döneminde, "Namazımızı kılalım ama zekatımızı vermeyelim!" diyen mürtedlere karşı "Ben namazla zekatın arasını ayırmam!" diye cihad ilan etmiştir. Yemame harbi biraz da bu nedenle gerçekleşmiştir. Peki bu ’hikmetli birliktelik’ ile yukarıdaki sinematik hatırlatmanın ne ilgisi var? Oraya geleyim:
Bence insana vermesi en zor gelen şey ’parası’ değil. Zamanı. Yerine en zor koyduğu şey de yine ’parası’ değil. Zamanı. Yani Cenab-ı Hak insanoğluna namazı emrettiği zaman, Bediüzzaman’ın o güzel örneklemesiyle, hergün eline geçen 24 altından 1’sini kendisine vermesini emretmiş oluyor. En değerli şeyinden bir parçasını istiyor. Ve insan namazını kıldıkça müslümanlaşıyor. Teslim oluyor. Vazgeçmeye alışıyor. Ancak bu vazgeçişi içselleştirdiği zaman belki diğer vazgeçişleri de makbul oluyor. Yani, yazının başına dönersek, zamanından vermesini bilmeyenin diğer verdikleri sahiden ’vermek’ mi? Yoksa ’başından savmak’ mı? Bu belli olmuyor. İhlasının izleri görünmüyor. Çünkü diğer vermeler asıl verilmesi gerekenin verilmemesi için uydurulmuş ’bahanelere’ veya ’caydırıcılara’ veya ’tesellilere’ dönüşebiliyor.
Bizi cevaba götürecek altın soru şu: En temelde ’verilmesi en zor şey’i Allah rızası için sarfedebiliyor musun? Yani ’en kıymetlinden’ vazgeçebiliyor musun? Evet. Biz namazda en çok bunun dersini alıyoruz bence. Tıpkı İsrailoğullarının, icl hâdisesinde izleri görülen bakarperestliklerine (ineğe tapıcılıklarına) Hz. Musa aleyhisselamın bir inek kestirerek son vermesi gibi, insanoğlunun içine işlemiş veya işleyebilir zamanperestlik hastalığına da zamanın boynuna beş kez namaz bıçağı indirilecek son veriliyor. Hatta öyle ki, eğer bir çocuk on yaşına gelmesine rağmen teşvikle namazlarını kılmıyorsa, alışmıyorsa, direniyorsa, fıkhen şiddetle namaza alıştırılabiliyor.
Bu zorbalık değil. Kurtarış. ’Zaman bağımlılığının’ kırılması lazım çünkü. Ondan da vermeye alışması lazım çünkü. Ancak ondan vermekle diğer vermelerin kapısı açılacak, onlar da sahici olacak, bir kaçışa/bahaneye dönüşmeyecek çünkü. İşte, bilmem kaç kez aynı tema etrafında izlediğimiz Hollywood yapımlarının, modern zaman Karunlarına dönüşmüş babalar üzerinden bize öğrettiği birşey. Birçok ayet-i kerimedeki sırlı tekrarın kulağımıza fısıldadığı sır: "İnsan vermeye namazdan başlar." Ha bu arada ’zaman’ ile ’namaz’ arasındaki ’tersten okunurluk’ ilişkisi de bu anlamda manidar değil mi? Bu çağrışım da güzel şeyleri kalbimize çağırmıyor mu? Yine Allahu’l-a’lem diyerek bitirelim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.