- 1084 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ilık Duygu
Aradığım sadece ılık bir duygu... Bu yüzden mi çayı seviyorum bu kadar? Ve yaz zamanı bir öğle üzeri miskin miskin yayılmış otururkenki gibi bir sis perdesinin ardından şekillere anlam vermeyi de çok seviyorum.
Annem bile bir farklı anlama bürünmüştür sanki o yarı gölgemsi hâliyle. Belki de yüzüme su çarpıp uyuklayan zihnimi tamamen ayılttığımda gördüğümden çok daha gerçektir bu şekilde. Zaten hepimiz birer gölge değil miyiz?
İçinde bulunduğumuz, adı ‘şimdi’ olan o anla sınırlı değil mi gerçekliğimiz?
Hep o andaki kadar gerçek kalmak için didinip duruyoruz gün boyu. Her yeni bir ‘şimdi’ yeni bir var olma savaşı da aynı zamanda. Eğer çok uzun zaman durursak yerimizde, bir şeyler söyleyip kendimizi var edecek bir şeyler yapmazsak en son kendimizi hatırlattığımız, dolu dolu var olduğumuz o an’daki hâlimiz çoktan bir gölgeye dönüşmüş olacak çünkü. Üstelik an be an daha da silikleşerek...
Çok derin izler bırakan duyguların peşinden koşup durmuyor muyuz bu yüzden? Gölgeleşmeye isyan ederek nafile bir çabayla olmadık şeylerden bambaşka, çok derin anlamlar çıkarıyoruz. Rol yapıp duruyoruz bu yüzden. Çünkü oynamasak o rolü, çok gerçek olsak bir an bile durup dinlenmeye fırsatımız kalmayacak. Hep hatırlatmak, “ben az önce parıldayan o şeydim bu bomboş, anlamsız dünyada” dememiz gerekecek.
Ama ben böyle yayılıp kalmayı, çevremden akıp giden hayatı miskin bir kedinin umursamaz gözlerinden seyretmeyi çok seviyorum nedense. Böyle anlarda gölgeymişim, gerçekmişim umurumda bile olmuyor.
Bu kıyıda duruş hâli, bu uzaklık çok farklı bir bakış açısı sunuyor insana. Bir filmdeki karakterleri seyreder gibi bakmaya başlıyorsun insanlara. Nefeslerini yüzünde hissetmediğin, yaşamının hiçbir noktasında bir yeri olmayanlara mahsus o parlak ışıkta seyrederken onları, yarışı çoktan bırakmışların rahatlığıyla ipi germelerini bekliyorsun içinde bulundukları o koşuda.
Ama maalesef hep kıyıda da duramıyorsun. Hayat şartları içerilere sürüklüyor seni. Bir bakmışsın, farkına bile varmadan koşmaya başlamışsın, sen de geçmek istiyorsun rakiplerini... İçin buz gibi... “Çay yok mu” diyorsun. Bu olmayan şeyler çayla da sınırlı kalmıyor üstelik.
Sonuçta bir yarıştasın. İster istemez rakiplerinin gözünden görüyorsun bir noktadan sonra dünyayı. Koltuğunda uzanmış pencereden seyrettiğin yaşamda sana çok uzak gelen şeyler, o yaşamın içinde koştururken büyümeye başlıyorlar gitgide... Böyle büyüdükçe, ister istemez nitelikte de bir değişim oluyor, önceden olmayan anlamlarla yükleniveriyor söz konusu şeyler.
Bu yüzden çok dikkatli olmak lazım bu tuzağa düşmemek için. Bir şekilde hep o pencere önündeki miskin kedi yanını var etmelisin hınca hınç bir yarışın tam ortasında da olsan. Tamamen vazgeçmekten söz etmiyorum kesinlikle. Vazgeçmek büyük bir ıssızlığa mahkum etmek demektir kendini. Oyunun ortasında mızıkçılık yapmak, oyunbozan damgası yemektir. Oynamıyorsan “nasılsın” diye de soramazsın oynayanlara. Öyle bir bakarlar ki sana, sorduğun soru dünyanın en anlamsız sorusuna döner bir anda. ‘Sen ve onlar’ diye iki kampa ayrılırsınız hemen, sen ve soruyu yönelttiğin o kişi. Evet, o tek bir kişi değildir artık. Çünkü karşısında senin gibi aykırı, kıyıda duran biri vardır. Böyle biri varsa karşısında, o kişi nasıl sadece kendisi olarak kalabilsin ki? Sen onun toplumsal yanını vurguluyorsundur farklılığınla... Her zaman kaçmaya çalıştığı, başkalarıyla onu benzer kılan yanlarına sıkı sıkı sarılmasına neden olacak tehditsindir.
Eğer her insanda olduğu gibi onda da derinlerinde bir yerde var olan o miskin kediyi bir uyandırırsan vay haline! Yarış marış umurunda olmamaya başlar, yarıda keser koşuyu. Oysa o dengeyi kurmak için ne badirelerden geçmiş, ne çetin sınavlar vermiştir... Hatta bir ara aç bile kalmıştır çabasından tam da vaz geçecekken. İçindeki o rahatına düşkün kedi bile guruldayan midesiyle isyan etmiştir bu duruma.
O yüzden yarışı bırakan birine bu kadar büyüktür garezleri. Yıllarını vererek disipline soktukları ruhlarını ayartmasından korkarlar onun... Kendilerini bin bir güçlükle inanmaya zorladıkları yalanları yüzlerine çarpıp bu koşturmanın içinde kaybettikleri şeyleri, mesela ‘rakiplerinden biri’ni rekabetten vaz geçmelerine neden olacak kadar çok yakından, ta içeriden görebilmelerini sağlamasından...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.