- 792 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Teşekkürler Sultan Abla
Oraya ne zaman gitmek istesek yolun uzaklığını, bayırını, soğuğunu düşünürdük. Hele göç mevsiminin başlangıcı sayılan mayıs ayında bile yaylada hala kar kürtüğü olduğunu bilirdik.
Temkinli olurduk. Gölyanı, Alışık, Krantalla, Sarıyar, Topultaş, Gapaya, Kurugöller derken kendimizi Yellüce’nin başında yaylaya (Gülpınar ovasına) kuş bakışı bakarken bulurduk. Bulurduk bulmasına da soğuk iliklerimize kadar işler, bizi görüş alanımızı kısıtlayan bir sis ve ahmak ıslatan yağmur cinsinden çise karşılardı.
Yokluk vardı ya, her ne kadar yörenin havasına alışık olsak da giysilerimiz bizi yeterince korumazdı. Yellüce de soluklanır bir ah çekerdik. "Birdaha sana gelmek mi? Rabb’im kes ekmeğimizi, suyumuzu kurtar bizi buralardan" derdik, sonra da yavaş yavaş Celal obasını geçip yaylamıza ulaşırdık.
....................................
18 - 19 yıl sonra amca oğlu rahmetli Kenan, teyze oğlu Salih Gündoğdu hoca ile bir hafta sonu yollarımız köyde kesişti.
Konuk olduğum köyümde dost ve akrabalarım," yaylaya gitme, duman çise hasta olursun" dedilerse de bunca yıl sonra gelmişim yaylayı görmeden gitmem diye ısrar edince atları ayarlayıp yola çıktık. (Yellüce’ye yaklaşırken üşüyeceğimi düşünüyordum.) Kurugöller’de atlardan indik. Ayaklarım çimlerle hasret giderirken dizlerim titriyordu. Derin derin nefes alıyordum. Heyecanlı ve endişeli: acaba Yellüce bizi nasıl karşılayacaktı ?
Kızmadı, darılmadı. Bir daha mı dediğim topraklar beni öyle kucaklıyordu ki, dumanında çisesinde kavruluyordum. Utanıyordum. Benim asla dediğim yerde o kollarını açmış" iyi ki geldin hoş geldin, hep gelin, özledim sizi, çok hem de çoook" diyordu...
Topraktı, ayıbı, kusuru, ve kederi, sevinci her şeyiyle bağrına basan, öyle oldu. Akşam üzeri teyzemlere vardık. Konu komşu ile hoşbeşten sonra evlerimize çekildik.
Teyze gelini Musaliye Yenge bizi nasıl memnun edeceğini bilemiyordu. Yemek ve çaydan sonra Rasim Dayım’lara yatmaya gittim. Yatak kuş tüyü gibi rahat ancak ben kıpır kıpırdım. Karanlıktı. Evim 20 metre uzakta karşımdaydı, kilitliydi.
Konuştuk uzun uzun yattığım yerden onunla. Kapının önünde oturuyorum. Duvarın üstünde gençlik hayallerimi, umutlarımı düşlüyorum. Binde bir bizi ziyarete gelen mehtapla göz göze geliyoruz. Dertleşiyoruz onunla. Gizlice bir şeyler anlatıyorum. ’’Hayranım sana, sakın yıldızların arasına saklanıp gitme!’’ diyorum. Serde gençlik var, cahillik var. ’’Gitme diyorum, ’gitme, umutlarıma ışık ol arkasından gittiğim,sevgili ol güzelliğine vurulduğum, sırdaşım ol dertleştiğim..."
Sabah oluyor inekleri sağıyorum, ahırı temizliyorum, hayvanları Güney’den Göldüzü’ne otlanmaya uğurluyorum.
Dönüşte mezarlık ziyaretinde anneannemi ihmal etmiyorum. Ağaçoluk’tan eve geçiyorum. Kapıların temizliği ve günlük işler derken koyun sağılıma geliyor. Sonra ikindi seçeği ve akşam, rutin işler. Babannem ateşe odun at diyor. Buzağı danalıkta mö diyor, acıkmış. 12 metre var yok tek gözlü yayla evinde sedirde oturuyorum. Duvar üstündeki undan ekmek yapıyorum küçücük ellerimle.
Soğuk çise bastırıyor
Ve ben üşüyorum...
Belki bir gün
Belki bir gün diyorum
Yeni bir hayat, yeni umutlar
Hasretim büyüyor ufkun kızıllığına kadar
Ruhumun dinginliğine sığınıyorum Gökyüzünün enginliğine kayboluyorum
.....................
Bana bakıyor sevdalı gibi. Uzat ellerini gel diyor. Kilit pas tutmasın. Uzanıyorum. Küpeşte eskimiş, idarelik. İçimin yangını artıyor. Yine üşüyorum, üşüyorum. Bu sefer utancımdan, terkedilmişliğine, sessizliğine, garipliğine, boynu bükük sıvalarının dökülüşüne.
20 metre ötede çok uzaklardayım, çok...
..............................
Sultan Yengem (dayımın eşi)kaldırıyor beni. Nur içinde yatsın.
Arifgilin Sultan Ablam geliyor. (Yan komşu)’’Kahvaltıyı bizde yapalım.’’ ’’Olur.’’ diyorum. Giyinip çıkıyorum. Daha iki adım atar atmaz gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Bizim evin bacasından duman çıkıyor, güneş altın ışıklarını oraya odaklamış, kapı sonuna kadar açık. Ayaklarım beni oraya sürüklüyor. ’’Rüya mı ?’’ diyorum. Sofra evin ortasında, üstünde süt kupaları... Ateş yanıyor.
Hayır hayır! yanan benim yüreğim, belleğim, gözlerim, bedenim, ateş değil. İçeri giriyorum. Danalık boş, terek boş, duvar üstleri boş, babannem yok, çocuklar yok, ahır boş ama ocağımız yanıyor. Duman tütüyor, vay be!
Olduğum yerde resmen çivilenmiş gibi kalıyorum, dizlerim titriyor, kalbimi bastırıyorum, gözlerim dolu dolu içimdeki sevinç ve acıyı salıyorum artık şakaklarımdan.Ah...Zamanı geri getirebilseydim, o sevgi dolu çekirdrk ailemi bir araya toplayıp o günleri yeniden yaşayabilseydim....
"Kızım istedim ki kahvaltıyı baba ocağında yapasın. Evi süpürdüm, sütü kaynattım, sana sürpriz yaptım.’’ diyor Sultan Abla. Boyununa sarılıp, ellerini öpüyorum, başımı sinesine yaslayıp anamın kokusunu almaya çalışıyorum. Daha önce yazdığım şiirimin son kıtasını mırıldanıyorum:
Anam yok ki yollarıma bakacak
Belki bir dost çıkar bizi soracak
Döndü’nün gurur yanan her ocak
Yeter ki köyümde baykuş ötmesin.
Evet anam yoktu ama yanan başka bir ocağın sahibi bizim ocağımızı tüttürüyordu.
Bebem anasız büyür ama,
Vatansız büyüyemez diyerek
Üç aylık bebeğini bırakıp cepheye koşan Nene Hatun’un vatan toprağının önemini anlatması gibi Sultan Abla da benim ocağımı tüttürerek Nene Hatun’un ruhunu diriltiyordu. Çok teşekkür ederim SULTAN AKSOY Abla...... Gülpınar Köyü
DÖNDÜ DEMİR ŞİNEL ÝÜREĞİN SESİ’NDEN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.