- 522 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kışın soğuğu nasıl cehennemden olur?
“Sıcak (öğle vakti) şiddetlendiği zaman, onu namazla serinletin. Muhakkak ki, sıcaklığın şiddeti, cehennemin nefes almasından ileri gelir. Öyle ki, cehennem ateşi Rabbine ‘Ya Rabbi! Bir kısmım bir kısmımı yedi’ diyerek şikâyette bulundu. Bunun üzerine Allah, nefesin biri kışta, biri de yazda olmak üzere (yılda) iki nefes almasına izin verdi. İşte sizin gördüğünüz en şiddetli sıcak ve en şiddetli zemherir/soğuk bundan (bu iki nefesten meydana gelmekte)dır.” (Buharî, Mevakît, 9; Müslim, Mesacid, 185, 186, 187)
Mürşidimden ’sırr-ı iktiran’ diye duyduğum şeyin bunu da öğrettiğini düşünüyorum: Yaraya ve dermana kaderin taalluku birdir. Bazen yaraya derman verilir. Bazen dermana yara verilir. Ama her şekilde hem ’yara’nın hem ’derman’ın varlığı lazımdır. Gereklidir. Bu nedenle dermana yeterince ihtiyaç hissetmeyince dert sahibi kılınırız biz. Tıpkı derde giriftar olduğumuz vakit dermana kavuşturulduğumuz gibi. Sağlıklı bir marifet gelişimi için ikisinin de varlığına aynı derecede açlık duyarız. Örneğin: Allah’ın eş-Şafî ismini anlamamız yalnız ’sıhhat’ ile olamaz. Öncesinde veya sonrasında hastalık olan bir sıhhatle bu ismin tecellisini kavrarız. Lezzetini alırız. Değişimi tadarız. Zıttına dair yaşanmışlığımız şeyler hakkındaki bilgimizi de edinilmiş kılar. Yani insan herşeyi kıyaslamakla öğrenir.
Evet. İnsan aslında sağlığı veya hastalığı değil ’değişimi’ tadar. Sürekli sıhhat halinde sıhhatin varlığını ölçemez. Sürekli hastalık halinde hastalığın niceliğini sezemez. Ancak hastalık-sağlık döngüselliği içinde gelgitlerden bir ölçüm yapabilir. Değişimi farkedebilir. Ve bu değişimlere birer isim takar. Değişmeyenlerin ismi yoktur. İyiliğin bilgisi işte bu yönüyle kötülüğün bilgisine de muhtaçtır. Arkadaşım, "Allah günahları neden yaratıyor?" diye soracak olursan, belki cevabı burada vardır.
Allahu’l-a’lem kaydıysa söyleyelim. Ben bazen böyle düşünürüm: Eğer beşer, şu dünyada bir imtihan sürecine girmeden cennet ve cehenneme pay edilseydi, ne cennetlikler cenneti ne de cehennemlikler cehennemi hakkıyla takdir ederlerdi. Ancak iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, hayrın ve şerrin karıştığı şu âlemdeki karışık tecrübemizdir ki, bizi, şu kavramların birbirinden ayrıldığı âlemleri hakkıyla takdir edebilir kıldı. Evet. Cennete (inşaallah) gidersek oranın kıymetini biliriz. Çünkü bu dünyada zıttını bir nebze tattık. Evet. Cehenneme (hafazanallah) gidersek oranın dehşetini kavrarız. Ki bu dünyada onun da bir ölçüde zıttını tattık. Bu zıtlarına kıyaslayarak oralarda yaşadıklarımızın kötülüğünü/iyiliğini bilebiliriz. Bu tecrübeyle bir marifete erişebiliriz. Allahu’l-a’lem.
Mürşidim, cennet ve cehennem hakkında, bir yerde diyor ki: "Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyâlenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani, habîsâtı ve müzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecellîgâhıdır. Tecellîgâhın yeri ise her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemâl ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse tecellîgâhını açar..." Böyle bakmayı başarınca herşey daha da netleşiyor gibi geliyor bana. Burada karışığız. Ama durulacağımız yere doğru akıyoruz. Zıtların ayrıldığı bir yer olacak. İşte bu ayrımdan sonrasına biz ’cennet’ ve ’cehennem’ diyoruz. Mutluluklarımız veya kederlerimiz ise bu dünyadaki izleri...
Efendimiz aleyhissalatuvesselamın ’yazın şiddet-i hararetinin cehennemden olduğunu ifade etmesi’ ve yine ’dünyanın merkezindeki sıcak dokunun cehennemle ilişkisine dair’ gelen haberler bize coğrafik/astronomik bilgilerden aşkın olarak birşey söylüyorlar: Biz bir turnusoluz. Neyin ne olduğunu gösterir bir ayracız. İnsana sıkıntı veren her ne varsa onlar bu karışıklığın karanlık tarafındandır. İnsana mutluluk veren her ne varsa da onlar bu karışıklığın aydınlık yanındandır. Şu nehir karışık akmaktadır. Karışıklığın biteceği bir ayrılık da olacaktır. Ne diyelim? Cenab-ı Hak bizi iyinin, güzelin, hayrın olduğu tarafa ayrılanlardan eylesin. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.