BULUŞMA
BULUŞMA
(Bütün zamanların en kadim dostuna...Sevgili Sahaf,Hadiye kaptan’a
(kırk yıl sonra)
Kapıyı kızı açtı:
Tedirgin korkularda boncuk mavisi gözleriyle baktı bana… Annesini sordum
Kız içeri seslendi. Alnında kalın çizgilerle kapının önünde göründü, dalgındı. Bakıştık upuzun bir üç beş saniye kadar. Sonra Güneşin bulutların arasından aniden kurtulup da ışıdığı gibi aydınlandı yüzü. “ Allah seni kahretmesin… Sen… Sen ...” diye haykırdı. Boynuma atıldı ve sarıldık. İkimizde allak bullak olmuştuk.
Ellerini yumruk yapmış sevinçle göğsüme vuruyor, vuruyor ve ağlıyordu. Sonra yine boynuma sarılıp uzunca bir süre sessiz kalıyor, boynumdan ellerini çekip bir daha yüzüme baktıktan sonra tekrar hıçkırarak sarıldı. Hıçkırığı geçmeden yaşlı gözleriyle ellerimi tuttu ve beni kapıdan içeri sürükledi.
- Son veda ya mı, uğurlamak için mi geldin? Dedi
O eski uzun saçları yoktu. Kirpikleri kaşları yoktu. Bakışları canlı cildi hala güzeldi. Göz çukurlarında torbalar alnında birkaç kalın çizgi… Ve kazınmış dazlak bir kafa… Birde yanaklarında yer yer çiller çıkmıştı.
Oturduk:
- Hayırsız demeyeceğim ama nerelerdesin sen? Kaç yıl oldu deli şey… Dedi ve oturduğu yerden kalkıp tekrar boynuma sarıldı. Gözlerinde güneşin yedi rengi gülüşünde gençliğimiz vardı.
Geçmişi konuştuk biraz. Arkadaşları sordu kendi bildiklerini anlattı bana. Her sözün ardından hüzünle bakışıp gülümsedik ve hayıflandık geçip giden yıllara. Bir ara tedirginliğimi anlayıp tavır koydu.
- Asla aklından geçirme, gidemezsin! Dünyada bırakmam seni haberin olsun. Bu akşam hatıraların canına okuyacağız seninle… Tamam mı? Dedi.
- Tamam… Dedim gülümseyerek.
Çay kahve sigara ikram etmeye kalkıştı. Ramazan olduğunu ima ettim, bir kahkaha attı sanki gençliğimiz dirilmişti.
- Sahi nasıl unuttum sen hep öyleydin işte. Ben hiç oruç tutmadım, Tanrılarla da hiç işim olmadı. Kaygısız korkusuz ve cehennemsiz yaşadım hayatı. Kanserden sağ göğsümü keserlerken bile minnet etmedim kimseye… Al işte senin olsun dedim!
Gülümsedik… Kızına seslenip yemek siparişleri verdirdi biz terasa çıkarken.
Albümleri getirtti aşağıdan.
- Bunlar seninkiler, dedi resimlere bakarken.
Doya doya ve büyük bir hasretle baktık çocuk yüzlerimizin dondurduğu objektif karelerine. Zamanı yeniden on yedi yaşlarına indirmiştik…
- Bak bu seninki… Nasılda göz hapsindesin öyle? Yüzüne baktım, gülümsedi.
- Dur bir arayalım onu, dedi ve telefona uzandı. Selam kelam faslından sonra
- Bak yanımda kim var?
- ------------
- Çirkinim… Çirkin şairim… Dedi gülerek
- ------------
- Tamam güzelim..görüşürüz kendine iyi bak diye kapadı telefonu.
Bana döndü:
- Yemekteymiş sonra arayacak… Nede olsa müdür hatunumuz diye gülümsedi.
Masayı terasa kurdurdu. Nefis balık çeşitleriyle dolu bereketli bir iftar sofrası hazırlatmıştı. Masaya iki kadeh koydurtmuştu, Benim bardağımda su kendi bardağında kırmızı şarap vardı. İftar sonrası ben çayımı o şarabını yudumlarken telefon çaldı.
- Bu, o … Dedi gülerek… Garibim haberini alınca dayanamadı aradı bak diye göz kırptı bana
- Evet kız… çirkin çocuk burada…
- ----------
- Yıllık izindeymiş..Kanser olduğumu duyunca da çıkıp gelmiş…hoş gelmiş kız….
- ----------
- Bıraktığımız gibi değil elbette. kırk yıl da saçları biraz beyazlamış beş on kilo almış. Yüzü hep o eski hüzünlü hali, gözleri daima uzaklara bakar gibi nemli ve ıslak… Görür görmez tanıdım kız! Ve adam hala Ülkücü kızz
-
- ---------
- Evet öyleydi, benim içim için hep özeldi. Senin sevgilin idiyse benimde arkadaşımdı, dostumdu… Aleyküm selam, diyerek kapadı telefonu
Yorgun ama mutlu görünüyordu. Çayımı tazeledikten sonra yanıma oturdu ve ellerimi tuttu yine
- Ne güzel günlerdi onlar çirkinim… Kuşlar gibi nasılda uçup gitmişler ellerimizin içinden. Bende boş kalan elimi onun elinin üstüne koydum
- Boş ver Aslı, dedim. Geçmiş bizim için yasaklı bir ülke ve biz oradan sürgün edildik bir kere. Boş verelim dünü… Bu gün nasılsın?
- Kanserim işte… Sağ göğsümü aldılar kemoterapi görüyorum, bir seansım daha kaldı… Sonra kaşlarım saçım ve kirpiklerim yeniden çıkacakmış… Yüzüme baktı hüzünlüce
- Çıkar değil mi?
- Başka şansı var mı? İkimiz birden bastık kahkahayı…
- Hem sen geldin artık şimdi daha kolay yeneriz bu düşmanı değil mi dost… Sesi hüzünlüydü. Bu kez ben sarıldım ona. Boğazıma düğümlenen o yumruyu nasıl anlatabilirdim ona…
- Sen koskoca devlete; Düzeni yıkmak için kafa tutmuş kavga etmiş insansın. Sen inatçı şey… Kanser senden korksun kızım… Dedim.
Oturduğu yerden kalkıp sevgiyle yine elimi tuttu Sağ yanağı sol yanağımdayken birkaç damla gözyaşı düştü avuçlarıma. Okul resimlerine bakıp kırk yılda kaybettiklerimize hayıflandık. Amma çok kayıp vermişiz onca yılda.
- Eeee çirkinim. Bırak beni. Senden ne haberler var? On iki Eylül belli birlikte geçtik o yıllardan. En son Erzincan’da görüşmüştük bir kız var nişanlandık evleneceğiz diyordun? Ne oldu? Evlendin mi?
- Bir trafik kazasında öldü o…
- Bu nasıl bir yazgı Çirkin? Bu nasıl bir iş? Sakın bana imtihan deme! Sınanacak neyin kaldı senin?
Güldüm çaresizce
- İşte Aslı hayatıma sığan iki hayat… Biri terk ederek hayatin bir yüzünü, diğeri de ölerek hayatin öteki yüzünü gösterdi bana
- Ama haksızlık bu!
- Ne yapabilirdim?
Çaylarımız tazeleyen hizmetçi gittikten sonra Aslı’nın kızı gelmişti yanımıza. O su gibi sesiyle sordu uluorta:
- Siz hiç sevgili olmadınız mı? Yani birbirinizi hiç sevmediniz mi?
İkimizde sustuk bir an… On yedi yaşında ki kızın gözlerine baktık…
- Hayır kızım… Bilinen anlamda ki sevgilerle kirletmedik içimizi hiç… Biz aşkı başka bedenlerde aradık. Birbirimizi çok severdik ama… Kız itiraz dolu bir sesle bana döndü:
- Nasıl bir sevgi ?
- Güneşin çiçeklere olan sevgisi gibi… Yani yaşamca…Yani içten… Yani anlatamam ben sen anlat Aslı! Diyebildim ona dönerek.
- İstemez ben anladığımı anladım beyefendi!
- Saygılı ol Neslişah! Hiçbir şey anlamıyorsun. Sonra kızın ellerini tutarak tane, tane konuştu.
- Biz içimizin dürüst olan tarafını sevdik. İnanmayı güvenmeyi sevdik… Hem bu adam öylesine aşık olmuştu ki.Bir Ülküsü vardı bir de o
- ------- Teyze mi?
- Evet… Hepimiz kahkahalarla gülmüştük.
Sahur yemeğini de birlikte yedik… O yine bir kadeh şarap içti… ,Kırk yılı uzun, uzun konuşmuştuk içimiz oldukça rahatlamıştı. Sabah ezani okunuyordu… Denizin en son ufkundan güneş ağırdan yükselmeğe başlamış balıkçılar yepyeni umutlarıyla denize açılıyorlardı. Aslı’ya bakıp içimden hatıralara gülümsedim… Olmayan saçlarıyla mosmor olan yüzüyle hala dinç görünüyordu… Takılsam üzülür müydü? Biz onunla eskiden böyle nice geceler sabahlamıştık.
Artık kalkma vakti gelmişti… Anladı… Geldi sırtımdan boynuma doğru yine sağ yanağı sol yanağımda sıcacık sarıldı… Dokunsalar cıyak, cıyak ağlayacaktık
- Senden bir isteğim daha olacak çirkinim… dedi… Ayağa kalkmıştım elimi tutmuş başını göğsüme yaslamıştı.
- Eğer bana bir şey olursa kızıma göz kulak ol! Ben demesem bile sen olursun ama dayılarıyla teyzesiyle pek geçinemezler… Sen yine de gözünü ayırma üstünden… Bir şey dememe fırsat bırakmadan …Sen yaparsın biliyorum..dedi acı acı gülümseyerek…
Gözlerimiz dolmuş artık ikimizin de konuşacak gücü kalmamıştı.
- Yok böyle vedalar… Daha seninle devrimler yapacağız,Milliyetçi Türkiye’yi kuracağız bu düzenin canına okuyacağız
Yanaklarımdan öptü ve gözlerini kaçırarak “ hadi git..git hadi” diye inledi. Ama tez gel… Artık beni yalnız bırakma…diye de mırıldandı
- Geleceğim tabii ki…
Kapıdan çıkmadan önce Neslişah geldi… Boynuma sarılırken kulaklarıma fısıldadığı “ annemi yalnız bırakma dayıcık” sözü sıcaktı ama çaresizlik doluydu. Dayı sözcüğü belki de bunca yıllık ömrümün en büyük kazancı olmuştu…
Kapıda duran taksiye binerken baktım, Aslı terasa çıkmış denize bakıyordu… Tanıdık taksici “ köye mi ağabey” dediğinde “ hayır… Sahile “ diyebildim…
Karadeniz her zaman ki gibi hırçındı… Dalgalar kıyıyı dövüyor martılar kavgaya tutuşmuş ve yüzüme vuran su damlacıkları çocukluğumda ki gibi hala yosun kokuyordu.
“ Bu düşmanı yeneceğiz Aslı… Diye mırıldandım. Bize kanser manser vız gelir biz onu darmaduman ederiz Aslı… Dedim. Sonra sabahın serinliğinde denizin kokusuna bıraktım kendimi ve katıla katıla ağladım…
(devamı var)
YORUMLAR
Sayın Toynak, bugün hemen herkes ayrışmadan, gerilimden, birbirine yabancılaşmadan bahsediyor, ama böyle insanca, vefanın, samimiyetin, hemhal olabilmenin mütevazı örneklerini okuyucuyu iliklerine kadar ısıtan bir biçimde, anlatım ustalığıyla nadiren sunuyor...
Bu durumda bize de kısa kesmek düşer...
Saygılarımla.
Şiirinden sonra bu yazını okudum.
Tatlı bir telaş içerisindeyim şimdi.
Oldu mu bu şimdi Toynak? Oldu mu?
Anı, öykü, araştırma derken idare edip gidiyordum işte.
Bundan sonra böyle güzel yazılar da yazarsan beni kim okur?
Şiire tamam.
Sağ elimi sol göğsüme koydum.Başımı hafif sola çevirdim. Biraz da eğilerek:
"Eyvallah Ustam"dedim.
Yapma be Toynak.
Tamam... Tamam...
Ben de daha dikkatli daha özenli yazmaya gayret ederim bundan sonra.
Seninle boy ölçüşemezsem de, elinden tutulmuş ilkokul çocukları gibi senin
yanında yürürüm,
Olur değil mi?