Aynaya bakarken kaybolan adam
Aynaya bakan adam bir gariplik sezmişti. "Aynanın karşısında ne yapıyorum ben?" diye iç geçirdi. İçkiyi fazla kaçırdım diye düşündü ama içindeki garip duygu halen devam ediyordu.
Aynada suratına baktı. Musluğu açtı. Avucunu suyla doldurdu ve yüzüne çarptı. Yüzü ne kadar pürüzsüzdü. Burnunun üzerindeki o müzmin sivilce de nereye gitmişti. Sırtında soğuk bir ürperti hissetti.
Aynada gözlerinin içine, ta içine baktı. Daha önce yüzlerce kez tıraş olmuştu, saçını taramıştı bu aynanın önünde ama hiç gözlerinin içine bakmadığının farkına vardı o an. Ne tuhaf.
Gözlerindeki ifade ona o kadar yabancı geldi ki. Sanki kendini uzun zamandır ilk defa görüyordu, belki de hayatımda ilk defa diye düşündü.
Birden yüzünün hiç ıslanmadığını fark etti. hatta ellerinin de. Oysaki daha birkaç saniye önce yüzünü yıkamıştı.
“Neler oluyor?” dedi kendi kendine.. "hayatım orada mısın?" diye seslenmeye çalıştı. Ancak sesi ya hiç çıkmıyordu ya da kendi sesini duyamıyordu. Duymamasından öte "Ben kime sesleniyorum ?" diye düşündü.
Bu dünya üzerinde yaşadığı sürece en son hayatım diye sesleneceği kişiden ayrılalı çok olmuştu. Ne kadar olmuştu neden olmuştu hatırlayamıyordu. Ama şu an ona bir kabus süresi kadar uzak geliyordu. “Ben çok mu içtim dün akşam?”... En son bir Chivas Regal bitirdiğini hatta onu getiren market çırağına neden geç kaldın diyerek kızdığını hatırlıyordu ama bunun ne zaman olduğu konusunda bir fikri yoktu.
Umursamazlıktan geldi. En son hayatım diye seslendiği o güzel kadınla son sevişmesi belirdi aynada. Uzun siyah saçlı idi.
Her zaman yaptığı gibi arkadan önce ince belini doladı kadının. Işveli bir eda ile saçını savurdu kadın, adamın gözlerine kaçamak bir bakış attı devam et dercesine bir bakış ve deli edercesine küçük bir karşı koyuş.
Kadın başını çevirdiğinde adam o uzun siyah saçları eline doladı ve boynunun en savunmasız yerine hafifçe dişlerini geçirdi. Bu kadını deli etmeye yetmişti. Saatlerce seviştiler, azgınca, ilkelce... Hayatın tek anlamı buydu onlar için. Bir zevk ve eğlenceden öte idi. Sanki bunu yapmak için gelmişlerdi dünyaya.
Zaman, enerjileri tükenene kadar durmuştu.
“Evet” diye mırıldandı, “zaman bazen durur. Maskemiz olmayınca, hatta zamanın aslında var olmadığını onu sadece ölümün beslediğini bildiğimiz ama ender şartlarda kabul ettiğimiz hayat dilimlerinde. Gerçek bizi yaşadığımız, farkına varamadığımız bilinç seviyelerinde.”
Adam vucudunda bir elin gezdiği duygusuyla kendine geldi. Başı halen kapıya yönelikti. Hala eline bakıyordu. Her iki elinin de kuru olduğunu farketti ve aslında düşündüğü şeyin onların neden ıslanmadığı olduğunu hatırladı.
Telaşla tekrar aynaya baktı. Kendisi ile yine gözgöze geldi. Soğuk terleri sırtında hissetti. Ürperiyor ve olanlara anlam veremiyordu.
Çevresine baktı. Hiçbir ayrıntı yoktu. Ortada sadece oraya hiç yakışmayan bir telefon vardı. Orası bir banyo muydu? Peki, uzun zamandır kullandığı ve değiştirmediği için kendine bile kızdığı bornoz neredeydi? Hatta duş teknesi, havlu, kokusunu çok sevdiği sabunu, uzun zamandır kullanmadığı ama babasının ona tek hediyesi olan klasik traş takımı neredeydi?
Burada ne işi var dı?
…………..
Babası o tıraş takımını 14. yaşında ilk traşı sebebiyle hediye etmişti. Bu babasının ona ilk ve son hediyesiydi ve hiçbir zaman tam anlayamadığı o öğüdü…
Aynaya doğru el salladı. Gördüğü, puslu bir tren garında karanlığı yarmaya başlayan trenin içinde dışarı sisli gözlerle bakan 17 yaşındaki, kendisiydi. Tren, yaşlı ama hala güçlü bir aygır gibi sesler çıkarıyor, adeta hedefine meydan okuyordu. Gürültüsü bu kopuş anına saygısızlık ediyor, ve genç adamı daha da hırslandırıyordu. Babasını, 10 yıl önce kaybettiği annesinin yanına, yeni toprağa vermişti. Oysaki daha dün gibiydi küçük evlerinin bahçesinde annesinin peşinden dolaştığı, babası ile uçurtma uçurdukları zamanlar. Şimdi ise amcasının yanına, hiç anısının olmadığı bir yere gidiyordu ve arkasında ona el sallayacak hiç kimse yoktu. Hatırlıyordu, birden gözündeki sis yağmura dönüşmüştü, titreyen dudakları artık kontrolünde değildi..
Yol boyunca karanlığı seyretti; trenin iç ışıkları söndükten sonra da. Uzaklardan süzülüp gelen sarı ışıklar içini ısıttı. Babasının, anne eksikliğini hissetirmemeye çalışan sevecen, güven veren duruşu geldi aklına, annesinin gülen, şefkat dolu yüzü. Sanki onlar da beraberinde geliyorlardı.
..............
Suratında bir tebessümle aynaya bakarken buldu kendini.
Onu da ilk gördüğünde böyle tebessüm etmişti, karşılığını da almıştı. Adının anlamı ne diye sorduğunda bu güzel kıza " gümüş gibi" demişti kız kestirmeden.
Yaşadıkları her şey de kestirmeden olmuştu. Katışıksız yaşamışlardı aşklarını. Hiç uzatmadan, ne varsa hemen ve şimdi. Aceleleri vardı o zaman. Yaşadıkları dilimde belki herkesin acelesi, açlıkları vardı güzel şeyler yaşamak için. Arsızca idi bir taraftan da. Bir gün " senin resmini çekmek istiyorum" dedi kıza. Heryerde sevişmişlerdi, ama orası özeldi onlar için. Orada sadece kendileri için yarattıkları bir dünya vardı. Özeldi işte, kimse ulaşamazdı oraya. O masum ve ateşli yaşlarında derme çatma yaptıkları baraka idi. Hani şu fazla hareket etseler yıkılan ama her zaman gülerek tekrar yaptıkları baraka, oyun kulubesi. Içine girdiklerinde bütün dünyadan soyutlandıkları, kartondan ve eski battaniyelerden bir yatak; ışığının içine bakıp hayal kurdukları eski bir gaz lambası, ve ihtiyaç duyduklarında milyonlarca yıldızı seyredip, dilek tuttukları seyyar tavanı olan cinsten.. İlk sigaralarını içmişlerdi orada, ilk ucuz şaraplarını yudumlamışlardı.
"Birgün o yıldızlara gitmek isterim seninle" demişti kız genç adama. " O siyah uzun saçların ve güzel gri gözlerinle sen benim gökyüzümsün yıldızımsın, ben zaten oradayım seninle" diye cevap vermişti. Kıkırdamıştı kız, nedense yüzü kızardı, bu utangaç sıcaklığı genç adamın dudakları ile paylaştı.
Aşklarını hep çocukça paylaştılar, vucudlarını hep kadınca, erkekçe.
Barakanın önünde, saraydaki kraliçe edası ile poz vermişti genç kız. O pozu yakalamıştı. çekebildiği tek poz olmuştu, çünkü ödünç aldığı makinanın makarasındaki son kare olduğunu sonra fark etti. Olsun du ertesi gün film alıp yine çekerdi nasılsa.
Ertesi gün hiçte o şekilde gelmedi. O gece polis tarafından uzun zamandır takip edilen babası ailesini alıp yurtdışına kaçacaktı.
Kızın " Nereye gitiğimizi bile tam bilmiyorum, kalbimi seninle birakıyorum, seni tekrar bulacağım" notunu yazıp ortak bir arkadaşlarına birakmasına bile anca fırsatı olmuştu.
Not ertesi gün eline geçtiğinde, suratında oluşan aptallaşmış ifadeyi şimdi tekrar yaşıyordu. Elinden en sevdiği oyuncağı alınan bir çocuk gibi hissetmişti.
“Neden?” diye sordu kendi kendine, ağlayamadı bile. Önce emin olmak için kızın evinin önüne gitti, gerçeği anladı ve evinin yolunu tuttu. Her güzel şey kısa mı sürecekti böyle?
Kızın yazdıklarını umut olarak bile yeşertememişti içinde. Baba başaramamıştı, hepsi kurşunla can vermişlerdi sınırı geçemeden.... Trafik kazası yazıyordu gazeteler...
karanlık duyguyla ilk o olaydan sonra tanışmıştı. Odasında saatlerce bir noktaya bakıyor, sonra durmaksızın odayı adımlıyor ve durup yine aynı noktaya bakıyordu. Hiç bir şey yemiyor, su dahi içmiyordu, dış dünyaya kendini tamamen kapamıştı.
Günlerce süren bu kısır döngüden, babasının suratının tam ortasına vurduğu bir yumrukla çıkmıştı. Afallamıştı, babası güçlü kollarıyla omuzlarından tutup sarsmış, yanağına şiddetli bir tokat daha yapıştırmıştı. Nedense hiç bir şey hatırlamadığı ve ne kadar sürdüğünü daha sonra babasının söylediği bu dönemden çıkmasını sağlamıştı bu darbeler. Belki de sebep onlar değil, babasının sarılıp “ ben nasıl yitirmedim kendimi anneni kaybettikten sonra, sen de yitirmeyeceksin kendini.” Diyerek ona sarılıp dakikalarca ağlamasıydı bu karanlıktan kurtulmasına sebep.
Ertesi gün baba oğul gün boyunca, gece boyunca konuştular. Bütün olanları anlatmıştı genç adam babasına.. kah güldüler, kah ağladılar, kaybettileri kadınlarını birbirlerine anlatırken. Konuşmaların sonunda babası ona o öğüdü vermişti. " Oğlum hayattan hiçbir zaman bir hediye bekleme. Verdiğini düşündüğün zaman da dikkatli ol birşeyler yanlış gidiyor demektir. Çünkü sen kendin bu hayata bir hediyesindir. Sevgi kazanılan ve kaybedilen birşey değildir. Ya vardır ya da yoktur"
Bu sözlerden bir sure sonra da babasını kaybetmişti.
O günden sonra hayata daha sert bakar olmuştu. Amcasının da yardımıyla üniversiteye girmiş ve okulunu derece ile bitirmiş ve kısa zamanda işinde başarılı biri haline gelmişti.
Artık geçmişi unutup tekrar bir hayat kurmak kendi ailesine sahip olmak fikrini amcasının da telkinleriyle kabullendi.
Onun tanıştırdığı kız bir esmer güzeli idi. Kendisi 25, o 23 yasındaydı. Evlendiler.
Biraz dayatma ile başlayan evlilikleri derin bir aşka dönüştü zamanla. Eşi ona her zaman destek olmuştu.
Ona o kadar bağlanmıştı ki eski ve tek aşkının hikayesini onunla paylaştı.
Bu durum önceleri kadınsal bir karşı koymaya, kıskançlığa yol açsa da zamanla kocasını anlamış ve onu içindeki sevgisinden dolayı daha da sever olmuştu. “Sevgi sevgi doğuruyormuş, ben de sana bunun meyvesini doğuracağım yakında” dediğinde dünyalar adamın olmuştu.
Kızları doğmadan "ismine ben karar vereceğim" dedi kadın. Söylediğinde adam ona anlamını biliyormusun diye sordu şaşkınca bir refleksle. " gümüş gibi" dedi kadın. Adam tabii ki cevabı biliyordu, şaşkınlığı bu küçük ayrıntıyı hiç paylaşmamasındandı. Uzun süre sevgiyle bakıştılar. Adam yine o gökyüzünü gördü, yine yıldızları o gözlerde.
Yaşı henüz 27 olmasına rağmen işinde çok başarılı bir durumda idi. Aşkları da dillere destan. Herkesin kıskandığı bir birliktelikti bu.
...................
Adam içinde birden bir boşluk hissetti, sanki uykusunda yüksek çok yüksek bir yerden düşer gibi. Sarsıldı, tutunma ihtiyacı hissetti.
Aynanın önünde duruyordu, sırtındaki soğuk, sinsi his tüm vucudunu kaplamıştı. O anlamsız ortamda telefon var gücüyle çalıyordu...
" hayır, hayır" dedi onlarca defa. " açmayacağım" Telefon susmuyor, beyninde hissettiği acı ona içki içmesini emrediyordu.
Telefondaki sesi duymak istemiyordu nedense.
Ortam birden karadı, aynada karanlık içinde kendisine bakıyordu. Baktığı kendi yüzüydü ama mimikler kendisinin değildi. Aynadaki yansıma donuk bir ifade ile gözlerinin içine bakıyordu. Telefon susmuştu. Sinir bozucu bir sessizlik vardı. Yansıma kararlı ve ürkütücü bir gülümseme ile ona bakıyordu. Bakışlarında bir şahinin keskinliği vardı. Çenesini hafifçe sağa döndürdü, gözleri kısılmıştı. Her an aynadan çıkıp saldıracakmış gibiydi. Adamın tüm vucudunu soğuk terler kaplamıştı, kaskatı olmuştu. Birşey yapmak için kendini çok güçsüz hissediyordu. Ne yapması gerektiğini de bilmiyordu aslında. Birden kapının koluna doğru bir hamle yaptı. Tutamadı. Tekrar denedi, artık panik içindeydi. Tek istediği şey buradan çıkmaktı, son gücü ile kapı kolunu çekti, kapı gürültülü bir şekilde açıldı. Ancak karşısında bir duvar vardı. Var gücü ile duvarı tekmeleye ve vurmaya başladı. Bir daha, bir daha , bir daha…
Çıkamayacağını anladı. Garip bir şekilde kendini daha iyi hissetti. “Dışarı çıkamıyorsam, içeri giren de olmaz” dedi hırıltılı bir sesle. Belki de bu uğraş iyi gelmişti.
Birden arkasını döndü, aynaya baktı hırsla. Yansıma bu sefer daha yumuşak bir ifadeyle bakıyordu. Adam cesaretini topladı ve “ Senden korkmuyorum” diye haykırdı.” Bu sadece bir karabasan, hayatımda bundan daha beter kabuslar yaşadım. Üstelik hepsi de gerçekti. Bir fazla bir eksik ne fark eder. Orada öylece duruyorsun, hep benimi izledin hayatım boyunca?”
“ Konuşsana hadi benimle, Senden mi korkacağım. Nesin sen, bilinçaltımın yarattığı bir ucube mi? Öyle de olsan sonuçta seni de ben yarattım, sen de yok olacaksın işte.. Eninde sonunda korkularımın, umutsuzluklarımın bir sonucusun, yoksun aslında. Birazdan ayılınca yok olacaksın”
Adam hayatında olmadığı, olamadığı kadar kızgındı. Ter içinde kalmış kafasını aynaya dayamış, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Elleri ve yüzü duvara vurmaktan kan içinde kalmıştı.
Yorulduğunu hissetti, iki adım geri çekildi. Yansıma halen daha oradaydı.
“O telefonu neden açmadığını biliyor musun?” diye sordu yansıma.
Yorgun adam bir kere daha irkildi bu sesle. Ses yıllar önceki babasının tokadıyla duymaktan kurtulduğu sesti.
Yansıma devam etti:
“Eveeet iyi bildin O benim. Bu sefer beni görüyorsun da.” Yüzünde alaycı bir ifade vardı.
“ O telefonu açmadın çünkü buna cesaretin yoktu. Oysa açsan da açmasan da gerçek değişmeyecek. Sen gerçeğin farkında olsan da olmasan da dış dünyada yaşam akmaya devam edecek. Hayatın boyunca başına gelenleri tam olarak kabullenemedin. Hep sert durmaya çalıştın. Hayatın bir nehir gibi aktığını anladın, ama o nehirde hep akışın aksine kürek çektin. Şu an kürek çekecek gücün kalmadı. Bitkin ve yılgınsın, kendine acıyorsun. Dünya üzerinde yaşam sonsuz. Onu sonlu kılan, hükmeden türün yaşama süresi. Zamanı yaratanda, ona debi kazandıran da bu süre. Terse kürek çekmektense, nehir boyunca kendine bir kol yaratmadın. Kendi dingin ve doyumlu yoluna giremedin. Hayatını sahip olmak ve kaybetmek üzerine kurdun. Babanın sana öğüdünü hiç bir zaman tam anlayamadın. Bu hayata kendin bir hediyesin. Sevgi kazanılıp kaybedilen birşey değildir. Ya vardır, ya yoktur. Sen içindeki sevgiyi kaybedersen, sevdiklerini kaybetmezsin gibi anlamsız bir fikre sabitlendin.”
“Şu haline bak, beynindeki bu fikir seni benden bile korkuttu. Ben SENİM. Şu an sevgiyi de, sevdiklerini de tamamen kaybettin. Senin için nehrin sonu geliyor artık.”
Adam yere çömelmiş, kafasını kollarının arasına almış, öylece kalakalmıştı. Artık hiç birşey hissetmiyordu. Bunun bir hayal veya karabasan olmadığını düşünmeye başladı.
Hiç birşeyi sorgulamıyordu. özellikle yaşayamadıklarını. Yaşayamadıklarını yaşamının bir parçası olarak görmeyi hiç denemediğini düşündü. Gözlerinden kalkan pus yerini huzurlu bir boşluğa bıraktı.
O boşlukta kendini çok ama çok huzurlu hissetti. kendini kendi gibi hissetmeye başladı.
Artık aynadan mı nereden geldiğini bile sorgulamadığı ses ona:
" Hazır mısın?" dedi.
...................
…………..
Sayın müfettiş bu adam katatonik şifzofren hastamızdı. Tam 5 senedir kliniğimizde, sürekli ayna karşısında hareketsiz otururdu. Karısı ve küçük kızını kaybettiğini biliyoruz. Son derece başarılı bir yönetici imiş. Ancak içki problemi varmış. Zamanla olay uyuşturucuya kadar varmış. Bir kriz sırasında karısıyla sağlam bir kavgaya tutuşmuşlar olmalılar. Kadın arabaya atladığı gibi kızıyla evi terk etmiş. Soğuk bir gece imiş, yollar da buzlu tabii. Kaza sonucu ikisi de ölmüş. Olay yerindeki polis memuru kadının cep telefonundan evininin numarasını bulup aramış. Kendince uygun bir dille öldüklerini söylemeden durumu iletip hastahaneye gelmesini rica etmiş. Polis memurunun karşı taraftan duyduğu tek söz “Bu bir kaza değil, onları siz öldürdünüz” olmuş. Adam hastahaneye gelmeyince, polisler evi bulmuşlar. Uzun uzun zili çalmalarına rağmen kapı açılmayınca, kapıyı maymuncukla açıp içeri girmişler. Kapıya yakın bir yerde buraya getirildiğindeki valizi varmış. Adam o anda banyoda imiş, belli ki traş olmaya hazırlanıyormuş, elinde de telefon. Bir not bulmuşlar salonda görünür bir yerde. “ canım eşim ve kızım diye başlıyormuş. Tedavi olacağından hayata tekrar başlayacağından bahsediyor ve onlardan özür diliyormuş.. Bütün bunları amcasından öğrenmiştik. Yaşlı ve yanlız bir adamdı, o da bir kaç yıl önce öldü. Amcasından başka da hiç kimsesi yokmuş polisten aldığımız bilgiye göre. Zaten arkadaşları da birkaç ay ziyaret ettiler. sonra hiç ses çıkmadı.
Dün öğleden sonra idi salonda aynanın karşısında oturuyordu her zamanki gibi. Birden saldırganlaşmaya, korku dolu ifadelerle anlamsız hareketler yapmaya başladı. Müdahale etmeye kalmadan çok yorulmuş gibi birden durdu. İlk defa benim gözlerime bakıp "Evet" dedi ve aynanın karşısından kendi iradesi ile kalktı. Yüzündeki bu ifadeyi daha önce hiç görmemiştim. Son derece huzurluydu, bakışları ise anlam dolu. Açıkçası bu beni biraz tedirgin etmedi değil ancak akşama kadar onu izledik. İlklerin günü idi. Odasına gitti. İlk defa yüzünü kendi yıkadı. artık grileşmiş sakallarını özenle düzeltti, saçlarını da.
Etrafına bakındı. Buraya getirildiğindeki valizi açtı. Iki resim vardı o valizde. Biri eşinin ve çocuğunun resmi idi. Resmin arkasında bakın ne yazıyor "Sevgi sevgiyi doğurur". Diğer resimdekini ne amcası ne de arkadaşları çıkarabilmişti o zamanlar. Güzel bir kızın derme çatma bir baraka önünde sanki ona poz verircesine çekilen sevgi dolu bir anı idi. Eski siyah beyaz bir resim idi. Bizde biraz araştırdık. Kim olduğunu bulamamıştık.
Uzun uzun baktı o resimlere. Her ikisine de aynı sürede belki. Valizde birkaç eski iç çamaşırı, bir gömlek, bir pantalon ve çok eski bir traş takımı vardı.
Resimleri yerine koymadan eşyalarını özenle düzeltti. Bir yolculuğa hazırlanır gibiydi. Resimlere son bir kez baktı. Ikisini de tutkuyla öptü ve yerine koydu.
Valizi kapattı. Sonra bana baktı. Sanki benimle konuşacaktı, yüzünde bir minnettarlık ifadesi vardı. Sonra kafasını çevirdi ve yatağına yattı.
Ancak nerden bilebilirdim ki, bunu yapacağını. Odasında kesici olabilecek hiç birşey, cam bardak bile yoktu, hatta ana salondaki ayna karşısında dururken bile onu hep belli mesafede tutardık.
Yattığı somyanın tellerini çıkarıp boğazını keseceğini tahmin bile etmedik. Kimse hiçbir ses duymamış. Bu şekilde kendini öldürmüşken bile o huzurlu ifade hala suratında.
Valizini de kapının önüne koymuş sanki çıkarken alacakmış gibi. Onu kimsesizler mezarlığına defnetmemiz için yazılı talimatınız gerekiyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.