- 1100 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAPAY YAŞAM
Sık sık uğradığım Ankara Ulus’taki Suluhan’a yine uğradım, her zaman olduğu gibi cıvıl cıvıl Her taraf renk renk, gök kuşağı gibi. Ne var ki her şey çok yapay. Plastik, petrol özlü renk renk Çin yapımı çiçekler. Satıcıların, esnafın çoğu tutuklu gibi., yüzler soluk ve cansız. Neredeyse tüm satıcı ve alıcılar asık suratlarla dolaşıyorlar. Umutsuz bir geleceğe uzanıyorlar, umutsuz bir geleceğe gidiyorlar gibi. Umarsız, beklentisiz, tek düze bir devinim ve yaşam içindeler. Satıcılar kurulmuş bir robot gibi her geçene, cılız bir sesle “Buyrun!” deyip isteksizce çağrı yapıyorlar, isteksizce sesleniyorlar.
Bir zamanların canlı, günceli paylaşan, dipdiri Suluhan; monoton, kalıplaşmış bir durgunluk içinde bulmuş kendini. Ortadaki şadırvan işlevini yitirmiş, renk renk gölgeliklerin çevrelediği, adeta gizlediği bir görünüm almış. “Gelecekte ne olacağım?” diye düşünür gibi bir hali var. Dolaşmaktan, aynı şeyleri görmekten yorulmuş insanlara, çevresi sığınma yeri olmuş. Çay, kahve içenler, bir şeyler atıştıranlar şadırvanın gölgeliklerinde soluklanıp, kendilerine gelebiliyorlar.
Kimlerinin de buluşma noktası olmuş.
Köylerinden, kentlerinden alış-veriş için gelenlerin de buluşma noktasıydı. O günlerdeki gibi bunlar kendi el emeği üretimlerini satmıyorlar, onlar unutulmuş, yapay üretimler öne çıkmış. Tek düze bir görünüm almış, sarmış her yanı. Özgünlük yitip gitmiş bu üretimlerde.
İster istemez oturup düşündüm. Düşündüm ki, yapay bir yaşam içine düşmüşüz. Düşmüşüz de bir uyaranımız, bu yapaylıktan bizleri kurtaracak ustalarımız yok.
Yok mu acaba gelecek günlerin daha ışıltılı olacağını muştulayan belirtiler?
Karamsar olmamak, muştuları yaratmak gerek, muştulara koşmak gerek diye düşünüyorum.
Şadan Gökovalı der ki; “Kültür her şey unutulduktan sonra akılda kalan şeydir.” Ne demeli, bu çok doğru bir belirleme. Bu açıdan bakınca, sanki bizim usumuzda hiçbir şey kalmamış, sıfırlamışız bildiklerimizi. Köyden, kasabadan göçmeden önce bu insanlarımız, üretiyordu. Renk renk halı kilimlerini kendileri dokuyup evlerinde kullanıyorlar, ayaklarına kendi ördükleri renk renk yün çorapları giyiyorlardı. Günümüzde bu el emeği, göz nuru üretilen ürünler, yabancı ülkelerin müzelerinde en başköşelerde yer alıyor.
Oysa bu ürünleri üç-beş kuruşa elden çıkardık, kısa günün karı dedik cebimize attık, yerlerine yenilerini koymadık. Derken çalışmadan, eldekileri satarak miras yedi olduk. Üreten yaratıcılığımızı, miras yiye yiye unuttuk, yaratıcılığımızı sıfırladık.
Bu sıfırlamayı yaparken ne olacağını düşünmedik. Günümüzü gün etmekle zaman harcadık. Oysa harcadığımız geleceğimizdi. Oysa harcadığımız çocuklarımızın geleceğiydi.
Üretmeden tüketmeyi başarı saydık, bu başarıyı yineledikçe yerimizde saydık. Yerimizde saydıkça toz duman içinde kaldık. Etrafımızı, daha doğrusu kendi gücümüzü göremedik.
Burada sözü gazeteci-yazar Yusuf Yavuz’a bırakmak istiyorum. Yazar; “Halısını yitiren Türkler” başlıklı yazısında ders alacağımız bu konuyu irdeliyor. ”Geleneksel halı ve kilim dokumacılığının yaslandığı hayvancılık Türkler için vazgeçilmez ve en iyi bildikleri bir üretim modeliydi. Buna bağlı olarak gelişen dokumacılıkla birlikte binlerce yıldır sosyo-ekonomik yaşamın omurgası oldu. Otun koyuna, koyunun yüne, yünün ipliğe, ipliğin halı ve kilime dönüşerek birbirini beslediği bu üretim modelinin ekonomi-politiğini yeterince anlamış değiliz. Uyduruk üretim modelleriyle asıl olan üretim alanından koparılan milyonlarca üretici, dokumacı, bugün birer birer kapanan ya da dar boğaza giren koşullu fabrikaların ucuz ve niteliksiz iş gücüne dönüştüler.”
Niteliksiz iş gücü demek, kendi başına iş başaramayan demektir. Analarımız, ninelerimiz nitelikli iş gücüne sahiptiler. Okuma yazma bilmedikleri halde tezgahın başına oturunca metrekarelerce halıyı, kilimi dokuyup işlerini bitiriyorlardı. Desteklenmeyen bu üretimler teknik gelişmelere yenik düştüler.
Aslında yenik düşen sahip çıkılmayan yaratıcılığımız idi. Bu nedenle batmamak için sağa-sola çırpınıp duruyoruz. Çırpınmaya hiç gerek yok.
Çünkü yeniden kendi kişiliklerimize dönmemiz gerekir, yeniden yaratıcı gücümüze sarılmamız gerekir diye düşünüyorum. Kurtuluşumuz kendi yaratıcılığımızda saklıdır. Bunu bilelim, yolumuzu buna göre çizelim.
“Türk, övün, çalış,güven.”
Mehmet Erbil
www.mehmet-erbil.tr.gg
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.