- 854 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-PARADOKSAL BİR DÜNYADA SANAT VE SİYASET-(3)
Edebiyat tarihimizin 2’inci Meşrutiyet öncesi ya da Sultan Hamid-i Sani evresine karşılık gelen dikkate değer bir dönemi "Servet-i Fünun ya da Edebiyat-ı Cedide" olmaktadır. Bir dergi etrafında gelişen sonrasında bir edebiyat akımı olarakta anılan kadronun şiirde en etkin ve zamanla da en popüler mensubu ismi etrafındaki müspet ve menfi yankılanma ile birlikte Tevfik Fikret olmaktadır.
Fikret 1908 inkılabı arefesinde yine Servet-i Fünunculardan Hüseyin Cahit ile birlikte "Tanin" gazetesini çıkarır. Dönemin ateşli hürriyet nutuklarına sahne olan gazetelerinden biriyken Meşrutiyetin ilanından bir müddet sonra ünlü şairimiz Tevfik Fikret Tanin’den ayrılacaktır.
Bunun nedenini Fikret’in meşhur şiirlerinden "Doksan Beşe Doğru" nun "Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler; Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi..." Dizeleriyle bağlantılı değerlendirmekte mümkündür. Şiir başlangıçta hürriyet coşkusuyla ve nidalarıyla ilan edilen Meşrutiyet’in zamanla otoriter, baskıcı bir rejime dönüştüğünü vurgulamaktadır. Öncesinde istibdata sil baştan tesis etmek için mi karşı çıktık perspektifi hakimdir açıkçası. İşte şairimizin çıkarttığı ve sahiplerinden olduğu Tanin’den ayrılmasının nedeni de buradadır. Birlikte yola çıktıkları Hüseyin Cahit Yalçın ile yolları ayrılmaktadır.
Burada iki edebiyat adamının tabiatları arasında derin farklarda görülebilir. Hüseyin Cahit gençliğinde bir müddet edebiyat kulvarında görünmekle beraber bu evreyi Servet-i Fünun döneminde noktalar. Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde uzun yıllar gazeteci ve politikacı olarak faaliyetlerini sürdürecektir. Şu kadar ki, başlangıçta inkılap ve hürriyet mefhumları etrafında mücadele etmesine karşın sonraları baskıcı politika güden İttihat ve Terakkiyi desteklemeye devam edecektir. Fikret ise tüm yaşamı boyunca edebiyat kulvarını terk etmeyen politik tutum ve davranışlar sergilemekle beraber neticelerini gördüğünde gelişmelere değil prensiplerine bağlanmaktadır.
Fikret’in iç dünyasında yaşadığı gelgit hallerine bakarak bir dünya görüşüne sahip olmadığı yönünde öteden beri yapılan eleştirilere ise mesafe duyduğumu özellikle belirtmek isterim. Kuşkusuz, 2’inci Abdülhamit’e karşı Ermeni Taşnak komitesinin düzenlediği suikast girişimini iç siyasete dönük olumsuz düşünceleri dolayısıyla -ki devrin pek çok aydını misali- bir şiirle taltif etmeye kalkışması tam bir faciadır. Ne ki, Fikret’in buradan hareketle bir dünya görüşünden yoksun olduğu ya da düz kozmopolitlik ekseninde değerlendirilmesi bana yanıltıcı gelmektedir.
Bilakis yüksek bir ahlak, beşeriyet ve medeniyet değerlerine sahip inançsal düzlemde de dine, dinlere saygılı deist bir inanışın mümessili olmaktadır. Gençlik yıllarında daha sağlam bir inanç ve değerler zeminine sahip olduğu noktasında hemfikirim. Gerçektende müslümanlık, vatan, millet mefkûresi bu "Rübab-ı Şikeste" evresinde etkileyici bir görünüme sahiptir. "Haluk’un Defteri" dönemi ise bedbinlikle yüklü bir iç dünyanın rüzgâra kapılmış yaprak misali izdüşümlerini de önümüze koymakta. Bu evrenin değerler düzleminde travmatik bir boşluk doğurduğu da söylenebilir. Ancak arz ettiğim gibi klasik bir kozmopolit tipine indirgemek ya da Fikret’te dünya görüşü yok ki gibi geviş getirme istidadında sözlerde akort bozukluğu hep düşündürür beni. Hele ki, oğlunun gidişatı üzerinden adeta belden aşağı vurmalar objektif bir tavrın nişanesi hiç değildir.
Tevfik Fikret romantik bir bireycidir. Bir bakıma demokrasinin gereksindiği bireyin erken fakat o ölçüde sancılı bir habercisidir.
Fikret mizacı Hüseyin Cahit’in aksine siyaseti ve politikayı hiçbir dem kavrayamaz. Realite, konjonktür, şartlar gibi faktörler benliğe giydirilmiş çelik bir korse misali ruhu sıkacaktır.
Gerek Sultan Hamit gerekse İttihatçılar evresine gösterdiği karşıtlık bir soruyu zihnimde uyandırır hep. Yaşasa ve idrak etseydi Cumhuriyet dönemi gelişmeleri karşısında tavrı ne olurdu?
Şimdi bana kalkıp Atatürk’ün şairi olduğuna göre Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu olurdu demeyin. Açıktır ki, Atatürk’ün şairi olması atamıza bağlı bir parametre olduğu halde kaba kaçağa sığmayan, kalıba dökülmeyen kişiliği ünlü edebiyat adamımızın organik bütünlük alanı olmalı. Bu bağlamda Atatürk ile Tevfik Fikret arasında da ihtilaflar olur muydu, olabilir miydi acaba?
Her ne kadar geçmiş zaman düzleminde yaşanmayanı bilmek mümkün olmasa da; farklı düzeylerde irdelenmesi ilginçte olabilir kanımca...
L.T.
YORUMLAR
İlgiyle okudum...
Yakın tarihimizi, özellikle de "edebi anlamda" sanat tarihimizi okumak ve öğrenmekte fayda var..
Katkınızı tebrik ve takdir ediyor, saygılar sunuyorum Levent Bey.
levent taner
Katılım ve katkınız önem ve değer arz eder her zaman
Saygı ve selamlarımla...
ZEYBEK HOCA
İltifatınıza ben teşekkür ederim Levent Bey..
Saygı, selam sizedir..