Tımarhane Dünlüğü(42)
Kapıyı sessizce açıyorum. Karanlık eve girerken el eleyiz. Duvardaki düğmeye basıyorum. Ve gözlerimi tavana yöneltip, iki tepe arasında batmakta olan güneşin bulutlara usulca bıraktığı kızıllığını tüm eve yayışını izliyorum. Koridordan geçip salona giriyoruz. Ona sarılıyorum. Siyahlı Kadın’a. Bir süre bakıştıktan sonra, elimdeki içki şişesini kaldırıp gülümsüyorum. O da gülümsüyor. Nihayet baş başayız. İşte beklediğim an. Şişeyi ona uzatırken kusursuz vücudunda kısa bir yolculuğa çıkıyorum. Bir dikişte yarılıyor. Ve geri veriyor. Dudaklarıma değdi değecek, şişe kırılıyor. Üstüm başım ıslak. Panikle başımı çeviriyorum. Minik bir kız çocuğu. Üstünde siyahlı, beyaz yakalı dönemden kalma bir ilkokul üniforması. Elinde sapan. Pişkin pişkin sırıtıyor. Bir Siyahlı Kadın’a bakıyorum, bir ona. Aynı yüz. Neyse ki bir şişe daha var. Cebimden çıkarıp kapağını açıyorum. Kafama dikeceğim, gözlerim Siyahlı Kadın’a kayıyor, “pardon, çok pardon” anlamında yumuluyorlar sonra, hafif de dudaklarımı bükerek. Ona uzanan ellerim, “Öncelik senin” diyor. Yine, şişeyi bir dikişte yarılayıp bana uzatıyor. Yine, dikeceğim kafama bir şeyler yağmaya başlıyor. Yine panikle dönüp bakıyorum. Az önceki Siyahlı Minik’den on tane sayıyorum. Ellerindeki pastaların kreması ağızlarına bulanmış, aynı pişkinlikte öylece bakıyorlar. Hangi ara dağıldı ortalık bu kadar? Masalar, sandalyeler devrilmiş, tabaklar kırılmış, bulutlardan süt damlıyor… Bir elimde şişe bir elimde Siyahlı Kadın’ın eli, oradan hızla uzaklaşıp odalardan birine giriyorum. Salondaki süt çiselemesi bu odada da hâkim. Ona yarısı hâlâ dolu şişeyi, “Sıra bendeydi,” der gibi gösterip dudaklarıma götürüyorum. Bir ses. Fermuar açılıyor. Bir kez bir kez daha panikle başımı çeviriyorum. Askıdaki çantadan iki Siyahlı Minik çıkıp sırıtıyor. Pantolonumda bir kıpırdanma. Paçalarımdan iki minik daha çıkıyor. Çıkıyorlar, her yandan çıkıyorlar. Bir, iki, üç, dört… Tam yirmi tane sayıyorum. N’oluyor birader? Tek istediğim, tek istediğim, aslında en çok istediğim… Kaçmalıyım buradan. Soluğu terasta alıyorum. Alacakaranlık hâkim. Şişe hâlâ elimde. Kimse, hiçbir şey engel olamaz o yudumu almama! Dudaklarıma götürüyorum. Ve bu kez değiyor. Ve işte o yudum tam gelecek ki biri dürtüyor. Siyahlı Kadın. Karşımda dikilmiş, yüzünde tebessüm, gözleriyle işaret ediyor. Karnı burnunda. Şişe elimden kayarak, düşüp parçalanıyor. Sesini bu yükseklikten duyuyorum. Benim şaşkın bakışlarım arasında uzun eteğinin altından bir Siyahlı Minik çıkıyor. Ardından bir Siyahlı Minik daha, bir, bir daha, bir daha… Tam otuz Siyahlı Minik sayıyorum. Siyahlı Kadın’ın vücudu eski haline dönüyor. Elinde bir şişe, yarısı boş. Bana uzatıyor. Gözlerimi göğe dikiyorum. Güneş batmış. Mini mini bir sürü siyahlı, çember olmuş, masmavi ışıklar saçan bir ay etrafında dolanıp, şarkılar söylüyor.
YORUMLAR
Hepsi şarap şişesinden fırlamışlar. Bölündükçe bölünüyor şarap içen..