KADIN,JİLET VE DE ÇIPLAK AYAKLARI
KADIN,JİLET VE ÇIPLAK AYAKLARI
. Üzerimde yığınla fazlalık varmış gibiydim; o fazlalıkları atıp kurtulmaya çalışıyor, boşaltmış boş bir beyinle etrafa boş- boş bakıyordum. Kimseyle konuşmuyor, kimseyle her hangi bir yakınlık kuramıyor, herkesin işi başından aşkın zaten, kim kimin umurunda deyip, kendi kendimi oyalıyordum .. Böyle durumlar da kendimi çok yalnız hisseder, etrafımda hiç kimsenin kalmadığını düşünürüm hep. Bu kadar ilgisiz bir yaşantının altından nasıl kalkılır, nasıl hallederim düşünceleri arasında debelenip duruyordum. Belki de bu yüzden hiç tanımadığım insanlarla konuşuyor- paylaşımlar yapıyor, onlara derdimi anlatmasam da, onların dertlerini dinliyordum. Bir süre sonra bu durum bana çok iyi geldiğini fark etmiş, hatta hiçte fena olmadı diye de düşündüm. Benim gibi ne çok insan var şu dünya da,hem de o kadar çok insan vardı ki, bu durum benim içimdekileri alıp götürmese de az da olsa rahatlıyordu beni…Hemen herkesten farklı şeyler, farklı hikâyeler öğreniyordum, ha bunların ne kadarı doğru onu bilmem ama ne önemi vardı ki? ..Tam da bu sıra da vurdum kendimi yollara ve de tam da yerine gidiyordum, ya cehennemim olacaktı bu gidişim; ya da tamamen arınacaktım bütün bu düşüncelerimden..
Heyecanlıydım. Kaç yıl olmuştu şehir dışına çıkmayalı? Hesaplamaya çalıştım ama tam olarak hesaplayamadım, ama önce ki gidişim de yeni doğmuş bebeğin artık anaokuluna gidiyor olması benim tam beş yıldır ailemi görmediğime önemli bir kanıttı; utandım, hem kendimden hem de bana hasretle bakan annemden çok utandım.
..Annem’ın anlatacak ne çok şeyi vardı, ve anlatmak için fırsat kolluyordu ama o fırsatı bulmakta zorlanıyordu her nedense.Annem artık çok yaşlanmıştı..Annem artık yürümekte zorlanıyor, üç-beş adımdan sonra nefes-nefes’e kalıyordu..Oysa annemi bıraktığım da evinin işlerini yapıyor,Pazar alış verişine gidiyor,alış verişten sonra tek başına evine geri dönüyordu;bu durum, çok daha üzücü olmuştu benim için..
Annem’in eskisi gibi kulakları da duymuyordu;duyduklarını ya yanlış anlıyordu, ya da yarım yamalak,mutlaka sonuna kadar öğrenmek isteyince de bu kez de konuyu yeni baştan anlatmak hem zor oluyor, hem de ses tonumu yükseltmek zorunda kalıyordum ..Kısacası anlatsan bir türlü, anlatmasan başka türlü çünkü bu kez de ondan bir şey sakladığımızı düşünüp, kızıyordu.
.. Annem, hep bir telaş, hep bir heyecan içerisindeydi ben bildim bileli;bu huyu hepimize de bulaştı zaten,bu yüzdendir ki her şeye şüpheyle bakıyor,hep bir sorgulama hali mevcuttur bizde...Orada kaldığım birkaç gün içerisinde herkes bir soru sordu,herkes bir yanıt istedi benden ve ben de onlara istedikleri yanıtı vermeye çalıştım, ama benden aldıkları yanıt onların istediği yanıtlar değildi..Herkes, kendi kafasında bir doğru oluşturmuştu ve ben ne dersen diyeyim, hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiğim halde yine de ısrarla kendimi savunmak zorunda bırakıldım; o kadar ağar, o kadar yorucuydu ki,bu durumu anlatmanın bir yolu olsa da anlatabilseydim keşke..
. Sabaha kadar oturduk. Duyan da, ne güzel sohbetler ettiniz kim bilir diye düşüne bilir haklı olarak. Olması gereken de buydu zaten ama maalesef öyle olmadı, hep bir tartışma hep bir kaos içerisindeydik,ben öyleydim en azından.Onca yıl gitmemişim, kimseyi görmemiş,pek çok şeyden uzak kalmış biri olarak daha sıcak, daha bir içtenlik bekledim ilk başlarda.Sonra kendi kendime güldüm,kızım sen gerçekten de çok safsın.Bitmiş bir hayat,ölü bir yaşamın içerisinde debelenen insanlardan beklediğin şeye bak deyip, kendimi susturdum.
… Nihayet annemle baş başa kalmıştık ve aranan sohbet bulunmuştu. Annem’ın konuşma tarzına her zaman hayran kalmış biri olarak annemi dinlemek hep hoşuma gitmiştir de, inşallah geldiğim günden beri konuşulan konuları yeniden açmaz diye de içimden dua ediyordum. Annem o konulara hiç girmedi, direk gençliğine daldı ve eskiden yaşananları anlatmaya başladı,oh be…, bu çok güzel dedim ve sırtımı dayattığım koltuktan öne çekip,Annem’in dizindeymişim gibi ona bakıp anlattıklarını dinlemeye başladım.Kısa bir süre sonra Annem’in çok bir gençliği olmadığını anlıya biliyorsun, çünkü çocuk yaşta evlendirildiği için yaşadıklarının tamamını evlilikte yaşadı.Korkusuz-sade ve de olduğu gibi yaşadı hayatı.Çocuktu,cahillik vardı da, diyebilirsiniz,ama bir süre sonra Annem’in hak ettiği hayat, o hayat olmadığını düşünmeye başlıyorsun..Çok zeki,akıllı ama sürekli etrafındakilerin,ne der korkusu altında hep içe dönük,hep kapalı yaşadı duygularını dedikodudan kaçmak için.
...Annem anlattıkça, karşım da sanki bir film şeridi varmış da,kalabalık bir şekilde izliyormuşum gibi bir his oluştu bende.Konunun içerisine dahil olan herkesi görebiliyordum;bu durum bence muhteşemdi.O an bütün sanat dallarını aklımdan geçirdim;anneme yazık, çok yazık oldu, dedim içimden.. Annem: Annesi’nin akrabası olan bir kadın’ın hikâyesini anlatırken tüylerim diken-diken oldu. Gençliğin de çok güzel bir kız olan Saliha, evlendikten kısa bir süre sonra kocası ölünce üç çocukla tek başına kalmıştı köy yerinde. Her ne kadar baba tarafı, ağalığın kıyısında az biraz oturmuş olsa da,Saliha artık dul ,ve güzel bir kadındı.Saliha’nın başına her an bir iş gelebilirdi.Örneğin, ormana giderken birkaç kişi tarafından kaçırılabilir,tarla da tacize uğrayabilirdi.Tarla da pek olmazdı çünkü tarla işleri genellikle İMC usulü yapıldığı için o kadar kolay olmayabilirdi Saliha ya dokunmak.Saliha, güzel,güzel olduğu kadar da aksi- sinirli-asabi bir kadınmış, ama köyün yaylası vardı, mezrası vardı.Kısacası buralar da tek başına dolaşmak,bir kadın için tam bir tehlikeydi o yıllar da.
...Saliha, köyde, kocasından ayrılıp baba evine dönen, komsu kızının başına gelenlerin, her an kendi başına gelebilme olasılığı çok yüksek olduğunun, bilincindeydi. Korkuyordu ama korktuğunu kimselere belli etmiyordu, öte yandan da çareler arıyordu kendi durumuna.
..Komsunun kızı,kocasından aşırı şiddet gördüğü için terk etmişti koca evini, ve baba evine yerleşmiş,kesinlikle bir daha evlenmek mi,asla düşünmem diyormuş..Öte yandan,alt mahallede,eşi ölmüş,yaş aralığı oldukça fazla olan iri yarı uzun boylu olan adamın onda gözü olduğunu diğer komşulardan öğrenen kadın, çok sinirlenmiş ve ağzına gelen bütün küfürleri ediyor,hatırladığı bütün o aşalayıcı lakapları sıralıyordu adam için.. Kadın, ‘’Sakın benim kametimi etmesin,o( çemçuk )ağaz’’ ‘’Onun o (çemçuk ağzına s….r’’.’’Onun o( varya) başına bir odun vururum başını ikiye ayırırım’’ der demez,adam meğerse az ötede ki, evin duvarının dibinde saklanmış, kadın, konuşmasını bitirsin diye bekliyormuş..Hemen yerinden kalkmış,’’Sen kimin ağzına s…….sun bakalım’’Dedi ve kadını sırtladığı gibi çayır aşağıya koşmaya başlamış;hiç kimse peşinden gidememiş ,müdahale edememişti çünkü adamın belinde silah varmış.Adam, kadını gözden kayboluncaya kadar omzunda taşımış ve kadının çığlıkları-tepinmeleri hiçbir işe yaşamamıştı.
… Tam bu sırada anneme, peki ya sonra? Sonra kadına ne oldu? Annem’’Ne olacaktı,adam aldı kadını gitti da’’..’’Adamdan tam altı tane çocuk doğurdu kadın’’ Dedi.. ..Saliha da işte tam da bundan korkuyormuş, ve kendince de çareyi bulmuştu. Saçlarını jiletle kazıdıktan sonra, üzerine kirli, yırtık pırtık giysiler giyiyor, gittiği her yere yalın ayak gidiyor, çarıklarını giymiyormuş. Güzel Saliha kendisini bu şekilde koruma altına almıştı ve hayatı boyunca da Saliha ya hiç kimse dokunamamış, onun hakkinde hiç kimse dedikodu yapamamıştı.
Annem; o kadar güzel, o kadar tatlı ve de içten anlatıyordu ki, araya girip sözünü kesmeye kıyamıyordum. İyi de, Saliha neden ayakları çıplak geziyordu?, Dağ da – bayır da- orman da çıplak ayakla dolaşmak kolay mı? Bunu neden yapıyordu? Annem,’’Neden olacak, ayakları çatlasın yara olsun ki, hani bir gün şeytana uyar da evlenmeyi düşünürüm korkusundan tabi ki de.
Eğer yaralarım olur, acı çekersem, yaralarımla uğraşırım’’O zaman da aklıma kimse koca fikrini sokamaz, diye..Gündüz Yavuz..