- 1024 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Ne kadar yârin varsa o kadar yarım kalırsın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
’Ne yazacağımı’ bilmeme gerek yok. ’Yazacağımı’ bilmem yeter. Bazen yazmalarım böyle oluyor. İçimden dışarı taşmazsa beni öldüreceğini hissettiğim bir sıkıntıyla oturuyorum. Beyaz sayfanın karşısında durmak dua yerine geçiyor. Dökülüyorum. Döküldükçe rahatlıyorum. Elbette geçici bir rahatlama bu. Tıpkı bir tür bağımlılık gibi. Dozun etkisi geçtiğinde geçecek. Fakat yine de hayata tutunmamı sağlıyor. Her yazının sonuna geldiğimde şükrediyorum.
Çok kötü birşeyi atlatmışım gibi değil. Yanlış anlaşılmasın. Yazıdan sonra başlayacak süreç için. O rahatlık dönemi için. Eğer daha derin düşünsem, işte şu an düşündüm, yazıya başlarken bunu yapmam gerekirdi. Ancak, şöyle ilginç bir endişe vazgeçiriyor beni, belki: Eğer bir yazı hitama erdirilemezse, derlenip toplanıp okunur kılınamazsa, içimdeki yanardağdan hiçbirşeyi eksiltemez, aksine attırır. ’Bir yazıyı bile bitirememenin’ başarısızlığı o sıkıntıya eklenir.
İşe yaramadığımızı düşünürsek deliririz. Kimse hayatını sadece haz alarak yaşamaz. Sanırım yine Bediüzzaman’dan duyduğum birşeydi. İnsan üç şey için çalışır: 1) Maaş. 2) Lezzet. 3) Kemal. Ben bu sıralamayı kendi dünyamda biraz daha değişik bulurum. 1) Lezzet. 2) Kemal. 3) Maaş. Evet. Maaşı biraz daha gerilere almamın sebebi onun bende sağlayacağı arttırıma o kadar da ihtiyaç duymamam.
Dünyaya dair fazla bir emelim yok. Az şeyle yetinebilirim. Dünyayı dolaştırmak yerine bana güzel bir manzaraya bakan büyük bir pencere bağışlayın. Yeterlidir. Fazlasını istemem. Çünkü daha fazlasını elde edenlerin benden daha fazlası olduklarını düşünmüyorum. Nihayetinde bir yığın gelip geçicilik bunlar. Eğer sonsuzluk kumbarasına atılmıyorsa attığımız adımların, gördüğümüz mekanların, soluduğumuz farklı havaların kime-ne faydası var?
Evet. Şu racon doğrudur: Azdan az, çoktan çok gidecek, ölüm yaklaştığında aldıklarımızın tamamı borç hanemize yazılacak. Arkamda daha çok şey bırakmayı neden isteyeyim? Bu daha fazla acı çekmekle eşanlamlı değil mi? Öyle ya. Ne kadar yârin varsa o kadar yarım kalırsın. Meğer ki onları sonsuzlukla ilişkilendiremedin.
Fakat bütün bu afralı-tafralı tesbitlerin, poz kesmelerin, analiz kasmaların yanında bu işlerin büsbütün akıl işi olmadığını da kabul ediyorum. Benim bir nefsim var ve son sözü birçok kereler o söyler. Belki de şu an beni kandırıyor. Ben bu mevzuları aklımla çözdüğümü, içselleştirdiğimi, kesinleştirdiğimi sanıyorum, ama bu bir küskünün ’Bana ne, bana ne, bana ne’si de olabilir. Yani dünya elime geçmediği için böyle artistikler yapıyor olabilirim. Elime geçtiğinde yazdıklarım ile hayatım farklı yönlere düşebilir. Buna biraz da şundan dolayı ihtimal veriyorum: İçimdeki sıkıntıların büsbütün çözülmemesi, kendimi dalgaları karar bulmuş deniz rahatlığında hissetmeyişim, hatta bilakis dalgaların hiç durmaması, ancak yazmakla azalması, söylediklerimden bir ’yalan kokusu’ almama sebep oluyor.
Eğer yazdıklarım büsbütün hakikat olsaydı ben de o hakikatin üzerinde huzurla oturuyor olurdum. Acaba? Acaba sahiden böyle mi olurdu? Yoksa insanın birden fazla hakikati mi var? Yoksa biz, yalnız bir yörüngenin değil, çoklu yörüngelerin mi sistemiyiz? Tıpkı Zariyat sûresinde hatırlatıldığı gibi: "Yollara (yörüngelere) sahip göğe yemin olsun ki, muhakkak siz, çelişkili sözler söylüyorsunuz."
Pekâlâ, bir örnekle açmaya çalışalım, en azından deneyelim: Aklımız Merkür’ümüz olsun. Kalbimiz Venüs. Nefis Dünya. Hayaller Mars. Ve sair latifelerimiz, duygularımız, istidatlarımız, açlıklarımız da bu sistemin birer farklı gezegeni olsun. Hepsinin merkezinde de güneş diye bildiğimiz hayatımız var. Hepsi bu hayatın etrafında başka bir hızda dönüyorlar. Başka bir ışık alıyorlar. Başka bir ısınıyorlar. Her hepsi güneşle ilgili ama bu ilginin rengi, şekli, sınırları kendine özgü. Kendi ihtiyaçlarının şekliyle ilintili. Mars’ta yaşayan bir melek belki de Dünya’da yaşansa anamızı ağlatacak kum fırtınalarından enerji alıyor. Belki Plüton’da yaşayan canlıların hayatı da soğuğa bağlı. Uzatmayayım. Bunun gibi şeyler düşünün.
İşte insan her günü sıçramalar zinciri içinde yaşıyor. Tıpkı bir yazıcının içinden çıkan kağıt gibi. Tonerin noktaları sürekli başka başka yerlere vuruyor. Az önce önümde bir tatlı vardı. Ve ben Dünya’daydım. Ama şimdi bültende bir çocuğun açlıktan ölümünü gördüm. Venüs’e zıpladım. O da ne? Şimdi yeğenim bana bir soru soruyor. İşte Merkür’deyim. Çok komik bir soruymuş. Şimdi yeniden Venüs’e geçtim. Haberlerde çok kötü şeyler anlatıyorlar. Nefretle ilgili gezegen neredeyse oraya ışınlandım şimdi de.
İnsan bir şirkettir. Bir koalisyondur. Bir Jumper’dır. Ruhun bütünleyici yazılımı olmazsa kendisini toparlayamaz. Bu nedenle de ’barıştırıcı anlama’ muhtaçtır. ’Şey’lere doğru anlamları yükledikçe rahatlamamız da bundandır. ’Şey’ler tevhidî bir bütünlüğün parçası kılındıkça öcülüklerini yitirirler. (Huzur bu yüzden imandadır.) Yörüngesi bilinen gezegenin başımıza düşeceğinden korkulmaz.
Bu doludizgin sıçramalar içinde delirmemenin yollarını arıyoruz. Değişen dengeler içinde her zaman yüzeyde kalmayı başarabilmek kolay değil. Ay’da bir adımda sıçradığımız mesafe ile Dünya’daki tutmuyor. Hayaller Neşe gerçekler İzzet Altınmeşe olabiliyor. Ancak ne hayallerden ne gerçeklerden vazgeçebiliriz. Herbirisi bizim parçamız. Bunların arasındaki ilişkiyi sağlıkla kurabilmeye muhtacız. Yoksa organ uyumsuzluğundan öteki tarafı boylarız. Tıpkı "A Monster Calls/Canavarın Çağrısı" filminde esas oğlanın yaşadıkları gibi. İçimizdeki çelişkilerin(!) tuzağına düşeriz.
Sanırım yazının iyileştiriciliği biraz da burada saklı. Yazı bize sıçramalarımız içinde bağlar kurabilme fırsatı veriyor. Gündelik yaşamda ’eğleşecek’ vaktimiz yok. Bir buz pistinde yaşıyor gibiyiz. Durmayı beceremiyoruz. Ancak yazı, suya atılmış bir çapa gibi, sandalımızı eğleştiriyor. Beyaz sayfada kendimizi seyrediyoruz. İşte tam da burada dürüst olmalıyız. Çünkü vicdanın şifası dürüstlüktür.
YORUMLAR
Sarılınca geçer sanıyoruz, inanınca biter sanıyoruz, bağlanınca düşmem sanıyoruz. Ama her yerimiz yarım kalbimiz darmadağın. Hayat koskoca bir yalan işte, neyi doğru görüyorsak bir süre sonra yalan olduğu ispatlanıyor. Peki :Nedir gerçek, kime ve neye göre gerek karmaşasına dahilse zihnimiz her konuda yanılma olasılığı yüzde yüz aynı zamanda. Tek doğruyu keşfettirecek yer hiç penceresi olmayan yani dışarıyı görmeyen odacıklara sahip içimizin içindeki yani sakladığımız/ saklandığımız yer: mucizelere inanan her gün her saat her dakika- saniye- salisiye bizim için atan yer kalbimiz; her şey var içinde bize ait olan gerçekler;tüm doğru bildiklerimizi atabilirsek bir kenara, gösterecektir hakikati . Evet yazılarımız biz'iz çünkü kalbimizle yazıyoruz zorlama ie değil, belli sınırlar dahilinde kim neyi düşünecek endişesi ile değil.
Saygılar