- 691 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-AMATÖR RUHA PROFESYONEL DARBE Mİ?-(3)
Kazanmak için mi yapılır doping, kaybetmemek adına mı yoksa?
Efendim! Şaka değil, kimi zaman şu söze rastlarsınız. Doping yapmayan mı var? Genelde doping yaptığı belirlenen sporcunun hayranları söyler bu sözü. Ben miyim dünyanın doğrucusu sözü kadar safsatadır oysa.
Peki ya gerçeği yansıtıyorsa. Ya da gerçekçi bir yanı varsa. Yine etik değil halbuki, sorunla mücadele ve dik duruş önemli çünkü. Sporcuda da üstte vurguladığım izleyici yargısı misali herkes yapıyor düşüncesi var ki, sistemsel yapı da profesyonel ögeler dairesinde buna zorlamakta. Sporcu başarı odaklı koşullanmış yapısıyla doping yapmadığı takdirde geriye düşeceği endişesine sahip. Oysa dopingle başarı sağladığında da onsuz bunu yapamayacağının farkındasın bu kez. Konunun sırf antreman ve bünyevi özelliklerinle çerçeveli olmadığını bilmiyor musun sen?
Ne ki, atletizm özelinden gidersek yine, ahlakçılık yaparak kolayca aşılacak bir sorun gibi de durmuyor açıkçası.
Bu alanda geçtiğimiz asrın günah keçisi doğu bloku idi. Doğu Alman ve Ruslar Amerika ile başa güreşir ve hatta geçerlerdi kimi. Kısa mesafeyi saymazsak çok defa belki de. Burada temel belirleyici totaliter rejimlerde sporun devlet gücünün dünyaya duyurulmasında etkin bir propaganda imkânı vermesidir ki, 2’inci dünya savaşı öncesinde Nazi Almanya’sı ve Faşist İtalya’da bu ideolojik/politik jargonun kapsam alanındadır.
Doğu blokunda özellikle kadın sporcuların erkeksi profili de dikkat çekicidir o dem. Dünya rekorlarının haddi hesabı yoktur açıkçası. Özellikle de Grand Prix gibi doping testlerinin daha zayıf olduğu turnuvalar tam bir cennettir. Atma ve atlama dalları hususiyetle mimlidir. Kim takar “atma memet din kardeşiyiz” sözünü öyle ya!
Atma dalları dediğimizde ciritte ilginç gelişmelerde yaşanmaktadır. Bin dokuz yüz seksenlerin ortalarında 104.80’lik dünya rekoru derecesi tehditkâr bulunacaktır sözgelimi. Ağırlık merkezindeki bir değişiklikle birlikte rekor seviyesi seksen metrelere çekilir tekrar. Açıkçası savrulduğunda ciritin bir kenar görevlisine hatta izleyiciye saplanması kaygısı mı uyanmaktadır? Neden olmasın? Ne var ki, günümüzde de dünya rekorunun yüz metre sınırına dayanması benzeri bir problemi tekrar gündeme getirebilir de.
Konumuza dönersek, turnuva arefesi hamile kalan kadın sporcuların çoğalması ve bu aşamada müsabakalarda başarı oranının yüksekliği dikkat çekmektedir zamanla. Bu bir belden aşağı vurma olabilir mi acaba? Hamilelik evrelerinin insan organizmasına katkısı ne ola ki? Kalbin daha fazla oksijen pompalamasından tutun da hormonal yapıdaki değişimin vücutta meydana getirdiği zenginliğin kasları adaleleri beslemesine kadar türlü değerlendirmelerle karşılaşmak mümkün açıktır ki. Ah sevgili kadınlar ne büyük bir adınız var sizin. Çıkmış bir kez doksana damga vurulur Roksan’a. Pardon ya, inmez seksene miydi yoksa? Şüphesiz erkek diskçiler, gülleciler, hülleciler de az cirit atmazlar atletizm dünyasında.
Bu bel altı teknolojisini yabana atmayın siz yine de, neme lazım. Farklı bir alanda rastladığım örnekte dikkate değer. Stalin döneminde KGB bünyesinde bir dışkı inceleme birimi kurulması enteresan değil midir? Ne yapacaklar acaba dışkı inceleyip? İnsanların pohunda boncuk mu ararlar? Değil. Kişinin nasıl bir karaktere sahip olduğu üzerinde durulmakta. Gergin mi, sakin mi, anlaşmak mümkün müdür gibi. Kruşçev döneminde kapatıldığı belirtilmekte bu birimin.
Peki batı bloku doping alanında “sütten çıkmış ak kaşık” mıdır? Değil elbette. Üstelik batı dünyası da kozmetik sanayi gibi bir avantaja sahiptir. Dopingin vücutta meydana getirdiği deformasyonu en azından vitrin düzlemde kamufle etmek/edebilmek az şey midir? Batı dünyasının sporcularını biraz daha sempatik kılan estetik teknoloji hiç değilse kameraların karşısında bir artı değer kazandırır.
Nereye kadar peki? Rekor ve derecelerin düzeyi gözüne gözüne vurursa yine de seksapel kurtarır mı durumu?
1988 Seul Olimpiyatlarında Kanada’lı sprinter Ben Johnson’un dopingli çıkıp diskalifiye edilmesini müteakip gözler Amerika’lı kadın yıldız Florence Griffith Joyner’e çevrilir. Ya da nam-ı diğer Flo Jo.
1988 yılının yaz döneminde Amerikan takımı seçmeleri ile başlayan ve olimpiyat oyunlarını kapsayan iki aylık evrede 100 metrede 10.49, 200 metrede ise 21.34’lük halen geçerli dünya rekorlarını tesis ettiğinde yirmi dokuz yaşındadır ve sıkı durun o tarihe kadar rekor, dünya ve olimpiyat şampiyonluğu düzeyinde hiçbir başarısı bulunmamaktadır. Ve dahi Seul’ü müteakip aktif spor yaşamına nokta koyacaktır. Ben Johnson’un dopingli çıkmasının uyandırdığı bir kaygı olup olmadığı tartışılsa da sonradan yapılan geriye dönük testlerde de doping yaptığına dair bir emareye rastlanmadığı bildirilir.
Şu kadar ki, spor yaşamını takiben pembe dizilerde rol alan ünlü sprinter 1998’de uykusunda geçirdiği ani bir rahatsızlık neticesinde hayata veda edecektir. Hiç kuşkusuz hukuksal bir ispat olmadığına göre Flo Jo’dan geriye kalan ve onu benzersiz kılan, müsabakalarda kullandığı müthiş aksesuar ve giysiler kadar finiş çizgisini geçerken çehresine yayılan muhteşem tebessüm olmalı.
L.T.