- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Şimdi Geliyorum
Her görüştüğümüzde: "Ya abi, bi kahvemi içmeye gelmedin." deyip duruyordu. Ben de "Bir gün, mutlaka gelirim" diyordum.
İşte, o, bir gün çıkıp geldi. Yolum, o gün, onun bulunduğu yere düştü. Gelmişken gidip bir kahvesini içeyim, dedim. Kapıyı vurdum. Masasında oturuyor. Beni görünce içten bir şekilde: "Oooo abi hoş geldin. Buyur, otur bir kahve iç" dedi. Teşekkür ettim.
“Kahveyi nasıl alırsın?” diye sordu.
“Sade, Sultan, köpüklü” dedim.
Telefona sarılıp kahvelerimizi söyledi: “İki sade kahve. Biri Sultan köpüklü olacak. Benimkini biliyorsun” dedi kapattı telefonu.
"Nasılsın?" diye sordum. Benimki muhabbete başlamak için bir girizgâhtı hani: "Abi, çok yoğunuz. Bilirsin işler güçler" dedi. “Seni sormalı.?”
“Teşekkür ederim. İyiyiz şükür.” dedim. “Abi, ne iyi ettin de geldin. Şimdi lafın belini kırarız” dedi. O sırada kapıdan içeri genç bir bayan girdi. “Kahveleriniz” dedi. “Sade Sultan misafirimizin” dedi. Genç bayan kahvelerimizi masaya bırakıp gitti.
Kahvelerden henüz birer yudum aldık. Arkadaş bir aceleyle ayağa kalktı: "Abi, sen, kahveni içe dur, ben hemen geliyorum" dedi. Odadan çıktı. Ben beklemeye başladım.
Hani "Hemen geliyorum" demişti ya... Kahveyi yudum yudum, yavaş yavaş içmeye başladım. Hemen gelecekti çünkü.
İçerde yalnız oturup odayı incelemeye başladım. Duvarda bir iki resim vardı. Siyah beyaz eski fotoğraflar. Bir de yağlı boya bir resim. Manzara cinsinden. Biraz inceledikten sonra gözüm masaya gitti. Darmadağınık bir masaydı. Defterler, kâğıtlar, kalemler adeta birbirine karışıktı. Masayı bir de bilgisayar süslemişti. Albenisi oldukça iyi olan bir bilgisayar. Aslında sade bir oda idi. Çok fazla şatafata kaçılmamıştı. Bir masa, iki koltuk ve bir sehpa ve yanda iki de sandalye…
Biraz sonra kahve bitti. Ben, bekliyorum. Çünkü arkadaş hemen gelecek... Yarım saatten fazla oldu. Ben, hala içerde yalnızım. Kapıdan gelen geçen oluyor. O mu diye uzanıp bakıyorum; ama o değil. Biraz daha bekleyeyim, diyorum. Şimdi gelir. Çünkü “Şimdi geliyorum” demişti. Zaman geçtikçe geçiyor. Ama hala o ortalarda görünmüyor.
Biraz sonra, dışarıdan bir ayak sesi geliyor: "İşte geldi." diyorum içimden. Ama gelen başka biri, o değil. Kapıdan kafasını uzatıyor. Bedeninin yarısı içerde, yarısı dışarda O’nu soruyor: “Beyefendi odasında yok mu?” diyor. "Bir yere kadar gitti, şimdi gelecek" diyorum. "Biraz sonra geleyim o zaman, teşekkür ederim" diyor. Ben: "Rica ederim. Hemen gelecek. Gelince uğradığınızı söylerim" diyorum.
Adam gidiyor. Ben bekliyorum. Ne de olsa hemen gelecek.
Bir saat oldu gideli. Ne gelen var ne giden. Ben, bir ümitle daha bekliyorum: "İşi uzadı sanırım, neredeyse gelir" diyorum. Şimdi gelecekti çünkü. Ama hala gelen yok.
Bir 15 dakika daha bekliyorum. İçimden: "Artık gitsem mi?" diyorum. "Ama ayıp olur. Gitmek Olmaz" diyorum. Gelirse de beni göremez, ayıp olur.
Şimdi gelecekti. Odada hala yalnızım. Artık sıkılma noktasına erişiyorum. İçimden “Of gelse de gitsem” diyorum. Ama hala gelen giden yok.
Biraz sonra, yan odadan müthiş bir kahkaha sesleri geliyor. Şaşırıyorum. Çünkü gelen seslerden biri, onun sesine çok benziyor: "Olmaz" diyorum. “Olamaz. Burada olduğumu, üstelik kendisi için geldiğimi de biliyor. Bir başkasıdır. Ses, sese benzer." diyorum. Çaresiz, beklemeye devam ediyorum…
Çok geçmeden bir kahkaha daha sarıyor koridoru. Kendi kendimle mücadele ediyorum, o mu değil mi diye? Yanılmıyorum. Bu ses, onun sesi. Ama bu, o ise, niçin böyle yapsın? Neden bırakıp gitsin beni odasında yapayalnız? Ayıp değil mi? Beni davet eden kendisi değil miydi? Her gördüğünde "Abi bir kahvemi içmeye gelmedin? Beklerim?" diyen kendisi değil miydi? Ben de o nedenle gelmemiş miydim bugün.
Dayanamayıp kalkıyorum. Dışarı çıkıyorum. İstem dışı bir hareketle kahkahaların geldiği yöne bakıyorum. Hemen yan odadan geliyor kahkahalar. Başımı uzatıp bakıyorum. Aman Allahım! İnanamıyorum. Gerçekten de O! Yan odaya girmiş, bir masanın yanı başına oturmuş, başka biriyle konuşup kahkahalar atıyor. Derin bir sohbetteler… Üstelik kahve de içiyor.
Peki, ben, saatlerce odasında neyi, kimi bekliyorum? O kadar şaşırıyorum ki şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemiyorum. İçimden "Çekip gitsem mi, yoksa içeri girip şuna bir ders versem mi?" diye kendi kendime soruyorum. “Boş ver, çek git diyorum.” diyorum. Ama bir yandan da "Gir içeri, şuna haddini bildir" diyorum. Tereddütle odaya, biraz daha uzanıyorum. Artık beni görüyor. Hiç bir şey olmamış gibi. "Abi kahveni içtin mi? Ben, hemen geliyordum" diyor.
"Evet, kahvemi içtim. Teşekkür ederim çok güzelmiş" diyorum. "Ben, ayrılıyorum" diyorum. "Abi, biraz daha otursaydın, ben, hemen geliyordum" diyor.
"Yok yok, sağol. Ben ayrılıyorum" diyorum. Hala hiç bir şey olmamış gibi "Olur abi sen bilirsin. Yolumuzu artık öğrendin. Her zaman beklerim" diyor, pişkince. "Evet, öğrendim. Ben de seni beklerim." diyorum. "Sağol abi, Uyarsa mutlaka gelirim" diyor.
Ben de "Tabi geleceksin. Beklerim. En iyi şekilde ağırlanacaksın" diyorum... "Ona şüphem yok abi" diyor.
Vedalaşıp dışarı çıkıyorum.
Aklım bir türlü almıyor. Bu kadar içtenlikle kahveye çağıran bir insan, nasıl oluyor da ziyaretine gelen misafirini yok sayıyor? Başka birinin odasına gidip onu unutuyor ve saatlerce kendi odasında yalnız bırakıyor?
Düşündükçe kızıyorum: "Bir daha seni arayanın da, sana ziyarete gelenin de..." diyerek köyümün yolunu tutuyorum...
Hakan Yozcu
08.11.2018
Gazimağusa
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.