- 567 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Vazgeçenler kazanıyor
Orhan Pamuk’un Öteki Renkler’i Şeyh Galib’e ait olan şu ifadeyi epigrafı kılarak başlıyor: "Her renge boyan da renk verme!" Bu cümleyi ’renk vermek’ tabirinin günümüzde geldiği ’halini çaktırmamak’ eşiğinden seyredince pek ileriye gidilmiyor. Fakat Bediüzzaman’ın 24. Söz’deki zühre-katre-reşha örneklemesi üzerinden seyretmeyi öğrenince, yetmiş libaslı bir huri gibi, açıldıkça açılıyor. Herbir katmanında (hiçbiri diğerisini örtmeyen) başka başka güzellikler, zarif manalar, ruhunuzu sarıyor. Hatta, ben buradan, ta Nur sûresinin 45. ayetindeki "Her canlıyı sudan yarattı!" ifadesine kadar uzanabiliyorum. Seyredebiliyorum. Çünkü, çok daha önceden, İsimle Ateş Arasında’dan şunu bakışı öğrenmişim:
"Her çiçek usaresiyle kaimdi. Hepsinin illeti su, sebebi su, cevheri su. Ama yine de suyun kokusu yoktu. Suyun kokusu yoktu ama bu yokluktaki hikmeti görüyordu Nihade. Koku, koku özünün havaya karışması ile gerçekleşen birşeydi. Bu yüzden değil mi ki üzerine su dokunan sardunya, buharlaşan su damlacıklarının uçucu olan koku zerreciklerini de havaya kaldırmasıyla kokusunu salıyordu. Islanan gülün, kokusunu daha iyi salması bu yüzdendi. Herşey dengedeki hikmetteydi. Suyun kokusu olsaydı bütün kokular birbirine karışırdı. Hele yağmurdan sonra! Oysa, diyordu Nihade, suyun kokusu olmadığı için yağmurdan sonra duyulan toprağın kokusu oluyordu. Gülün, karanfilin, diğer kokulu yaprakların, çiçeklerin, otların. Kelamın özü: Sardunyanın, toprağın, servinin kokusu olsun diye yoktu suyun kokusu."
Nazan Bekiroğlu’nun su-hiçlik-koku ilişkisi üzerinden dikkatimizi çektiği bu hakikat, aslında, tüm İslamî metinlerde, özellikle de tasavvufî metinlerde, karşımıza çıkan ’fena sırrının’ misallendirilmesinden başka birşey değil. Evet. İnsan içinde bir yerde Allah’ta fani olmayı ister. Çünkü, Bakara sûresinin 138. ayeti, ta elest bezminden fıtratına bir desen gibi dokunmuştur: "(Ey mü’minler! Deyiniz ki: Bizim boyamız) Allah’ın boyasıdır. Allah’ın boyasından boyası daha güzel olan kim vardır? Ve bizler ancak ona ibadet edenleriz."
Zaten bütün bir İslamlık yolculuğu aslında insanın ’kendinin sandığı/sanrıladığı renkleri’ terkedebilmesi meselesidir. Örneğin: Varlıkla muhatabiyetinde kendi sınırlı kâr-zarar algısını değil de şeriatın helal-haram sınırlarını esas alan müslüman, salt kendisi olarak varolmayı terkedip, Allah’ın dilediği şekilde varolmayı seçmiştir. Yansıyandan yansıtıcılığa terfi etmiştir. Zannını, resmin bütününü gören ezelî ve ebedî bakışın, duyuşun, bilişin, hikmetin kucağına terketmiştir. Dikkatinizi çekerim: Aklını değil zannını terketmiştir. Çünkü akıl bizatihi esir alıcı değildir. Zanlar esir alıcıdır. Zira onlarda ’aklın içinde kalarak çalışmak zorunda bırakıldığı’ bir zindan vardır. İşte bu zindandır insanın fena ile kurtulmak istediği.
Kişi kendi olarak fena bularak varlığını yitirmez aslında. Aksine. Özgürleşir. Kendinden daha aşkın bir hale gelir. Yüzümüzü yeniden 24. Söz’e çevirerek konuşmamız gerekirse: Zührenin ’renklerinden vazgeçerek’ dönüştüğü katre, katrenin ’sınırlı yansıtıcılığı’ndan vazgeçerek dönüştüğü reşha, varlığını eksiltmemiştir. Arttırmıştır.
Çünkü ancak bu şekilde zühreyken olduğundan daha fazlası olmuştur katre. Katrenin taşıyabileceğinden daha fazlasına ancak bedeninden vazgeçerek ulaşmıştır reşha. Yaşananlar zahirde bir varlık yitimi gibi algılanabilir. Zindanında özgürlük arayanlar, ne çok yazıktır onlara, bunu böyle yorumlayabilirler. Fakat hakikatte, varolanlar, ancak ’daha az varolmaya çalışarak’ varlıklarını arttırırlar. Böylelikle ötekilerini de kendilerine katarlar. Kendilerini öteleriyle boyarlar. Perde ne kadar incelse arkasındaki manzaradan o kadar daha istifade edilir. Ayna ne kadar parlasa o kadar yansıtışı netleşir.
Dinlemeyi bilen insan, sürekli kendisini konuşan, dolayısıyla kendisini dayatan, insandan daha fazla sevilir. Başkalarının düşüncelerine değer veren insan, yalnız kendi düşünceleriyle hareket eden, dolayısıyla kendisini dayatan, insandan daha fazla kalbe girer.
Kur’an’da iyi liderliğin ölçülerinden birisi de, işte biraz da bu sır nedeniyle, istişaredir. Uhud’un dönüşünde Aleyhissalatuvesselama mü’minlerle istişare etmesini emreden ayetler aslında bir açıdan kulaklarımıza Şeyh Galib’in o dizesini tekrar ederler: "Her renge boyan da renk verme!" Evet. İşte, okulda, evde, dost meclislerinde kendi rengini dayatanlardır gökkuşağı katilleri. Kişi kendi renginin baskınlığından vazgeçtikçe, tabir-i caizse, fena sırrına erdikçe, yaşam sonsuz yansımalar barından bir aynalar koridoruna dönüşür.
Herkes herkesin içinde yansır. Herşey herşeyin içinde yansır. "Mü’min mü’minin aynasıdır." Neden? Çünkü mü’min kendi renginden vazgeçebilmeyi öğrenebilmiş insandır. Renk vermeden renk almayı, su gibi olmayı, kokusundan vazgeçerek dünyayı kokulara boğmayı (inşaallah) başarabilmiş insandır. Elbette burada kastedileni bir tür asimilasyon olarak da algılamamak gerek. Bizim kendimizde yoketmeye çalıştığımız başkalarının alanlarına taşan, onların varolmasına engel olan, bizi kendimizde boğan yanlarımızdır. Yoksa Allah’ın bizi ’biz’ kılan nakışlarından vazgeçiyor değiliz.
Ağacımızdan vazgeçmeyiz. Dallarımızı budarız altımızdaki fidanlar da güneş görsün diye. Ve bazen de toprak gibi kıyasıya her yerde varoluruz üzerimizde ekinler yeşersin diye. 24. Söz de bize der: "Öyle bir reşha ki, kendi zâtında fakirdir. Hiçbirşeyi yok ki, ona dayanıp Zühre gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki onunla görünsün. Başka şeyleri de tanımıyor ki ona teveccüh etsin. Hâlis bir safveti var ki, doğrudan doğruya güneşin timsalini gözbebeğinde saklıyor."
Arkadaşım, o Rahman u Rahim’in her canlıyı sudan yarattığını bize hatırlatmasında bence böyle bir hikmet de var: Su, varlık olarak birçok şeyden vazgeçebildiği için, bu kadar çok şey olabilmiş. Kokusundan vazgeçmiş her güzel koku onun olmuş. Tadından vazgeçmiş her lezzetli şeyin içine konulmuş. Renginden vazgeçmiş herşeyin rengini yansıtır olmuş. Yani, kendisi olarak hiçleşmiş, ama en nihayetinde herşey olmuş. İşte, Allahu’l-a’lem, ’fenafillah’ penceresi de biraz buraya bakıyor. Evet. Allah her canlıyı sudan yaratıyor. Çünkü reşha vazgeçmiş. Vazgeçenler kazanıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.