KAYBOLUŞUM
Küçüktüm, kaybolmuştum. İnsan ömründe hiç kaybolmadıysa neyi bulabilir ki? Kaybolmak kendini bulmaktır bazen ötelerde. Gözlerimi kapattım kaybolmuşluğuma, her şeye yumdum kirpiklerimin ardındaki dünyayı. Ateşe koşan kelebekler gibi koştum. Geceye meyleden mehtap gibi yürüdüm.
Sağıma baktığımda, tepedeki evi gördüm. Terk edilmiş olmalıydı. Uzaktan evin üst katındaki kırık pencereleri görebiliyordum. Yirmi otuz metre kadar yürüdüm. Evin bahçe kapısının önünde durdum. Bahçenin kapısı çok eskimişti. Duvarla kapı arasında boşluk vardı. Ah, şu ahşap kapılar. Nedense taş kadar dayanamıyorlar yağmura. Aralıktan kafamı uzattım. Aslında içeri girmeyi düşünmüyordum ama nasıl olduysa küçük bir hareketle bahçede buldum kendimi.
Aaa bu bahçede bahar var diye seslendim kendi kendime. Çimenler yeşermiş, çiçek açmıştı bazı bitkiler. Hemen ilerde kale gibi duruyordu yıkık dökük ev. Evin bahçesinde beş adım attım, altıncıda düştüm. İstesem hemen kalkardım ama kalkmak istemedim belki düştüğüm yerden. Hem hiç düşmediyseniz hayatı nasıl tanıyacaksınız. Evin kapısının mandalı kahverengi idi. Kahverengiyi yüz metre uzaktan tanırım. Ressam olsam kahverengi göz çizerdim. Hatta ağaçların yapraklarını da kahverengi çizerdim. Evin üst katındaki pencereler kırıktı. Ama birinci katındaki pencerelerin camları yerinde duruyordu. Kirden rengi değişmiş olma ihtimali olsa bile perdeler yerindeydi. Pencerenin çerçeveleri eflatundu. Boyası çoktan dökülmüş bu evin penceresin eflatun kalmasına şaşırmıştım. Üstelik pencerenin önünde yüzlerce eflatun çiçek vardı.
Ne güzel uyum içerisindeydi her şey… Kar vardı çiçeklerin dibinde. Şaşırdım. Hava sıcaktı. Çiçekler kardan besleniyordu.
Bu evin içinde ne var acaba? Yani eflatun pencerenin hemen arkasında. Bunları düşünürken bir at sesi duyar gibi oldum. Sesin geldiği yeri anlayamadım. Dediğim gibi düşmüştüm. At sokaktan geçiyor olabilir. Belki de at sesi içerden geliyordur. Ya karşımda duran şu yıkık evin odalarından birinde.Belki küçükken girmiştir at bu eve. Sonra Kafka’nın Dönüşüm kitabı geldi aklıma. Orda birisi böceğe dönüşmüştü. Ya şimdi eflatun çiçeklerden uçarak içeri giren uğur böceği içerde ata dönüşmüşse. İnsanlar bu evi terk ettiği için böcekler istediği şekle dönüşebilirdi. Bir keresinde kardeşim arı olmuştu. Dizlerim kanıyordu. Elimle sildim.
İstesem kalkar evin içine girer odada siyah bir at olup olmadığını görebilirdim ama korktum bir an. Hem dışarıda bahar vardı. Papatyalar, mor çiçekler, yeşil yapraklar. Ve eflatun. En çok eflatunu sevdim. Ne kadar ıssız diye düşündüm buralar. Sırtımı ne güzel ısıtmıştı güneş. Fakat böyle bahçede kelebekler olmalıydı. Kelebekleri arıyordu gözlerim. Yoktular. Geç kalmıştım belki. Belki de erken geldim. Beklemek isterdim ama kaybolmuştum. Vaktim olsa ve suluboyalarım yanımda olsa kelebek çizerdim. Siyah ve kahverengi. Belki ela renkli kelebekler.
Kelebekleri ararken ters lale buldum. Nedense bana hüzünlü gelir ters lale. Ama neden bir tane. Keşke daha çok olsalardı. Yaprakları yeşil, çiçekleri kırmızıydı bu lalenin. Kırmızı. Dizlerim kanıyordu. Düşmüştüm.
Uyudum. Rüyamda düştüğüm yerdeydim yine. Kalktım. Siyah bir ata bindim. Dağları, ovaları, denizleri aştım. Sivas’a gittim. İstanbul’a gittim. Ayasofya, Sultan Ahmet. Musul, Halep. Çocuktum. Yedi renkli çiçek arıyordum.
Uyandım. Gözümü açtım. Yıkılmıştı ev.
**
Nemli duvarların dibinde büyürken yedi renkli çiçekler
Gözlerinin önünden geçen İstanbul köprüleri kuracağım sana
Yaz mevsimin kuru havası dolarken kapalı pencerelerinden
Yağmur olup yağasım var bahara önce ellerinden
şehir düşlerimde yitik alfabe
bir kente neresinden girilir, mor çiçekleri sermeliyim önüne
Sonra ters lale yaparak parmaklarına mabedin çehresinde
Saatler durdu bak; dönen benim, hasar görmüş o taşların yerine
Sözlerim sükûta meylederken, kelimeler sığmaz desenlerine
Durdurun akrebi, durdurun fırtınada savrulan kumları kum saatinde
Siyah atlar koşsun Beyazıt meydanından Sultan Ahmet’e
Parmakların varisi olsun Fuzuli’nin, Leyla şehzade
Bozkır yorgunluğu demlesin kadehlerde kahve yerine
Gözlerine sığınsın yenilen orduların hüznü
Geç oldu, yaz bitti, son çiçekler bağdaş kursun dizlerinin dibine
Yusuf Bal
İrade Gazetesinde 21 Nisan 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.