ULUSLARARASI II. ÇAN TÜRK DÜNYASI ŞİİR VE MÜZİK FESTİVALİ ...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ULUSLARARASI II. ÇAN TÜRK DÜNYASI ŞİİR VE MÜZİK FESTİVALİ
VE
EDEBİYATIMIZIN, ŞİİRİMİZİN İKİ AK YÜZÜ: FATMA ÖZGER BİLGİÇ - ORHAN OYANIK
(6) (Final)
Bilgi hazinemiz Zafer Bozoğlan hocamız muhteşem anlatımı ile şehitlerimizin manevi atmosferinde otobüsümüz Kuzey Cephesine yöneldi. Geçtiğimiz her yerden şühedalar fışkırıyor, barbarların ise kudurmuşluk havlamaları kulaklarımızı tırmalıyor! Katil sürülerinin her metre karesine 4000 bin mermi sıkması ile kendi öz topraklarında gencecik yaşlarda şehitlerimizin kanlarının sıcaklığını kokusunu hâlâ taptaze gül, mis gibi içimize çekiyoruz. Yol aldıkça ve olayların geçtiği mekanlardaki şanlı mücadelemiz anlatılırken dolup dolup taşıyoruz. Ağlamamak ne mümkün!.. Çift çift ağlıyoruz; gözlerimiz ve yüreğimiz. Daha bir iç dolmuşlukla… Günümüz insanlarına baktıkça; topraklarımız için toprağa düşmüş memleket evlatlarına daha bir aşkla yüreğimize kazıyoruz. Günümüzün çoğunluğu kadir, kıymet bilmez sorumsuzluğunda bir kez daha vuruluyoruz!
Anzak Koyu diye adını verdikleri katilleri anlatıyor hocamız. Onlar bize kurşun yağdırırken ve acımazsızca katliamlar yaparken bizim askerimizin ateşi ile yaralanan ve on adım ötedeki Anzak askerini kucaklayıp kendi cephesine taşıyan ve ona elbisesini yırtarak yarasına tampon yapan, ona her türlü bakımını üstlenen, su içirip kendi yiyeceğini veren askerimiz aslında kendisi derin yaralı, umursamıyor kendi yarasını. Onlar bize kurşun sıkarken, biz onlara hayat kendi hayatımızı hiç ederek yardım elimizi uzatıyoruz ve biliyor ki askerimiz, onunda bir anası, eşi, çocukları var! İşte bizim Mehmedimiz kendisine aldırş etmeden kahpe askerin yarasını iyileştirmek için canını feda edecek kadar seferber olurken, Türk’ün seciyesini, karakterini, hasletini gösterirken dünyaya; bir kez daha görüyorlardı kimin barbar olduğunu! Biz buyuz işte. İngiliz kahpeleri gibi Mısır’sa 15 bin Türk askerini esir aldıklarında uyguladıkları neydi biliyor musunuz? Su dolu bir havuza siyanür bırakılarak askerlerimizi o havuzun içine dipçik zoru ile havuza itilerek hepsinin gözlerinin kör olmasına sebep olmuşlardı. İşte aradaki karakter farkı buydu. Türk hiç bir zaman esirlerine kahpelik yapmamıştır tarih boyunca. Bundan böyle de yapmayacaktır her türlü kahpelikler sergilemelerine rağmen!..
Ya; düşünüyorum da bir neden bulamıyorum. Bu Anzak denen domuzların ta Yeni Zelanda’dan gelerek Çanakkale’de Türk’ün kendi topraklarında kan akıtacak, katliamlar yapacak, yurdumuzu talan edecekler! Binlerce kilometre uzaktaki bir memleketle meselemiz ne olabilirdi ki? Ama bu olanların baş rol oyuncusu İngiliz firavunlarıydı aslında! İngiliz keferesi Hindistan’dan ve uzak doğu Müslümanlarını toplayarak ’’sizin kardeşlerinizi kurtarmaya gidiyoruz!’’ yalanı ile topladıkları müslümanları Çanakkale’ye getirerek müslümanı müslümana kırdırtma planını ancak bu iblisler yapabilirdi! Velhasılı Türk’ün sekiz bin yıldan fazla yaşadığı ve müslümanlığı kimsenin zorlaması olmadan kabul eden Türk’ün Anadolu topraklarına müslüman olarak yaşamak için yerleşik hayata geçmelerini hazmedemeyen Bizans artıklarının kini ve nefreti bin yıldır sürdürmekteydi. İşte onun intikamını almak için Osmanlı dediğimiz Türk devletinin o muhteşem gücünün zayıflayarak çökmesini fırsat bilen keferelerin saldırının sebebi; tarihe not düşürdükleri intikamdan başka bir şey değildi!
Zaten Türk milleti tarih sahnesine çıktığı günden itibaren hakkı, adaleti, hakkaniyeti, vicdanı, insanlığını, Allah’a olan sevgisi nedeniyle her millet düşman olmuştu. İslam kardeşliğimiz var dediğimiz ve bizim himayemizde varlıklarını sürdürmüş, kıymetlerine kıymetler kattığımız Efendimizin emaneti toprakları koruduğumuz halde küffarla işbirliği yaparak bizleri düşman ilan eden, Ortadoğu cephesinde, Yemende, Hicazda ve diğer müslüman beldelerinde bize karşı katliamlar yapan Arap bedevileri kalleş tuzaklarla nice Mehmetlerimiz şehit olmuştur. Kutsal toprakların kafirlerin eline geçmesine yardım etmişlerdir. Uzak doğuya bakarsanız hakeza aynı düşmanlıklar Türk’e vardır! Ve bu düşmanlıklar hala sürdürülmektedir. İşte o nedenle Türk Allah’ın yer yüzündeki temsilcisi, kılıcı, gölgesi olması nedeniyle emperyalist kan emicilerin baş düşmanı Türkler olmuştur tarih boyunca. Çanakkale’mizi, Anadolu’muzu kan gölü haline getiren batılı güçler, Siyonistler Türk’ün kanını akıtmaktan geri durmamışlardır. Bakınız Balkanlarda Türk’e yapılan katliamlara...
Zafer hocamız, Anzaklar anıtını ve mezarlarını gösterirken hemen sordum: ’’ Hocam ne işi var bu mezarların topraklarımızda? Kaldırılmalı!’’ diye. Hocamız gerekli cevabı Türk’e yakışır biçimde yorumladı. Ama gönlüm rahat değil bu keferelerin topraklarımızda mezarlarının kalması! Gerçi şunu da düşünmeden edemiyorum! ’’ Kim bilir bu Anzak dediğimiz gençleri ne için getirdiler buralara, nasıl beyinleri yıkandı bu çocukların?’’ İngiliz yer yüzünün en büyük şeytanı ve deccali demiştim! Onlar kılıfını hazırlayarak o genç çocukları topraklarımıza kadar sürükleyip getirdiler!.. İnşallah bir gün Okyanus’taki bir adaya sıkışıp kalmalarına Allah daha fazla müsaade etmeden Okyanus’un azgın dalgalarında en derin suların içinde boğulup, yok olup giderler bir gün!.. Dünyanın en kalleş, kaypak, katil, sömürgeci hangi devlet deseler, tereddüt etmeden İNGİLİZLER derim!
Hocamız anlattıkça bende hırs bin katına çıkıyor. Öyle siperler vardı ki; o lağım tünellerinde siperlenen düşman askerleri binlerce askerimizi şehit etmişlerdi. O siperler hala dünkü gibi durmaktadır, korunmaktadır ibret-i alem için...
57. Alay’ımızın şehitliğine geldiğimizde ağlamamak için kendimi zor tuttum. Dualar yolladım yiğitlerimizin ruhlarına. Güzelde bir abide yapmışlar. Ve Şehitliğin girişinin sol kısmına bir gazimizin anıtı dikilmiş. Karşısına geçip dakikalarca saygı duruşunda bulundum, fotoğraflarla abideleştirdim. 57. Alayımızdan hiç bir askerimiz sağ kalmamış, hepside şehit düşmişlerdi. Mekanları cennet olsun, nur içinde yatsınlar. Her Türk bunların hikayesini mutlaka okumalı. Burada yazmama gerek yok’ Çünkü bu bir anı yazısı.
Zafer hocamız Conk bayırını anlatırken ondaki heyecanı görmeliydiniz. Adeta o günleri yaşıyor. Bir de asker olması onu daha da etkiliyor. Anlattıkça göğsümüz nasıl kabarıyor, gururlanıyoruz. Atatürk’ün gazi olduğu alana gelirken nice bilgiler verdi bize hocamız. Geçtiğimiz yerlerin her karışı bir destan, şüheda fışkırıyor topraklardan! Kan ve gözyaşında boğuluyoruz!..
Mustafa Kemal Atatürk’ün gazi olduğu tepeye geldiğimizde içim bir tuhaf oluyor. Mustafa Kemal’in tam vurulduğu yerde duruyor, ileriye bakıyorum. Uçsuz bucaksız bir alan ve o alandan yağmur gibi mermiler yağıyor oraya ve işte bu esnada Mustafa Kemal vuruluyor. Allah’a şükürler olsun ki; Allah onu bize bağışlayarak tarihimizi yeniden yazdırtıyor ona ve silah arkadaşlarına. Mustafa Kemal vurulduğunda eğer saati olmasaydı kurşunun geldiği yerde, belki de bizler şimdi bir milletin esiri olacak veya yok olacaktık! Bu da bir Allah’ın mucizesidir diye dua ediyorum Yaradan’ıma. Büyükçe bir anıt dikilmiş oraya. Nasıl kalabalık o tepe. Dünyanın dört bir yanından gelenlerle dolu. Önemsiyor yabancılarda bu savaşı. Çünkü eşi benzeri yok dünyada bu savaşın! Gel gör ki; kendi insanımıza anlatamıyoruz. Burada bayağı kaldık. Sağı dolu büyük bir vadi tepelerle çevrili. Her taraftan saldırmış yamyamlar bize. Baktık, baktıkça ecdadımızla gurur duyduk, şu halimizle kendimizden utandık!
Tepeden aşağı indik Fatma, ben, Saadet kardeşim. Tepenin hemen altına turistik eşya satanlar, yiyecek, içecek satan bir kafe konulmuş. Fatma kardeşimle Türk kahvesi aldık sonra peynir tatlısından bahsedince Fatma; hemen geri döndüm ve iki paket aldık. Saadet kardeşinde damak tadıymış peynir tatlısı, o da aldı bir paket. Rejim yaptığını sanan Fatma’mız peynir tatlısını afiyetle yemeğe başlarken otobüsümüze doğru gidiyorduk. Arkadaşların toplanmasını otobüsümüzün yanında beklemeye koyulduk. Çok geçmeden bütün arkadaşlarımız toplandı ve otobüsümüze binerek Çanakkale’ye dönüş başladı.
Oradan ayrılırken içimizde tatlı bir hüzün hakimdi. Akşamın güneşi yorgunluğunu dindirmek için dağ ardına uykusuna çekilirken bizde geldiğimiz gibi gemiye binerek o muhteşem denizimizin masmavi sularında gelin gibi süzüle süzüle gidiyorduk. Akşamın serinliği yüzleri okşarken romantik bir yolculuğa çıkmışçasına denizin sularını yara yara ilerliyordu gemimiz. Artık arkadaşlarla vedalaşma yaklaşıyordu. Etkinliğe gelirken sevinç yüklü idik ama şimdi ise dönüş için hüzün ve kederleri kuşanmıştık; bizleri yıpratıyordu ayrılık. Kolay değildi! Yüzlerce, binlerce kilometrelerden gelen can dostlarımızdan ayrılarak beli bir daha birbirlerimizi göremeyecek de olabilirdik. Sevindiğim ne biliyor musunuz? Yeni tanıdığım ve benim için kazanç olan kadim, vefalı can dostlar tanımamdı. Bazı arkadaşlarımız uzun zamandır tanıyor ve dostluklarımıza asla gölge düşmemişti, bundan sonra da düşmeyecek inşallah!
Rıktıma yanaşan gemiden bazı arkadaşlarımız benim gibi inmesi gerekiyorduiyordu. Çünkü Çanakka’den memleketine gidecekler otogara gitmesi geekiyordu. Kalan arkadaşlar ise otobüsle Çana döneceklerdi. Ben eşyalarımız otobüsten alıp hazırladım. Gemi rıhtımda boşalırken arkadaşalrımızla vedalaştık. Kendimi zor tuttum ağlamamak için. Kalanlarla vedalaşarak aralarından boynu bükük ayrılırken elimde bavulum dışarı çıktım. Geriye bir kez daha dönüp baktım, bu sefer gözlerim yaşarmıştı. Boğazıma düğümlenen, kirpiklerimin arasına gizlenen gözyaşlarım sulamadan yanaklarımı aceleyle kucaklaştım otobüs şirketinin yazıhanesine doğru. Yazıhaneye vardığımda sevis otobüsü gitmişti. Otobüsümün kalkmasına da yirmi dakika falan vardı. Yetişemesem diye de bilet almaya cesaret edemedim. Diğer yazıhanelere baktımsa da Konya’ya araba yoktu ertesi güne kadar. Baktım saat yaklaşıyor. Hemen bir taksici durdurdum ve durumu anlatınca; ’’abi sen merak etme, otobüse seni yetiştiririm!’’ deyince tereddütsüz atladım taksiye.. Genç bir delikanlı ve çok dürüst biri idi. Biraz sohbet ettim. Çanakkale’nin iyi ve zengin mütahitlerindenmiş zamanında. İflas etmişler hesapsız iş yapmalarından dolayı ve babası da şuan da hapisteymiş. Üzüldüm. Ama genç çok çalışkan biri. ’’İnşallah eski günlerinize dönersiniz’’ dedim. Beni tam zamanında otogara yetiştirdi. Eşyalarımı o indirirken yıldırım hızı ile yazıhaneye koştum bilet için ve hemen otobüsün gelip gelmediğini veya gitti mi?’’ diye soluk soluğa sorarken bileti kesen genç güldü. ’’ Yok abi, arabamız henüz gelmedi!’’ dediğinde sevincimden uçtum. Taksiciye dönerek parasını verirken; ’’Allah yolunu, bahtını açık etsin ülküdaşım!’’ dedim. Delikanlı ülkücü olduğunu söylemişti. O işine dönerken, ben de otogarda otobüs beklemeye başladım.
On dakika sonra da otobüsümüz gelmişti. Eşyalarımı bagaja koyduktan sonra geçip koltuğuma oturdum. Yolcuları alıp, işlemler bitince otogardan ayrılarak Konya’ya geri dönüşüm başlamıştı. Çanakkale ışıl ışıl parlıyordu. Gökteki yıldızlar ve ay Çanakkale’nin şehitler toprağına selam dururken beni de yolcu ediyordu uzaklara. Doyamamıştım şehitliğimizi gezmeye. İnşallah bir daha nasip olur diyerek dualarımla uzaklaşarak gecenin sesizliğinde buruk bir sevinçle ayrılıyordum şehitler yurdundan...
Teşekkürler Fatma Özger Bilgiç, Orhan Oyanık kardeşlerim.. Bizlere edebiyatımızın en güzel etkinliklerinden birini daha yaşattınız! Var olunuz. Bana yeni yeni arkadaşlar tanımama fırsatı verdiniz, şehitlerimizi gezme şansı tanıdınız. Her ikinize de ayrı ayrı şükran ve teşekkürlerimi sunarım. İyi ki varsınız! Gelecek etkinliklerde inşallah tekrar buluşuruz sizlerle ve can dostlarımızla. Bu anı yazımda isimlerini zikremediğim arkadaşlarımdan özür dilerim. Ama hepiniz gönlümde ve yüreğimde vaz geçemediklerimsiniz! Her birinizle ayrı ayrı özel anılarım oldu. Ne güzel yürekli şairlersiniz, yazarlarsınız. Her birinizin kaleminden bal damlıyor yürek dostlarım...Bu anılarımı bir ömür yürek defterime silinmez kalemle yazdım bilesiniz. Her daim yanınızdayım, kalbinizdeyim...
Allah’a ısmarladık!..
Son...
Zafer Direniş
…
10 Ekim 2018 Çarşamba 13:45 KARABULUT