- 458 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KESİT
Bir evimiz vardı on onbeş metre kare civarında. Tek oda. Her şeyi içinde. Mutfak, banyo, yatak odası, oturma odasını içinde barındırırdı. Kapının içinden odanın içine girildiğinde tam karşınıza bir taft çıkar orası yatak odası, hemen sağ tarafa dönersin adi ocak ama mutfağımızdı. Kapıyı kapatıp, arkasına baktığınızda tek beton olan alan, orası da banyo. Büyükler banyo yaptığında çocuklar dışarıya çıkarılır. Çocuklarda üşümesinler diye ateş yakılır, her çocuk sırayla banyo yapar. İşi biten yanan ateşin başına oturtulurdu. Ateşin üzerine dışı ateşin isinden iyice siyahlaşmış bir çaydanlığımız vardı. Çaydanlığın mavi olan rengi belli başlı yerlerinde gözüküyordu. Su kaynadığında içine atılan bir avuç ıhlamur çocuklar içindi. Onu içtiklerinde hasta olmayacaklardı.
Her sabah erkenden kalkılır, çaydanlığın fokur fokur kaynaması çocuk seslerine karışırdı. Kahvaltıda menü değişmezdi. Çökelek, yeşil zeytin, yumurta, tere yağı. Tavuklar doğurmazsa o gün yumurta olmaz, hele inek süt vermez olduğunda ne çökelek nede tereyağı bulunmazdı. O zamanlar yeşil zeytine talim. Ekmek sabahları bazlama, öğle ve akşam yemeğinde ya don bazlama yada yufka.
Ne yağmurlar yağardı. Gök gürlemesi, şimşek çakması müthiş, kedi yavrusu gibi çocuklar eşikten dışarıya bakarlar, her gök gürlemesinde geriye doğru koşarak yatağa sokulurlardı. Çatımız akardı. Babaannem hemen leğen, tabak ne bulduysa yağmur damlalarının altına onları bırakırdı.
Cin hikayeleri anlatırlırdı. Sisli havalarda hortlayan ölülerin hikayelerini dinlerdik. Her evden uzaklaştımızda cinler , hortlaklar gelirdi gözümüzün önüne; koşarak dönerdik eve. Hele hayalimizdeki cinlere benzettiğimiz insanlar; onların ne yanına yaklaşır, nede onun evinin önünden geçerdik. Çocukların evden uzaklaşmaması için uydurulan tehlikeli hikayelerdi. Bilinç altına öyle bir yerleşmişti ki; evden her uzaklaştığımızda tek başımıza değil, tüm kardeşlerimizle giderdik. En çok ta mezarlıktan geçen insanların özellikle tek geçiyorlarsa türkü söyleyerek geçtiklerini, sıkıştıklarında da bildikleri duaları okuyarak hızlı hızlı geçtiklerini anatırlardı.
Babam namaz kılmazdı. Çocukların dini eğitim almaları için bizi camiye gönderirlerdi. Hocamız yanında uzun bir sopası, namaz kıldırmak için toplumun önünde saf tuttuğu yerde otururdu. Çocuklar karşısında dizilir, sırayla okurlardı. Elif cüzünü bitiren, amme cüzüne onu da bitirdikten sonra kuran okumaya geçilirdi. Biz bir türlü amme cüzüne geçemezdik. Yediğimiz dayak sıradanlaşmış, dayak yemediğimiz günlerde hocamızın gelmediği günlerdi. Gençlerden birileri bizleri okutur, yanlışlarımızı gösterirlerdi. Onları çok severdik.
Ah hocam ellerimiz şişerdi yediğimiz sopadan, ama yine de giderdik o camiye. Evde kalsak bu kez babaannem döverdi. Dayak yememiz için sebep çoktu. Mimbere çıktın dayak, filanın çocuğuna vurdun dayak, camiye gelirken veli emminin kirazlarına dalmışın dayak, lastikle kuş avlamaya gittin dayak…. Bir gün yine bir şeye kızmış; üç kişiydik üçümüzü de karşısına aldı. Elindeki o uzun sopayla var gücüyle elimize vurmaya başladı. Bir yandan da söyleniyordu’’ sülalenizde hoca var mı ki, terbiyesizler.’’ Öğleden sonra eve geldiğimizde anam; üzülmeyin oğlum dayak cennetten çıkma hocanın vurduğu yerde gül biter. O gül, bir türlü ellerimizde bitmedi. Yediğimiz yanımıza kaldı.
Tuvaletimiz yoktu. Her sabah kalktığımızda koşarak bahçeye dağılır her bir çocuk kendine bir çalı dibi bulurdu. En zoru da gece tuvalete gitmekti. Yanımızda biri olmadan gidemezdik.
Bir gece ay tutulacak dediler. Herkes akşam bizim evin önünde toplanmıştı. O gün dolunay vardı. Belli bir zaman sonra ay kızarmaya başladı. Babaannem Ayı zebaniler tutuyor, herkes tenekeye vursun, gürültü çıkarsın o zaman zebaniler ayı bırakır giderler. Biz avazımız çıktığı kadar bağırıyor, tenekelere vuruyor mümkün olduğunca fazla gürültü çıkarıyorduk. Komşu ezan okumaya başladı. Namaz vakti değildi, neden okudu anlamadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.