- 767 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-AMATÖR RUHA PROFESYONEL DARBE Mİ?-(2)
Rüzgârla yarışanlar bir kez daha bir arada. Yine heyecan son haddinde, nefesler tutulmuş, nice yüreklerde ne kasırgalar, tayfunlar kopar. Kopar da mikrofonu dışarı vermez ki bu asırlara bedel his girdabı.
Start beklenir soluklar tutulmuş. Bir tabanca sesi pamuk ipliğine bağlı aralıkları belirlemek üzere. Sporcularda da heyecan son haddinde ki, erken fırlayanlar olur çok kez. Start tekrarlanır da, kaçıncı sefer bilinmez bu arenada. Dizlerin bağı çözülmüş sanırsınız. Nihayet yarış başlar ve ve, aaaaa! Finiş. Bu ne şimdi, şaka mı yoksa? Her şey bir on saniye için miydi? Hayatında ilk kez tanık olan için mânâ ve mânâsızlık bir arada olmalı çok defa. Oysa ölümsüz bir andır yaşanan. Kameralara gülümseyenler, sıcak samimi pozlar kadar bakışlarını kaçıranlar, seri tokalaşıp hızla sıvışanlar mı ararsınız? Nihayetinde fotofiniş ancak belirler sıralamayı. Ve ilk dereceler muhakkak düzeltilir.
Olimpiyatlar nice branşa ev sahipliği yapar da en popüler alan atletizmdir dersek mübalağa mı ederiz acaba? Bu izlenirliği ve ilgiyi katlayan yüksekliğin antik çağ olimpiyatlarına kadar uzanan bir mazisinden söz edilebilir. Kim bilir daha eski zamanlara belki de. Tarihte harplerle özdeşleşen bazı silahların zamanla sportif mücadele alanına dönüşmesi kadar bir zaferi ülkesine duyurmak için koşan, ölümcül bir koşu tutturan ve haberi ulaştırdığında ise yığılıp kalan asker efsanesinden kaynağını alan maraton koşusu hep atletizmin büyülü dünyasının bir parçası olmalı.
Enteresandır atletizmin dayanılmaz cazibesini kanatlandıran adeta tek bir müsabakadan söz etmekte mümkündür. Yüz metre evet. O kadar açıktır ki bu, yüz metre erkekler ve bayanlar finalinin art arda koşulduğu ve nefeslerin tutulduğu bir kaç dakikalık zaman dilimini müteakip her şey normale dönmektedir. Şu kadar ki, orta mesafe koşuları ve atlama dallarının seyirlik zevki az buz mudur? Kuşkusuz değil. Ne ki, yüz metrenin muhakkak bir otoritesi vardır. Öyle ki, on saniyelik bir zaman diliminde duygular zincirlerinden boşalmakta ve sonrasında ise ortalık sütliman olmaktadır. Dalgalanır da durulur milyonlar hatta milyarlar belki de.
Bunu belirleyen nedir peki? Yüz metrenin bu mistik dokunuşu nereden gelmektedir? İnsan gücünün nerelere ulaşabileceği/uzanabileceği hususuna vurgu yapılır kimi. Gerçektende yüz metre dünya rekorunun nereye kadar gideceği/gidebileceği merak konusudur. 1936 Berlin olimpiyatlarında Hitler’in yüz metreyle beraber toplamda dört altın kazanan Jesse Owens’in siyahi bir sporcu olması ya da belki de Alman olmaması karşısında stadı terk etmesi sosyo politik bir mesajla yüklüdür. 1968 Mexico City’de ilk defa on saniye altına inilmesi yüksek irtifaya bağlansada kritik bir aralık teşkil eder. Öyle ki, hangi derecelere kadar gelişme gösterecektir rekor? Öyle ya, bilim kurgu filmlerdeki ışınlanmak misali başlaması ile bitmesi birebir değeri verebilir mi gelecek zamanlarda? Yahut beş saniyede koşulması mümkün mü?
Kanada’lı sprinter Ben Johnson’un bin dokuz yüz seksen yedi senesinde Roma’da 9.83, bin dokuz yüz seksen sekizde ise Seul Olimpiyatlarında 9.79 koştuğunda ünlü spor yazarımız Hıncal Uluç’un insan gücünün büyülü dünyasına kanat açan coşkulu sözleri kulaklarımı doldurmakta. Beraberinde rahmetli Kenan Onuk’un ses tonunu dolduran sunumuyla birlikte atletizm otoritesi Nejat Kök’ün adeta bu iş için yaratıldığı hissi veren; tıpkı Murat Murathanoğlu’nun basketbol ya da Gültekin Alpay’ın at yarışlarıyla bütünleşen anlatım tarzları gelir aklıma yine.
Konumuza dönersek, Londra’nın meşhur saat kulesinden ilhamla “Big Ben” olarakta anılır ünlü Kanada’lı sprinter. Ne ki, Seul’de ki müthiş derecesinden birkaç gün sonra doping yaptığı haberleriyle çalkalanır dünya. Ve kazandığı muhteşem zafer iptal edilecektir. Ardından yaptığı açıklamada bir önceki yıl dünya şampiyonu olurken de doping yaptığını beyan etmesiyle birlikte Roma’da ki derecesi de iptal olur. Sempatik atletin uğradığı yıkım tam bir hayal kırıklığı uyandıracaktır yeryüzünde.
Bu noktada şu sorulur kimi vakit. Atletizmde doping yaygın bir olumsuzluk değil mi? Ya da ilgili yarışlarda ikinci olan Carl Lewis’in birinci kabul edilmesi karşısında; sanki Lewis doping yapmadı da gibi sözlere rastlarız bazı. Gerçekçi dayanağı olan duygusal çıkışlardır bunlar halbuki. Temel bir dayanak noktası şudur düşünceme göre. Carl Lewis başta olmak üzere pek çok zenci sprinter ABD’li. Oysa Ben Johnson Kanada’lı. Emperyalizmin özellikle güney yarımkürede uyandırdığı duygular nezdinde alırsak Carl Lewis statükoyu da simgeleyebilir. Oysa Ben Johnson metropolü değil çevreyi simgelemekte. Dolayısıyla boş verin dopingi Ben Johnson uçtu gitti resmen, sonra doping yapmayan mı var profesyonel alemde diyenlerde biraz bu ABD antipatisi psikolojiyi uyarmakta.
Diğer yandan psikolojik hadiseyi kişisel düzlemde okumakta imkânsız değil tabi. Evet bazı sporcular genel izleyici tarafından sempati halesiyle kuşatılırken kimisi antipatik, itici de gelir. Şampiyon bir sporcu olması da kurtarmaz bu hallerde. Hatta zirvede bir isim olduğunda negatif duygu ters orantılı olarak katlanır bir de bakarsınız.
Bu müsabakaları izlediğim dönemde kimi tanıdığım insanların; iyi oldu Ben Johnson kazandı, Carl Lewis çok şımarmıştı dediğini de gördüm. Negatif bir elektriği mi vardır? Kıl kuyruğun teki miydi yoksa? Ne ki, uzun yıllara yayılan istikrarlı başarılarından, sportif bazda tutarlı bir çizgi izlediğinden söz edebiliriz de. Rekortmen değil müsabık sporculardandır o.
Lewis genel olarak baktığımızda rekortmen bir sporcu değildir evet. Uzun atlamada dört kez olimpiyat şampiyonu olmasına karşın zamanın meşhur 8.90’lık rekor derecesi Mike Powell tarafından yenilenir mesela. Dünya rekoru hiçbir vakit ona ait olmaz açıkçası. Yüz veya iki yüz metre de bunun dışında olmasa gerek. Genel olarak devrinin rekor seviyesine yakın ve fakat altında dereceler yapacaktır. İki yüz metre dünya rekoru uzun yıllar İtalyan Pietro Mennea’ya aitken hiçbir dem Carl Lewis’e ait olmaz. Yüz metrede ise Ben Johnson’un rekoru iptal edildiğinde Seul’de elde ettiği 9,92 tescil edilirken 1991 Tokyo’da yakaladığı 9,86 hariç daha düşük derecelerle alınan madalyaların adamıdır o. Mesela Helsinki’de ilk dünya şampiyonasında 10.06 gibi oldukça düşük bir dereceyle kazandığı müsabaka onun rekortmen değil iyi bir müsabık olduğunu belgeler adeta. Yahut Los Angelos’da 9.99 misali dönemin dünya rekoruyla mukayese edilebilir de.
Şu kadar ki, 1988 Seul olimpiyatları arefesinde Amerikan takımı seçmelerinde dopingli çıktığı ve fakat bunun kamufle edildiği yönünde bir anlatıma rastlamak mümkün. Bunu şu bağlamda söylüyorum. Atletizmde sıfır dopingten söz etmek mümkün mü acaba? O kadar çok yıldız isim muhtelif yarışlarda dopingli çıkmıştır ki. Hatta eski doğu blokunun bu işin piri olduğu da ayyuka çıkmıştır hep. E kadın sporcuların erkeksi yapısını görüpte manzarayı çakmamakta biraz keksi olmaz mıydı gari?
Doğu blokunda kadınsı kadın atlet olarak bir Marlies Göhr gelir aklıma ne hikmetse. Ha birde sıkı bir Heike Drechsler hayranı idim kişisel tarihimde. Gençlik yıllarıma hitap eden farklı bir albenisi olsa da ne gam. Aldatıcı olmamalı derim. Podyumla pist arasındaki o incecik çizgi. Açıkçası uzun yıllara yayılan istikrarlı, tutarlı sporcu profili hatırlardadır sanırım.
Siyahi sporcularda da bu tarz örnekler yok değildir. Florence Griffith Joyner ya da namı diğer Flo Jo, Merlene Ottey, Marion Jones gibi isimler bireysel hatıratımda yerlerini almaz mı inceden? Ya da Amerika’lı orta mesafeci Mary Decker Slaney, hey gidi yaa. Hatta Marita Koch bile Jarmila Kratochvilova’nın maskülen duruşunun meydana getirdiği fonda hafif erkeksi duruşuyla ve büyüleyen başarılarıyla az kadınsı değildir sanırım.
Hiç kuşkusuz bu tip algılamalar ergenlik, erken gençlik, gençlik, geç gençlik –otellerin geç kahvaltı gece çorbası sunumlarından ilham mübarek- evrelerinin psikolojik izdüşümü dairesinde alınabilir de. Ne var ki, kadın sporcuların dehşetengiz performans ve fahiş derecelerinin erkek izleyici tarafından anlaşılıp, içselleştirilmesini bile etkilemekte zannımca.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
"Bir spor yarışması sırasında, vücuda üstün güç ve devinim sağlamak ereğiyle yarışmadan önce kullanılan güçlendirici, uyarıcı ilaç." yahut "(bir insana ya da hayvana) kimi bedensel özellikleri değiştiren ya da çok artıran uyarıcı bir ilacı çok az miktarda vermek." gibi tanımları vardır dopingin.
Etik ve tıbbi olumsuzluklarına rağmen önü alınamayan, profesyonel spor aygıtının dayattığı; hak etmediği başarıya talip olmak kadar yapanlar karşısında başarısız düşmemenin kaçınılmaz adresi midir doping?
Kesin olan bir şey varsa sporda amatör ruhun amansız düşmanı doping...