- 903 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
FİRKETE
Sana bir haberim var; Nail Bey ölmüş!
E zaten bin yaşındaydı dinozor.
Allah rahmet eylesin.
Onu ne zaman hatırlasam, yüzümde tarif edemediğim bir gülümseme olur. Aslında Onunla ilgili anılarım her zaman beni keyiflendirmiştir. Neden bilmem; öldüğüne tahminimden çok üzüldüm. Onu çok sevmezdim biliyorsun. Öldüğünü duymak, Daltonlar çetesinden Avarel’i daha çizmeyeceklerinin haberini almak gibiydi sanki. Ya da karpuzla peynirin ülser yaptığını öğrenmek...
Daha geçen gün, şu bizim güvenlik görevlisi arkadaşa onu anlatıyordum. Evet yine aynı mevzuda konuşuyorduk. Yalnızlık... Hiç kız arkadaşı yokmuş, kimse onunla ilgilenmiyormuş falan. " Burada yapayalnız çürüyorum. Tüm gün internette geziyorum. Vallahi oyunlarda, sohbet odalarında benim gibi sürüyle güvenlikçi var..." diyordu. Yine... Dedim içimden; Allah’ım sana geliyorum! Şu herifin kafasına bir saksı mı düşse! "Bu sefer bir destek çıkayım şuna" dedim... Sosyalleşmesi için önerilerde bulundum: Gezilere-turlara katıl, sosyal derneklere gir ya da danstır-müziktir bir kursa git... Hepsine bahane hazırdı tabii: Param yok. Çalışma saatlerim uygun değil, ..." Ne işin var böyle bir işte o zaman?..." demedim tabii. Tuttum çenemi. Bunun kararını ben veremem. Ama insanlar hayatta verdikleri her kararın bir karşılığı olduğunu farketsin artık.
Oturdum bizim "Firkete Nail" i anlattım uzun uzun. Nail Abi dedim, bizim vakfın müdavimlerindendi. Eskiden az biraz tiyatro yapmış. Halk Evinde piyano öğrenmiş bir zat-ı muhteremdi. Boyca uzun olmayan, burnu hariç -kazma gibiydi zira - dikkat çekmeyen bir adamdı. Zayıf vücuduna sonradan eklenmiş gibi görünen bir göbeği vardı. Ama onu özel kılan o meşhuuur perukasıydı. Kafasına ölü kedi oturmuş gibi görünen,yanık kahve, çitişik, firketeleri hep ortada olan perukası. Zaten muhteşem olmayan yüzü, Ayhan Işık filmlerinden kalma bıyığı yetmezmiş gibi bir de o peruğu takardı garipliğini tamamlaması için. Ama hakkını yememeli tabi; her zaman ütülü kıyafetler giyerdi. Gömlekleri kolalı gibiydi. Takım elbiseler sütlü kahve, morumtrak maviydi ama olsun. Takımdı. Fularsız gezmezdi mesela. Ben dahil, vakıfta kimse onun boynunu görmemişti. Ama o katlanılmaz çilekli sakızı yok mu?... İşte o bitirirdi her şeyi... Nail Bey dişçiden korkarmış çocukluğundan beri. Çokça çürük dişi olduğu söylenirdi. Ağzı o kadar kötü kokardı ki; iki saniyede bir kokarcayı bayıltır. Bu yüzden hep çilekli sakız çiğnerdi. O sakızın aroması ve ağız kokusu birleşince daha da imkansız olurdu onunla konuşmak.
Güzel piyano çalardı. Tangolar, longalar ondan sorulurdu. Tüm eski şairlerin Farsça tamlama dolu şiirlerini ezberden okurdu. Bir iltifat makinesiydi. Etkileyici sayılacak bir konuşma tarzı vardı, ama uzaktan konuştuğunda... Bilmem nereden tekaüt olduğundan tüm zamanını vakfın bahçesinde ya da kafesinde geçirirdi. Gerçek anlamda tüm zamanını. Kahvaltısını etti mi damlardı vakfa. Çokça dedikodu yaptığından insanları bıktırmıştı çenesi. Herkes ona çay kahve ısmarlamak zorunda kalırdı. Çünkü o bu işin üstadıydı. Çok çok cimriydi. Cebinden tek kuruş çıkmazdı.
Hemen herkes onun firketelerini görmüş, düzeltmesi için " saçında birşey var..." demişti en az bir kere. Nezakete aykırıydı çünkü " Git şu firketeni düzelt. Peruğun kaymış!" demek. O da hızlıca müsaade isteyip lavaboda firketelerini görünür başka bir yere takardı.
Böyle müstesna bir adamdı, nur içinde yatsın. Hatırlarsın... Birlikte tango derslerine girerdiniz, hanım kursiyerlere partner bulamadıkları için. Hoş, O tüm grup derslere bir biçimde kaynardı çaktırmadan... Onu anlattım.
Sonra, "Bu Nail Bey...." dedim "Çok başırılıydı aslında..." Hemen her kursiyerin adını, yaşını, mesleğini bilirdi. Ama öncelik hanımlardaydı tabii. O yürüyen fıkranın her hafta başka bir hanım arkadaş edinmesi de zatının alametifarikasıydı. Yüz yüze üç cümle paylaşamadığımız adam, hanımlarla geçen akşamın ertesi ballandıra ballandıra anlatırdı diğer vakıf sakinlerine. İlk başta herkes atıyor diye düşünmüştü. Ben dahil... Ama saçları fönlü, platin-gri saçlı, süslü giyimli o hanımların Nail Bey’e bir genç kız edasıyla gülümsemesi hepimizi utandırmıştı.
İşte bizim mankafaya anlattım bunları uzun uzun. Aslında- eğer isterse- herkesin kendi evrenini kendi yaratma gücü vardır. Ama çaba gerektirir. Hayat aslında sana verilmiş kumdan bir tablo. Üzerine ne resim çizeceğin sana bağlı parmağınla. Tabii ki dalgalar gelip gittikçe, üstünde başka hayatlar yürüdükçe bozulacak. Ama ne kadar sürerse sürsün sen çabalamalısın o resmi güzelleştirmek için...
Yaaa dostum, O’na anlattığım, anlattıkça hatırladığım. Hatırladıkça gülümsediğim Firkete Nail ölmüş. Güzel zamanlarımız da oldu. Sayesinde eve giderken, otobüste kahkahalarda güldüğümüz akşamlar. Bence ikimizin de ruhuna edecek bir dua borcumuz var.
Bizi nasıl hatırlayacaklar acaba?...
18.10.2018
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.