- 634 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MASAL
Ali bugün bir orman kenarında renk renk desen desen dökülen yaprakları gözlemlerken bir anda kırk yıl öncesini gördü sanki. Orman kenarında şırıl şırıl akan derenin sesi çocukluğunun sesini kulaklarında çınlattı.
Kırk yıl önce bir yamaçtan diğer yamaç’a seslenen Ali bugünleri unutarak kırk yıl öncesine döndü. Hayat bazen zaman mevhumu ortadan kaldırıyor. Kırk yıl önce kırk yıl sonra ne fark ediyor ki. O an ne hissediyorsan o oluyorsun. Ali de kırk yıl önceyi bütün benliğinde hissederek biraz tebessüm biraz acı ile ile hissediyor. Dün ile bugün karışımı bir hayatın içinde kendine bir yer edinmeye çalışıyor. Kırk yıl öncenin incelikleri bir bir yok olurken geçen her saatin tik takları zehirli bir akrep gibi yıllarını öldürüyordu.
Ne fark eder ki denilmesin. Ali için kırk yıl öncesinin zamanı ile bugünün zamanı arasında dağlar kadar fark var. Üç günlük dünyanın yükü sanırım duygulara yüklenmiş. Ömür sermayesinden giden her günün getirisi mi götürüsü mü oldu diye sorgulansa hayatta eminim ki Ali gibi herkes aynı cevabı verir. Getirisi yoktur hayatın. Çocukluk insana bahşedilmiş birşeydir ve onun kıymetini ancak çocuklar bilir. Yıllar sonra bile çocukluktan kalma öğreti ile yola devam edilmesinin nedeni berrak zihinlerle öğrenilenlerin unutulmamasından kaynaklanmasındandır.
Ali de tam bu duygularla zaman kavramı ortadan kalkmış gibi gel gitleri yaşadı zihninde. Bedeni yorgunluklar, yıpranan saçlar ve gözlerinin yanındaki kırışıklıklara bakmadan bir nesil sonrasında belki kendisi de dede olacaktı ama o aldırmıyordu. O zihnen çocuktu düşlerinde ve dedesi de bir devdi. O nedenledir ki kırk yıl sonrası yüzüne çarpınca Ali, dedesi yanındaymış gibi yüzünde acı bir tebessüm belirdi. " Büyük baba" sesleri hiç gitmemiş gibi Ali’yi derinden sarstı. Alinin gözleri hafiften nemlenirken dedesinin ruhu Ali’ye yükseklerden bir yerden selam gönderir gibiydi.
Ali çocukluğunu bir bir anımsarken belli belirsiz dudaklarından " Büyük baba hadi eve gel" dedi. Çocuklu günleri bir masal gibiydi kim bilir kırk yıl önce bütün çocukların çocuklukları masal gibiydi. Bir masal kitabının orta sayfasında tam masala dalar gibi girdi yedi sekiz bilemedin on yaşındaki zamanına. Evlerinin bahçesinde kırmızı kırmızı elma veren heybetli elma ağacı vardı. Çocukken bütün yükseltiler heybetli gelir çocuk gözlere. Bu nedenle olacak ki masallarda " Dev cüce" ilişkisi kurulmuştur. Her neyse... Sonbaharı iliklerine kadar yaşadığı bugün dedesi çıkıp gelse ve evlerinin bahçesinde bulunan heybetli elma ağacından yağan yağmurda torununa bir tane elma getirse ne büyük saadet olur. Tarif edilmez değil mi?
Tarif...
Ali ve dedesi arasında çok büyük derin bağlar vardı. Bu nedenledir ki Ali her dedesini hatırladığında derin bir özleme kapılır ve dedesinin anısına büyük saygı duyardı.
Ali iki katlı ahşap köy evinde dünyaya geldi ve çocukluğu bu iki katlı köy evinde geçti. Bu evin Ali ve ailesi için özel bir anlamı vardı. Dedesi Ahşap ustası olduğundan bu evi onlar için özene özene yapmıştı. Bu evde hem Ali doğmuştu hem de Ali’den önce beş abisi doğmuştu. Onlardan önce de babası amcaları ve halaları doğmuştu. Amcalar ve halalar köyden göç edince ev de Ali’ni babasına kalmıştı. Varlığı, yokluğu; sevinci hüznü bu iki katlı evde yaşamışlardı. Hayatta iyiye dair ne kadar güzellik varsa bu evle birlikte sahip olmuşlar diğer taraftan da hüzne dair ne varsa da bu evle birlikte yaşamışlardı. Ev bir nevi yaşayanların kimliğini almış onların sevincine ve hüznüne ortak olmuştu.
Hüzün...
Alinin babaannesi Ali doğmadan on ay önce vefat etmişti. Dede eşini genç yaşta kaybedince bütün hayatını Ali ve ailesi için adadı. Eşinden sonra da her hangi bir kadını da hayatına sokmak istemedi. Ölümüne kadar da eşinin adını hiç dilinden düşürmedi. Otuzbeş yıl boyunca ölümsüz bir aşk gibi eşini her zaman özlemle andı. Otuzbeş yıl bitmeyen matemi belki de her gece el ayak çekilince kendi benliğinde yaşadı.
Ali babaanne sevgisi nedir diye birşey bilmiyor ama dedenin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Dede dediğimiz adam, herkesin saygısını kazanmış, gün geçirmiş köyün ileri gelenlerinde biriydi. Bir nevi küçük köyde kanaat önderi gibi biriydi.
Dede, günlük yakacak ihtiyacı karşılamak için ormana çalı çırpı toplamaya giderdi sabahın beşinde. Nerde bir kurumuş dal var ise onu bulmaya gayret eder eve gelmesi bazen saatlerce sürerdi. Ahşap ustası olduğundan orman onun hayatında ayrı bir öneme sahipti. Kim yaş bir fidanı incitmeye çalışsa sanki kendi evladıymış gibi canı yanardı ve o fidanı incitenin karşısında olurdu. Bu nedenle ormandan dönüş bazı günler uzun olurdu.
Sabır...
Dedenin dönüşünü beklemek biraz sabır işiydi. Çünkü evde kahvaltı birlikte yapılırdı ayrı ayrı kahvaltı yapılmazdı. Yokluktan mıdır , sofranın bereketinden midir yoksa birlikte olmayı arzu ettiklerinden midir bilinmez ama kahvaltı birlikte yapılırdı her zaman. Köy yumurtasının lezzeti dedenin ormandan dönüşünde saklıydı. Hala Ali ne zaman bir orman görse " Dedesi ve Yumurta" aklına gelir yüzünde bir tebessüm damağında da ayrı bir lezzet oluşur. İşte bu nedenledir ki rahmetle andığı dedesinin sevgisini ve gücünü hala farklı hisseder.
Kırk yıl öncesi kırk yol sonrası. Zaman sarmalı kafasında döne dursun dünde bıraktıkları geleceğe götürebilecekleri ve bugün hepsi bir arada Ali’yi çok farklı dünyalara götürdü. Yaşanmışlıklar bir bir gözünün önünden geçerken çocukluğunu düşündü. Evet Ali de küçük bir çocuktu. Altı çocuklu evin en küçük çocuğuydu.
Yokluğu bilirlerdi ama asıl bildikleri varlıktı. Yokluğun içinde var olmak "bir olmak " demekti. Sobada pişmiş bir somon ekmek anne sevgisiyle mayalanmış yoğurt ve dedelerinin varlığı doyururdu Ali ve diğerlerini. Aynı çanağa kaşık atarlar kaşıkları birbirine değerdi. Bir birlerinden hiç iğrenmezlerdi. Küçük dünyalarında büyük hayallerine soba üzerinde pişirilen kestaneler eşlik ederdi soğuk kış günlerinde. Temmuz sıcağında geceler boyu yıldızlar seyredilir duygular yazılırdı yıldızlara.
Ali bir orman ya da ahşap bir ev ya da küçük bir dere gördümü kendini kırk yıl öncesi atar ve o günleri düşünür. Özgürce kelebekler gibi uçtuğu günler aklına gelir adı konulmamış kırlarda doyumsuzca yaptıkları raks aklına gelirdi. Sahip olmak neydi bilemezdi. Öyle de kaygıları yoktu zaten. Onları sahiplenen dede, baba, anne vardı zaten. Günler günleri kovalar geceler geceleri kovalar sevinçler mutluluklar bitmezdi. Yer yüzünün her alanı onlar için oyun alanıydı. Kimi zaman bir orman kenarında düş kurarlardı. Kimi zaman bir dere kenarında toprak kokusu hayatın armağanı... Kurgulanan dünyalarda hep tebessüm hep duygu vardı. Her çocuk diğer çocuğa kurguladığı dünyanın hayallerini anlatırdı dağda ovada bayırda.
Masalımsı hayat...
Ali’nin erkenden kalkma huyu kırk yıl öncesine dayanırdı. Ali gibi tıpkı dedesi de erkenden kalkardı. Dedesi sabah namazına kalktıktan sonra bir daha yatmaz Ali ve diğer abilerini de kaldırırdı ancak içlerinden tek Ali dedesi gibi güne erkenden başlamayı alışkanlık haline getirdi. Şimdi olduğu gibi Ali kırk yıl önce de sabah altı da güne merhaba der ve öyle güne devam ederdi. Bu nedenle olacak ki ceviz ile arasındaki derin bir bağ kurulmuştu. Dedesinin dedesinden kalma koca cevizin ilk meyvesi Ali’den sorulurdu. Sabah altıda kalkar kalkmaz yüzünü yıkamadan evin arka tarafından bulunan koca çınar olan ceviz ağacının altında düşen üç beş belki on cevizi toplar tavan arasında her yıl ceviz koleksiyonu yapardı. Mahalle cevizin olgunlaştığı Alinin elinde’ki siyahlıktan anlardı.
Hayal...
Ali kırk yaşının geçti halen bisiklete binmeyi bilmiyor. Ya da bindiğini söylemeyi sevmiyor. Ali için kırk yıl önce bisiklete binmek hayaldi. Ali belki de hale hayallerini anlatmayı seviyor. Çünkü yedi yaşında iken dedesi birgün ona sormuştu " Oğlum bu kadar cevizi ne yapacaksın" O da bisiklet alacağım" demişti. O yıllarda herkesin bisikleti yoktu. Ali ve abilerinin de olması mümkün değildi. Mümkün olmadığından da bu tür oyuncaklarla oynamanın sürekli hayalini kurarlardı. Ali de bir bisiklet almayı çocukluğu boyunca hayal etmişti. Hayal edebilmek bir çocuğun en büyük yaşama nedenidir. Ali de hayal etmeyi çok severdi. Bir eğlenceydi onlar için. Yan yana dizildikleri gecelerde en son söz ona gelinceye kadar sabırla kurulan hayalleri dinler. Dinledikçe yeni yeni hayaller kurar söz ona geldiğinde bitmek bilmez hayallerini ardı ardına anlatırdı. Her anlatanın dinleyicisi olurdu, her dinleyicininde anlatacak hikayesi olurdu küçük dünyalarda.
Zaman sarmalı ve zamanın tuzağına düşmek...
Elbet her çocuk gibi Ali de büyümeyi istiyordu. Büyümek boy vermekti her çocuğun gözünde gök yüzüne. Ali de boy vermek istiyordu gök yüzüne. Yüksekten esen rüzgarlarla tanışmak istiyordu.
Ne garip bir istek!...
Büyümek, varlığını geleceğe taşımak... Dünde kalmak düne gitmeyi istemek aslında daha güzel bir hayal değil mi?
Büyümek...
Varlığını geleceğe taşımak ölümü içselleştirmek gibi birşey. Ali de Varlığını geleceğe taşıdı bir şekilde. Ali büyüyor dede yaşlanıyordu. Ali güçleniyor dede yavaş yavaş gücünü kudretini kaybediyordu. Büyümek ile kaybetmek hayatta doğru orantılı. Yaşanan günler içinde bu fark edilmese de zamanın acı yüzü bizlere o gerçekle tanıştırıyor. Ali de yaşı ve boyu ile doğru orantılı şekilde acılarla tanıştı. Sonbahar günlerinde damağına eşlik eden heybetli elma ağacı bir kış gününde yoğun yağan kara yorgun bedeni dayanamadı ve yıkıldı. Bir Şubat gününde yıkılan elma ağacı Alinin hayatta tanıştığı ilk acı idi. Çünkü dedesi Sonbahar günlerinde o elma ile güne başlar kahvaltıdan önce muhakkak elmanın tadına varır bir tane de torunu Aliye getirirdi.
Büyüdükçe küçülmek...
Ali büyüdü sert rüzgarlarla tanıştı. Hayaller ile gerçekler farklı olduğunu yaşadığı dünyada anladı. Büyürken masallardan çıkma hayallerinin devam edeceğini sanıyordu. Her bir yanınında renk renk olan hayatlar daha da renkleşeceğini umuyordu. Dağlardan aşağıya inince yeni şarkılar söyleneceğini, söylenecek şarkıların yıldızlar altında söyleneceğin ve bir kıyıdan yansıyan yakamoz görüntüsünün eşlik edeceğini zannediyordu.
Ah o duygular yok mu ah o duygular! Nasılda değişti büyüdükçe. Boylar uzadı rüzgar hoyratça esti kuzeyden. Hayatın poyrazı karayelle birleşti zamanları ve mekanları darmadağın etti.
Ali de Alinin çocukluğundaki kurduğu dünya da bilemezdi zamanın herkesi yeneceğini. Değişen dünyada hikayelerin de değişeceğini. Sebepsiz yere, yere serilen duyguların sahiplerini bırakacağını. Ali’nin de duyguları kayıp gitti. Ali ile birlikte büyüyen; Ayşelerin, Fatmaların; Mustafaların, Gökhan’ların duyguları da gitti.
Ali büyüdü ve yaşı kırkın üstünde şimdi. Bir orman kenarında şırıl şırıl akan derenin sesi çocukluğundan çıkıp yüzüne acı acı çarptı. Her an gücünü arkasında hissettiği dedesi artık yanında değil bu dünyadan sonsuzluk alemine göç edip gitti.
Ne acı ki dünya değişti ve Ali geçmişini arıyor bulamıyor. Yaprak dökümü gibi dökülürken günleri çocukluğundaki masal kahramanlarını hayatına güçlü tutkal ile yapıştırmaya çalışıyor. Rüzgar esti, koptu fırtına, ömürden döküldü yıllar. Yaprak daldan koptu artık canlanmaz. Kopup gitti canlar cananlar. Ne sevdalar kaldı ne ölümsüz hayatlar... Masal bitti merhaba yeni hayat.
YORUMLAR
Hayatın kendisi masaldır...
Ya da biz masala benzetiriz, kendimiz... Ekleriz, yaşanmasa da yaşamak için kurduğumuz hayalleri içine...
Bisiklet gibi mesela...
Alamasak da, binmesek de vardır o, rüyalarımızda binip düşmüşüzdür hatta...
Ali ve dedesi..
Biri büyümek isteyen, diğeri de kalan ömrünü eşine adamak, hala o da varmış farz ederek torunuyla yaşamak...
Düşünceyi masal içinde okuyucuya aktarmak iyi fikir...
Kutlarım Serkan Bey.
Serkan BOL
Teşekkür ederim selamlarımı Saygılarımı gönderiyorum.
ZEYBEK HOCA
Kitap işiyle uğraşıyorum..
Ters zamana denk geldi.. Çıkarabilirsem o da olur belki..
Selam, saygı bendendir..
İyi geceler..
Serkan BOL
Selam ve saygı ile...