- 686 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SABRA VE ŞATİLA
SABRA VE ŞATİLA
Kara zeytinlerle, bal hurmalarının, engin denizlerle kum çöllerinin, zulüm ve direnişin kucaklaştığı sıcak toprakların yiğit canları kaç kez haykırdılar tek bir ağızdan ölümlerde yeniden doğacaklarını. Yıllar yılı acıyla, kederle yoğruldu hamurları, un oldu etleri kemikleri, su oldu kanları göz yaşları. Ve savaşın en külhanında aş oldu ekmek oldu haklı kavgaları.
Her incecik çadırda,gece gündüz sofralarda bu aş ve ekmek lokmalandı. Zaman oldu lokmalar boğazlarda bir ur gibi takıldı. Zaman oldu en has yemek gibi yutuldu. Ve kavga bayrak oldu bugünlere taşındı.Bu kavganın ateşinde, aksakallı er kişiler evlatlarını, genç gelinler yitirdiler yoldaşlarını. Neler neler yapmamıştı ki düşmanları. Evler yıkıp köyler mi basmamıştı, talan edip köylerini mi yakmamıştı. Bunlarla da kalmamış yüz yüz, bin bin kadın erkek tüm canları yurtlarından mı sürmemişti. Ne var ki hiç biri yetmemişti inanan canların direnişini küllendirmeye.
Analar ilk sözcük olarak yurtlarının adını öğrettiler incecik çadırlarda yavrularına. Babalar çoğu kez dönmediler incecik çadırlara, fabrikaya gider gibi gittikleri baskınlardan. Ak sakallı dedeler savaşçı okulları açtılar incecik çadırlarda torunlarına. Ve genç gelinler emzirirken bir yandan yavrularını, bir yandan da ellerinde sımsıkı tutuyorlardı can yoldaşlarının devrettiği silahlarını.Gerçi tüm yurtlarını düşman almıştı ama onurlarını çiğneyememiş, yüreklerini durduramamış ve silahlarını düşürememişti ellerinden yiğit canların.
Ve daha da çıldırdı can düşmanları. Çünkü direnç yüklü onurları silah olup, bayrak olup yükseliyordu mavi göklere. Haziran’ın ilk haftasında, bir şafak vakti geçtiler saldırıya çelik kanatlı akbabalar, misket bombaları yağdırdılar incecik çadırlara. Çelik zırhlı canavarlar tepelerinde kara bayraklarıyla insanlara ölüm kustular. Direndiler yiğitler yüzlerinde haftalık sakalları, gözlerinde kin, genç kadınlar kucaklarında bebekler, karınlarında bebekler, gözlerinde kin, omuz omuza düşmanı beklediler.
Onlar karşı durdular korkusuzca ellerinde tüfekleri, ellerinde yürekleriyle tek bir vücutçasına yurt sevgisiyle karılmış onurlarını sımsıkı tutarak ellerinde. Günlerce sürdü kanlı savaşlar. Oluk oluk insan kanı aktı toprağa. Kadınlar yine ersiz, yavrular yine babasız kaldılar. Fakat yine de yıkılmadılar ve başladılar yine direniş destanlarını düşmanla çevrili yurtlarında yazmaya.
Barikat oldu taş, barikat oldu ağaç, barikat oldu binlerce yürek ve sanki bir Kuvayi Milliye Destanı daha yazıldı tarih sayfalarına.Günler, aylar, yıllar girdi araya, cellatlar ve efendileri nice nice ocaklar söndürmek için saldırıya geçtiler. Zeytin gözlü, kin yürekli, acı yüklü on binler yeter artık dediler ve her yeri kampa dönmüş yurtlarında, zeytin ve hurma ağaçları arasından kaldırdılar yumruklarını birden havaya.
Ne olduysa işte o an oldu işte o an oldu. Sabra ve Şatila’ parçalanan bedenler, birer granit taş oldu birdenbire binlerce elde. Ve cam gözlü Muhammed Rami Aldura’nın acı dolu bakışları isyan oldu tutsaklığa hayır diyenlere. Önce taşları sıkan yumruklar kalktı on binlerce, sonra kurşuna, gaza karşı taş savaşa durdu.Başta kadınlar olmak üzere yeni bir isyan, taşlı isyanı taş devrini yeniden yaşatanlara karşı başlamış oldu.
İşte dostlar, sizlerde izlediniz beyaz camdan bu dramı. Tarih sayfalarına bir katliam daha yazıldı. Ama dostlar, o cam gözlü hurma çekirdeği gibi çocuklar ölmediler, Bebelerini emzirirken vurulan gelinler, suçsuz yere katledilenler toplu mezarlara gömülmediler. Hayır! Geldiler, milyonlarca yüreğe kan olup yerleştiler. Ve dünyanın dört bir yanında yürekler aynı tempoda çarpan dostlarıyla bütünleştiler.
ÇETİN ALTUNGÜNEŞ
TAŞ VE KURŞUN
Duvar, taş ile kurşun arasında
baba, çocuk ile çığlığı arasında
Çocuk, duvar ile babası taş ile kurşun,
Bir de çığlığıyla kendisi arasında
Çocuğun sesi kurşun sessizliği taş çünkü
Kurşun, önce sese değiyor
Sonra sessizliğine çocuğun...
Duvarın önünde varil
Varilin önünde baba babanın önünde çocuk
Kurşun, duvarla varil arasında,
Taş, baba ile çocuk arasında
Çocuğun bedeni
Ve o bedene can veren babasının çığlığı...
Babanın çığlığı çocuk çocuğu hayatı çünkü
Çünkü taş, babanın umudu çocuğunun geleceği
Anayurdu sevdasının dağı ve ovası bağımsızlığın
Hürriyeti ırmak ve yaylaların
Karasevdası ölümün bir de...
Kurşun, önce ölüme değiyor
Sonra hayatına çocuğun...
Başı sonu belli bu filmi bütün dünya seyir halinde
Hissiz ekranından bir televizyonun
Ya da okumada hayalini bu ölümün
Arka sayfasında bir gazetenin
Çocuk, hissiz ekranıyla televizyonun
Gazetenin kara katran sayfası arasında
Baba, çocuğu ile çocukluğu arasında
Taşa inat, kurşuna lanet
Çocukluğunu bağışlıyor oğluna
Ölüyor çünkü çocuk, taş ile kurşun arasında
Ve bedeni taşın inadına kurşunun lanetine karşı
Taş ve kurşun olarak kalıyor
Hayat ile ölüm arasında...
REFİK DURBAŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.