- 423 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-AMATÖR RUHA PROFESYONEL DARBE Mİ?-(1)
Bugün altı ekim günlerden. Altı ekim, ya üstü. Düşen bir takvim yaprağı mı? Değil elbette. Güz yaprakları dökülür, kuşlar göçer. Derken doğa devridaim yapar, yenilenir.
İnsanların yaşamında da bu döngü yok mudur? İlkbahar, yaz, sonbahar, kış. Her şey güzel gidiyordur, bazen gittiği sanılır ve sonra yaprak dökümü. Kimi zaman erken bir kışın habercisidir güz.
Sanal başarıları gerçek yıkımlar takip eder. Suni etkenlerden kaynaklanan başarılar çok da doğal nedenlerle çocukların kum şatoları misali su alır ve alt üst olur.
Profesyonel sporda doping böyledir. İnşa edilen kum şatoları bir de bakmışsınız yıkılmış. Ahlaki açıdan alırsak birer hırsızdır doping yapan sporcu. İnsanların hayallerini çalarlar. Yitip giden zamanlar geri de döndürülemez. İnsanların sportif başarılara ve hatta pozitif insan gücüne inancı kaybolur.
"Bir spor yarışması sırasında, vücuda üstün güç ve devinim sağlamak ereğiyle yarışmadan önce kullanılan güçlendirici, uyarıcı ilaç." yahut "(bir insana ya da hayvana) kimi bedensel özellikleri değiştiren ya da çok artıran uyarıcı bir ilacı çok az miktarda vermek." gibi tanımları vardır dopingin.
Peki salt ahlaksal/etik açıdan, devamında ise hukuksal düzlemde mi değerlendirilmeli konu? Dopingi doğuran bireysel ve sistemsel öğeler nelerdir mesela?
Almanların meşhur kalecilerinden Toni Schumacher 1980’li yılların ikinci yarısında yayınladığı ve dilimize "Ve Maç Başlıyor" başlığı altında çevrilen ünlü kitabında kendi bireysel dünyasından başlayarak genişleyen halkalarla ülkesinin futbol dünyasına dair tanıklıklarını konu etmektedir. İlk anda bir tür anı kitap hüviyeti kazansa da çok daha fazlasıdır. Kimi zaman Alman futbolunun skandallarını konu ettiği tanımlaması bekler okuru.
Seksen altı dünya kupasında ülkesi tarafından elenen ev sahibi Meksika’nın turnuvaya erken vedası karşısında bir başka ülkedeki toplumsal yoksunlukları düşündüğünde tam olarak sevinemediğinden, bu durumun sosyal psikoloji üzerinde meydana getirdiği tahribat ve muhakkak hayal kırıklığının zihnindeki hüzün dolu resimlerinden bize pasaj açsa da; bir bölümünde Köln ve milli takım bünyesinde doping eksenli anlatımlarda bulunan ve bunlara kaynaklık eden bireysel ve sistemsel baskı ve çatışmaları mevzu eden ünlü sporcu kaleminden kan damlatacaktır adeta.
Dünya kupasını müteakip dünyada yılın kalecisi de seçilen Schumacher’in bu kitabını yayınlaması kendisi açısından hiçte iç açıcı sonuç doğurmayacaktır. Köln ve milli takımdan uzaklaştırılan ünlü kaleci büyük bir motivasyon kaybıyla beraber yeni transfer olduğu Schalke 04 kalesinde "e kevgir misin be kardeşlik" dedirtecek bir performans gösterecektir.
Devamında ise Fenerbahçe ve Türkiye günleri ve yepyeni başarılar. İlk geldiği günlerde Turgay Renklikurt’un "Kalede Bir Filozof" başlıklı yazısı Zoff benzeri bir büyük kaleciyi müjdelemiyordu. Üstte arz ettiğim kitaptan ve neticesinde uğradığı yıkımdan bahseden Renklikurt yine de İstanbul ve ülkemiz insanının sevgisinin olası terapi etkisinden bahsetmekte ve ümit aşılamaktaydı şahsen bana. Zamanın bu yazıyı doğruladığı söylenebilir hiç kuşkusuz.
Nasıl, konudan uzaklaştık mı? Saadet/sadet meselesi yine karşımızda mı?
Schumacher ünlü eserinde sporcular üzerindeki ağır baskılara ve bunu doğuran sistemsel ve olgusal hususlara değinmektedir. Satır aralarında gezinirken İngiliz golcü Lineker’in "futbol basit bir oyundur aslında, top iki kale arasında gider gelir ve Almanlar kazanır sonunda" söyleyişinin sofistike bir kabuk doğurduğunu ve bu yüzeyin altındaki meyveninse sanıldığı kadar lezzetli olmadığını anlıyorsunuz. Profesyonel başarı hikâyelerinin hangi bedellere karşılık olduğunu düşünüyorsunuz beri yandan.
Örneğin seksen altı Meksika’da Alman milli takımının yaşlı, formsuz ve hatta sakat ya da sakatlıktan yeni çıkmış ünlülerden meydana geldiği bahsi şahsen bende teyit görebilir. Peki tam tersi bağlamda Almanya’nın final oynaması ünlü kaleciyi haksız çıkartmaz mı? Çıkartmaz çünkü onunla beraber ben de gümbürtüye giderim. Teyit verdik ya canıımm!
Şüphesiz latife yapıyorum da, dünya kupası esnasında o Almanlara has azme, disipline ve bireyselde de genç antrenör Beckenbauer’in taktik başarısına bağladığım finalin Schumacher’in satırları arasında ısıyı yiyen dondurma misali eriyip gittiğini görecektim. Almanya kavramının benliğin derinlerindeki Everest noktasının zihinlere vurduğu sarsılmaz damga mitsel bir duruşa sahiptir açıkçası. O bayrağın düşürülmemesindeki kavramsal zorunluluk hali karşımızdadır da; Köln kulübündeki kişisel tesadüfi sapmalara bağlı olmayan sistemsel doping neyle izah edilecektir? Şüphe yok ki, büyük paraların dönmesi, toplumsal beklentilerin baskısı ile beraber Avrupa kupaları düşünüldüğünde milli hisler akla gelebilir de.
Burada şu da akla gelebilir. Yoksa Schumacher bir bozguncu muydu? Öyle ya, ülkesinin milli hislerini yerlerde gezdiriyorsa. Üstelik ülkesinin futbolunun problemleri üzerine gözlem yapmak ve eser vermek vazifesi de değilken. Bak! Asli hüviyetine dönük verimi de düştü, gördünüz mü?
Oysa gerçek bunun tam tersi olmalı, değil mi? Sorumlu vatandaş, aydın insan, yürekli yurttaş söylemlerine yerin göğün dışında yer bulamıyor muyuz hâlâ?
Manfred Such adlı bir Alman emniyet görevlisinin "Önce Vatandaş Sonra Polis" adlı eseri de enteresandır bu noktada. Önsözde Yahudi asıllı Alman Psikiyatrist Erich Fromm’un eserlerini okumanın da kendisini oldukça beslediği ve kitabını kaleme alması sürecinde kendisine ışık tuttuğuna değinecektir yazar.
L.T.
-DEVAM EDECEK-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.