- 817 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Allah vesveseyi neden yaratır?
"Belki ben gibi başkalarına da faydası olur!" diye yazmak istedim. Bugün vesveseye dair aklıma şöyle birşey geldi: Kalbimize iznimiz/onayımız olmadan gelen böylesi şeyler, yani kem hayaller/fikirler, ’kalbimizin mülkiyetinin de bize ait olmadığını’ göstermek için olabilir mi? Yani içimizde bu sûretle ’öğretici bir acze’ düşürülüyor olabilir miyiz? Mesela: Nasıl ki, bedensel aciziyetlerimiz bize bedenimizin mülkünün bize ait olmadığını gösteriyor (hasta olsak "Hastalık geçsin!" komutuyla/arzusuyla falan iyileşemiyoruz), aynen öyle de, kalbimize gelen hayalleri/fikirleri de bir komutla hiçbir yere gönderemiyoruz. Onlar varolmaya devam ediyorlar.
Hatta yolun en başlarında, yani müslümanca yaşamaya azmettiğiniz yeni hayatın başlarında, bu vesveseler daha bir yoğunluk kazanıyor. Beş vakit namaz kılmaya başladığım ilk yılları hatırlıyorum mesela. O zamanlar adeta bir vesvese sağanağına maruz kalmıştım. Belki bu imtihanın o yıllarda yaşatılmasının da hikmeti buydu. Yani: Madem böyle yaşamayı seçtim, böyle yaşamanın ilk şartı, sahip olduğun tüm mülkiyetleri Allah’a bırakmaktır. Kalbin de dahil. Tevbe sûresinin 111. ayetinde buyrulan, Bediüzzaman’ın da 6. Söz’de tefsir ettiği, "Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır..." ifadesi (Şüphesiz bu yalnız kısacık bir mealidir) bize yolumuzun böyle bir güzergâhtan ilerleyeceğini de söylemektedir.
Bizler reşhalaşacağız. Bıraktıkça Allah’ı bulacağız. Vazgeçtikçe bizim olacaklar. Tıpkı, Hz. Aişe (r.anha) annemizle Efendimiz aleyhissalatuvesselamın arasında geçen diyalogda olduğu gibi: Gerçekten bize kalan, kalan but değil, Allah için vazgeçilenler.
Bunun her alanda bir şekil devir-teslimi var. Yediğinde helali-haramı gözetmen onları devir-teslimin. Malında hayrı-hesanatı gözetmen onları devir-teslimin. İman etmen de kalbini devir-teslimin. Fakat kalbin devir-teslimi öyle bir seferde olmuyor. Hayat boyu devam ediyor onun töreni. (Belki bu dünya imtihanının tamamı bir devir-teslim töreni.) Bu aşamalardan birisinde de vesveseler sana konuyor. Konuyor ki kalbine gelecek güzel şeyleri sahiplenmeyesin.
Girdiğin yeni yolda vartalar var. Tehlikeli tuzaklar var. Bunlar aslında sana lütfedilen şekerler. Yolda gayret veren şeyler. Sahiplenirsen istidraçlar. Sahiplenmezsen ikramlar. Yani onları pek beğenip, âşıkları olup, Sauron’un yüzüğü gibi takıntıya dönüştürürsen Gollum haline de gelebilirsin.
İşte bu aşamada vesveselerin sana ilk dersi veriyor: Kalbine gelen herşey senin malın değil. Tıpkı kalbinin senin malın olmadığı gibi. Akıl ki, aslında kalbin bir altkümesidir, ona gelen şeyler de senin değildir. Evet. Senin onların yeşermesinde sorumluluğun vardır. Kötülüğü beslersen kötülüğü büyütürsün. İyiliği beslersen iyilik büyür. Fakat nihayetinde aklında/kalbinde yoktan varedilen (veya vardan inşa edilen) şeyler sana ait değiller. Sen yalnızca kesbediyorsun. Onları Allah yaratıyor. Ve asıl yaratanın Allah olduğunu da en çok ’istediklerinden’ değil ’istemediklerinden’ anlıyorsun. Çünkü istediklerini bazen nefsine hamlettiğin de oluyor.
Hz. Ali’ye (r.a.) atfen işittiğim, kaynağını ise bilmiyorum, "Dualarımı kabul etmemesinden bildim Onu!" cümlesinin sırrı da burada zâhir oluyor. İrade ile kudretin ayrımını, iradenin (elbette insanın cüz’i iradesinden bahsediyoruz) yaratan olmadığını, insanî istemelerin yaratmaya yetmediğini, yaratışın daha üst bir kudretin/iradenin eseri olduğunu biz bundan anlıyoruz: Her istediğimiz olmuyor. Demek ’olduran’ biz değiliz. Bizler isteyicileriz. Bu acizliğimizle kudreti nihayetsiz Allah’ı biliriz. Eğer her istediğimiz olsaydı durduğumuz yeri karıştırabilirdik. Allah korusun.
İşte bunun bir dersi de vesvesede var. Kalbimize/aklımıza gelen her düşünce sevdiğimiz, istediğimiz, hoşnut olduğumuz, tutulduğumuz, beğendiğimiz, savunduğumuz, aradığımız, mutlu olduğumuz, razı olduğumuz şeylerden oluşsaydı biz mülkiyetin aslında kimde olduğunu karıştırabilirdik. Kalbimize ilham edilen güzel şeylerin, hatta ilmî/ilhamî şifaların, istememizle vücud bulduğunu düşünebilirdik. Halbuki dünyevî şeylerden uzaklaşmakla iş bitmiyor. Bedenimizin mülkiyetini terkettiğimiz gibi yaratılışın daha içsel boyutlarını da terkedebilmeyi bilmeliyiz.
Nasıl ki, kainatta her an birçok şey yaratılıyor, içimizde de her an birçok şey yaratılıyor. Aklımıza yeni yeni şeyler geliyor. Kalbimize yeni yeni ilhamlar yağıyor. Karun gibi, adresi şaşırıp "Bu bana ilmimle verildi!" dememek için, içimizi de terbiye etmeliyiz. Enaniyetimizi bu yönde de eğitebilmeliyiz. Öyle ki, geriye yalnızca, ’gereğince isteyemediklerimizin sorumluluğu’ kalsın. Belki Nisa sûresindeki şu ayet-i kerimenin verdiği ders de budur: "Sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir." Ne diyelim, O Rahman u Rahim, bizi, lütfu olan istikametten ayırmasın.
YORUMLAR
demirelim_46 tarafından 9/30/2018 3:48:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
belkibirharfimben
Cliff Burton
ee sonra diyen arkadaş hayatında bir şeye inanmak ile inandığın şeyin seni zorunda bırakma kurugusu arasında ki farkı sana nasıl anlatacağız ?
Demircioğlu
İnsan zihninde neyi kurgularsa, senaryolaştırırsa ona doğru meyleder. Bu noktada insan belli fraksiyonların, felsefi görüşlerin, yaşam tarzlarının üzerine yoğunlaşır ve ilgisi arttıkça yavaş yavaş artık o dünya görüşünün çemberine girer ve öyle düşünmeye meyleder. Kendisi de yeni bir görüş, felsefi akım geliştirebilir. Neticede her felsefi görüşün bir başlatıcısı var değil mi?
Peki bunca felsefi görüş, yaşam tarzı, ideoloji arasından en doğrusu hangisi? Herhangi bir din mi, dinlerden bir kısmını yahut toptan hepsini reddetmek mi?
İşte bu noktada devreye insan aklının büyüklüğü kadar acizliği de ortaya çıkıyor. Milyonlarca fikir üretebiliyor ama doğrusunun hangisi olduğunu belirleyemiyor.
İslam benim için buradan itibaren İslam tasavvufu ve şerati başlar. Birbirini sarmalayan öz ve kabuk. Öyle bir öz ve kabuk ki ikisi birbirinin içinde. Birbiri ile dengeli.
Allah dinleri boşuna göndermedi. İnsanın kendi öz ve kabuğunu keşfetmesi, dengelemesi, haddini ve hududunu bilmesi için geldi peygamberler. İnsanı ruh ve beden, zahir ve batın, madde ile mana arasında bocalayıp durmaktan kurtarmak için.
Burda anlatması uzun. Sayfamda denge prensibi ile ilgili bir yazı var. Arzu ederseniz okuyabilirsiniz sonrasını merak ederseniz.
Cliff Burton
insanın aciz olduğu fikri senin fikrin daha doğrusu insanın kusurlu olduğu gerçeği ortada iken insanın pskolojik temelli sorunları olması gayet normal bir şey, şizofreni hastalıgını ele alalım şu an için tedavisi çok zor geçmeyen bir rahatsızlık bu hastlaığı veren güç kişiden nasıl bir vesvese örneği bekliyor ve deniyor,konuştuklarınız son derece subjektif ve totolojik geceklikten kopuk,felsefe konusuna gelince boş iler bilimsel felsefe dışında ciddiye alınacak bir yanı yok .
bunların en babaları hobbes,kant,locke ,hume,leibniz,descartes 'in dayandırdıklar temeller artık bilim felsefesi tarafından çürütülmüş ya da düzeltilmiştir, düzeltilen bölümleri ise o döneme ait çaylak bilimsel iddialardır yani konunun soyutsal bi tavrı yok olsa bile boş laf zırva kabul etsen de etmesen de nasıl biri olacağın eğilimin hepsi genetiğin ürünü ve genelde bozuk bir genetik hatalı kodlar içeren,çünkü düşünce denilen kavram doğanın yan ürünü.
sayfana bakayım kardeşim ama boş zırva bilimsel değilse yorma beni.
selamlar
Demircioğlu
Anladığım kadarıyla siz bilime tapıyorsunuz. Bilimin öneminin ben de farkındayım ama ona sadece hak ettiği değeri veriyorum. Bilim madde çapında doğruya yaklaşırken, mana çapında ancak olasılıklar ve küçük yüzdeler üretebilir. Oysa insan bir madde ve mana, ruh ve beden bütünüdür. Bilim sadece insanın kendini ve hayatı yorumlamasında bir araçtır. Siz bilimi Allah'tan uzaklaşmak için kullanıyoruz, ben yakınlaşmak için... İnkar edemem, bu konuda psikoloji ilminden çok yardım aldım. Siz bilimin derinliklerine inemediğinizden bu hakikatin farkına varamıyorsunuz bence. Bilimi ilahlaştırmak, hak ettiği değeri kaybettirir.
Yazılarınızı dil biliminin kurallarına uygun şekilde noktalama işaretleri kullanarak yazarsanız daha rahat anlaşırız. Zira zorlandım okurken.
Yazımı okumak zorunda değilsiniz.
Hayırlı günler
Cliff Burton
bilimin soyut kavramı yoktur,bunlar safsata.
evren önünde hatta evrenler arkasında bir gücün olduğu iddiası tamamiyle kişisel bir çıkarımdır hele hele ki bir arap putunun isminin (Allah bknz etimolojisine) olması tamamiyle hayal ürünüdür.bir milyon yıldan beri gelişen homo sapiens'i ortadoğu din anlayışına hapsetmek ne bilimseldir ne de akılsaldır,zira dinler akıl ve mantıktan ziyade sadece psikolojik bir önermenin tatminidir.
Demircioğlu
Her gerçek somut değildir. Hayat ve insan duyu organlarımızla ibaret olsaydı psikoloji, sosyoloji, felsefe gibi bilim dalları gelişmezdi. İnsanlar mutluluğun peşinde koşmak zorunda kalmazlardı.
Hayatı sırf akılla kesinlikle anlayamayız. Bize bu yolda akıl da eşlik edecek, duygularımız da, eylemlerimiz de... Bütün bunlara rağmen hayatı hiçbir zaman mutlak manada anlayamayacağız vesselam. Dolayısı ile her halükarda inanmak zorundayız. Bilim asla bize bu uğurda mutlak yol gösterici olamaz. Çünkü hayatta herşey deneyle ispatlanamaz.
Allah'a emanet olun.
belkibirharfimben
Demircioğlu
Varılabilecek son nokta şudur: Herşey insan içindir. Yaratılmış herşeyin mutlaka bir hikmeti vardır. O hikmeti hayra yahut şerre kullanma iradesi de insanın elinde.
Dostum size tavsiyem dini, siyasi, ilmi, ideolojik herhangi bir alana odaklanın ve o konu üzerine kitaplar okuyun. Ama sadece o görüşü savunan yazarların kitaplarını... Gece gündüz okuyarak... Başka görüşleri bir kenara bırakarak...Bakın bakalım 40 gün sonra (Psikolojik kaynaklarda 21 gün diye geçer. İslami kaynaklarda 40 gündür. Bu süre kişiye göre, kişinin kendi görüşüne inanma seviyesine göre uzalıp kısalabilir) doğrularınız değişecek mi değişmeyecek mi?
İşte insan aklı için doğru böylece değişkendir. Eğer 40 güne kadar "ben sakarın biriyim" diye tekrar edin, bu süre sonunda hakikaten sakarlaşmaya başlarsınız. Çünkü bilinçaltınız sizin sakar olduğunuzu doğru kabul etmiştir artık. Neyle ilgileniyorsanız, neyi çok tekrar ediyorsanız doğrunuz o olur. Allah'ın bu kadar çok doğru üreten, her ürettiğini doğru sanan insanlığa en doğruyu göstermek için kitap ve peygamber göndermesi kaçınılmazdır.
Peki insan aklının her bulduğu yanlış mıdır, kesinlikle hayır. Doğruları da bulur fakat kısıtlıdır. Bir hududa kadar kavrayabilir. Madde sathında hududa yaklaşsa da mana çapında binlerce yıldır yerinde saymaktadır.
Doğru kişiden kişiye, zamandan zamana, mekandan mekana değişiklik gösterdiğine göre en doğrusu Allah'ın bildirdiğine inanmaktır. İnsan için gerisi yüzeysellikten ve kendini kandırmaktan başka birşey değildir.
Saygılarımla.
Cliff Burton
insan geni yaşamaya sürüklenir, sonra ki adımı üremek ama en önemli adımı ürediklerinmi koruyup nesillere aktarmak için vardır,beni tanımıyorsun bile boş boş konuşuyorsun,okb falan demişsin ne alakası varsa konumuzla yazdıkların bilimle alakalı olmadığı gibi varlık felsefesinde bile anlamsız aslında ama ben uğraşamam sadece bu yazdığın deli saçmalarına inananlar olabilir diye cevap veriyorum
Cliff Burton
Muhteşem bir yazı. Bir çok konuda yaşanılabilecek ters düşünceleri yok edecek, huzura sebebiyet verecek türden. Kontrolü inanca devrederek nefs kontrolünün sağlanabilmesi ne büyük bir imtihan.
Tekrar tekrar okuyacağım eminim her sıkıntıya düştüğümde
Çok teşekkürler
İyi ki burada yazıyorsunuz
Mutlu pazarlar